Nur KABADAYI DEMİR
Eleştiri mi? Hüküm vermek mi?
Kavramları iyi bilmiyorsak, kelime haznemiz yetersizse ve konuya bakış açımız yanlışsa; ne kadar yazarsak yazalım, çizersek çizelim hedefi tutturamayız.
Amacımız; hedefe ulaşmak değil de hedefi vurmaksa sorun değil; hiçbir kural tanımadan yapılan eleştirilerde, kişiler veya toplumlar kolayca vurulabilir.
Bilgiden yoksun olan akıl ile yapılan eleştiri; sadece bir yargılama değil, kişilerin ve toplumların da hakkına tecavüzdür.
Adaletle yaklaşılmayan konularda; adalet aramak, akıl yoksunu bir insandan Hakem olmasını istemek gibi bir şeydir. Adalet gözetilmeden yapılan yöneticilikten, eleştiriden ve verilen kararlardan hayır beklenmemelidir.
Eleştiri; özeleştiri ve genel eleştiri olmak üzere ikiye ayrılır. Aslında eleştiri çeşitlerine adaletle yapılan eleştiride eklenmelidir.
Neyi neden okuyoruz? Okuduklarımız bizi nereye götürüyor? Gittiğimiz yerde nelerle karşılaşıyor ve nasıl seçimler yapıyoruz? Yaptığımız seçimler, hayatımızı nasıl etkiliyor? Bunların cevabını verebiliyorsak özeleştiri yaparken konunun ÖZ’üne inebiliriz. Konunun özüne inildiğindeyse insan o konudan daha çok fayda sağlayabilir. Ama yüzeysel okumalar ve yüzeysel düşüncelerle yapılan özeleştiri ilk olarak insanın kendisine yaptığı haksızlıktır.
Bunun gibi, bir birey kendisine haksızlık yapmaktan başlarsa; diğer insanlara haklı olarak davranması ve karşısına çıkan konularda haklı eleştirilerde bulunması beklenemez.
“Eleştiriyi nasıl yapmalıyız? Veya eleştiriden neler bekliyoruz?” üzerine birçok yazı yazılmıştır. Gördüklerim üzerine nasıl eleştiri yapılacağı öğrenilememiş ve tanınmamış insanlara hakaretler kolaylıkla yapılır hale gelmiş. Burada savunacağım konu bir insanın şahsiyeti değildir. Aslında bazı insanların savunulmaya bile ihtiyacı yoktur. Güneş gibi aydınlık bir hayatı olan insanı savunmak yerine o güneşten faydalanmak daha mantıklıdır.
Peki, neden şahıslar hakkında eleştiri yaparken tek tarafın yazdıklarını okuyarak, çizdiklerine bakarak, söylediklerini dinleyerek eleştiri yapıyoruz? Birde yaptığımız bu eleştirinin bize fayda vermesini bekliyoruz.
Dünya yaratıldığından bu yana ortada birden fazla görüş vardır. Eğer birden fazla görüş olmamış olsaydı; bilim, ilim, fen… gibi alanlarda gelişme olmazdı ve tek düze bir hayat yaşardık.
Peygamberimiz (s.a.v.) hadis-i şerifinde: “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” buyuruyor. Buradan yola çıkarak anlıyoruz ki; insanlar her zaman aynı düşünceye sahip olmayabilir. Ve aynı görüşe sahip olmamak da bile hayır vardır. Ehl-i hidayet için bu hadis-i şerifin beyanı bir nimet iken; ehl-i dalalet için kıyametin kopma nedenlerinden bir tanesi olabiliyor.
Çünkü kimi grup insanlar bir konuyu veya kişiyi savunurken, o kişinin yanlışları bile olsa ona yanlış diyemiyor ve hataya düşüyor. Yanlış deseler savunduğu düşünceye, kendilerini ihanet etmiş sayılıyorlar. Doğal olarak da böyle bir tutum insanları adaletsizce eleştirilere sürüklüyor.
Asıl olan hayatta tek görüşün olması gerektiği midir? Yoksa birden fazla görüş içinde akıl ve iman yolu ile doğru görüşü benimseyerek diğerlerine ibret nazarıyla bakarak imanımızın artmasına vesile yapmak mıdır? Ya da bencil ve bilgisizce davranarak bir kısım aydın insanın peşinden giderek yanlışını, doğrusunu, başarısını, başarısızlığını aynı kefeye koyarak o insanları yüceltmek midir? Ya da iyilik ve fedakârlık yapan insanların, bu yaptıklarını hiçe sayarak kendi menfaatlerimize ters düşenlere karşı onlar hakkında adil olmayan hükümler vermek midir?
Üslubu belli olmayan eleştiri tarzının kime faydası vardır? İnsan, kendine faydalı olmadan bir başkasına faydalı olabilir mi? İnsan, kendi hayatına ışık tutamıyorsa; başkasının hayatına güneşi getirebilir mi? İnsan, doğruları doğru olarak göremiyorsa; diğer insanlara hakikati öğretebilir mi?
Doğru eleştiri yaparken; adaletli davranılmalı ve eleştirilen kişilerin haklarını yemeden ve şahıslara hakaret etmeden eleştiri yapılmalıdır. Kesin hüküm vererek o insan ‘kötüdür’ denilmemelidir.
Yaşadığımız dünyamıza güzellikleri ve doğruları aldığımızda; aklımızdan, kalbimizden, gönlümüzden doğru ürünler çıkacaktır. Yaşadığımız dünyaya çirkinliği, kötülüğü aldığımızda; onsekizbin âleme bakan latifelerimizi körelterek o ruh dünyamızdan hiçbir şeye yaramayan ürünler çıkacaktır.
Evet, her duruma, her olaya, her bir nesneye iman nazarı ile bakarsak; hakikate ulaşmamız daha kolay olabileceği gibi hayatımız nurlanacak ve ruhumuzun her bir köşesi aydınlanacaktır.
Hayatımızı iman nuru ile nurlandırdığımızda; ne bir adaletsizlik, ne de yaptığımız bir eleştiride yıkıcılık, ne de bölücülük olacaktır.
İmandan aldığımız birliktelik şuuru ile insanlar arasında gördüğümüz yanlışları veya izinden gittiğimiz doğruları anlatırken; o konu hakkında yaptığımız eleştiriler, gerçek bir eleştiriye dönüşecek ve ani olarak hüküm vermeden, doğruyu bulacağız.
Hayatta hiçbir şey sabit değildir. Bugün ehl-i dalaletin safında olan bir insan; bir gün sonra hidayet bulabiliyor. Bugün ehl-i hidayetin safında olan bir insan (Allah c.c. hepimizi dini üzerine sabit kılsın); bir gün sonra ehl-i dalaletin safına geçebiliyor. Bunun için kesin hükümler vermemek lazım.
Allah c.c. yolumuzu bizlere göstermiş. Vasat olanı seçerek, hidayet yolunda yürümek için gayret etmek; geçmişi unutmadan, gereği gibi ve gereği kadar hatırlayarak geleceğe umut ile bakabilmenin azmini göstererek yaşamak duasıyla…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.