Elif GÜNEŞTEKİN

Elif GÜNEŞTEKİN

Elektrik 4 ve Ağ

Bismillahirrahmanirrahim

“İmana gelmeyen Kureyş reisleri Peygambere (A.S.M.) su-i kasd edeceklerini ve o su-i kasdın içinde, en zaif ve en küçük bir hayvan olan örümcek o reislerin o şiddetli hücumlarına karşı mukabele edip galebe edecek. Yani: Örümceğin hanesi olan ağ, en zaif bir perde iken, o kuvvetli reisleri mağlub edeceğini göstermekle, ayet diyor ki: “En zaif bir hayvana mağlub olacaklarını faraza bilse idiler bu cinayete, bu su-i kasda teşebbüs etmiyeceklerdi.” (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 127)

“Zaman ve mekan ile mukayyed olmayan seyr-i rûhanî” der Üstadım Muhâkematında.

Seyr-i rûhanî üçüncü tabaka-i hayat gibidir.

Semavâtın ulumları, üçüncü tabaka-i hayat ile anlaşılır.

Doğru hikmetin kuvveti, Kıble ve Kâ’be’den semavatın ulumları olan Arş’a kadar çıkabilir.

Küreviyet-i Arz gibi semavatın ulumları bir sadakat meselesidir.

Sadakat da zihni insafa getirir.

Semavatın arşa kadar takılı amûd-u nuranisi ile seyr-i ruhani yapılır.

Arş ve ferşi birbirine bağlayan bir asansör sistemi gibi parlak bir sütundur.

Işığın fezada mesafe kat etmesini izah eden, elektrik alan kavramıdır.

Yüklü cisimlerin ivmeli hareketlerinden, elektrik alanlar oluşur.

Bir önceki formül yazısında ivmeden bahsetmiştik.

“Bir kütle diğer bir kütleye çarptığında hızı değişir; hız değiştikçe momentumu değişir; momentumu değiştikçe ivme yapar.

O vakit bir şeyin ivmesini bulmak için kütleleri çarpıştırmak lazımdır.”

Formül

İşte bu kütlelerin elektrik yükleri, elektrik alanlar oluşturur.

Bu yüklerin birbirleriyle iletişimi elektrik alanlar neticesi ile olur.

Bir nevi elektrik alan elektrik kuvveti için gerekli iki yük arasındaki iletişim ağıdır.

Gel gidelim Ceziret’ül Arab’a:

Manevî tevatür derecesinde bir şöhretle, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Ebu Bekiris Sıddık ile, küffarın takibinden kurtulmak için tahassun ettikleri Gâr-ı Hira'nın kapısında, iki nöbetçi gibi iki güvercin gelip beklemeleri ve örümcek dahi perdedar gibi, hârika bir tarzda, kalın bir ağ ile mağara kapısını örtmesidir. (Zülfikar)

Elbette ki örümcek, emr-i ilahi olan nizama itaat eder. Bu itaat, zayıf ve küçük bir örümceğin şükür ve şevkini gösterir. Ve o küçük vücuda in’am edilen elektrik alan gibi örümcek ağı, fenni elektrik lisanı zişuurlarla konuşur;

“Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur.” (Mektubat)

Şu hakikati isbat eder.

Buradaki vaziyet; Kur’an’ın daima talim etmesidir.

Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm;

“Gar mes'elesinde, Ebu Bekiris Sıddık ile beraber halâs ve kurtuluş ümidi tamamıyla kesildiği bir anda, لَا تَخَفْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَا "Korkma, Allah bizimle beraberdir" diye Ebu Bekir-is Sıddık'a verdiği teselli ve tavk-ı beşerin fevkinde bir ciddiyetle, bir metanetle, bir şecaatle, havfsız, tereddüdsüz gösterdiği vaziyet; elbette sıdkına ve nokta-i istinadı olan Hâlıkına itimad ettiğine güneş gibi bir bürhandır. (İşârât-ül İ'caz s, 106)

Zira Yasin süresinin ilk ayetleri Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sırât-ı müstakim üzere olduğunu beyan ederek;

Resulü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tereddüdsüz gösterdiği vaziyet ile Hâlıkına itimadı vahy-i Semaviye tabi olmasını isbat ediyor.

Kur’an; İnsan ve kâinatı birbirine misaller ile rabtederek üç mühim suale daima ayetleri ile cevab verecek bir iletişim ağı kuruyor.

Bu mühim sualler

Nereden geliyorsunuz? Necisiniz? Nereye gidiyorsunuz?

Örümcekler titreşim yoluyla iletişim kurarlar. Evet şu suallere titreşimleri ile cevab alacağız. Lakin bu titreşimler kulak ile işitilemez ancak itme ve çekme kanunları olan mazarratları def ve menfaatleri celb ile terbiye eden Rahman ve Rahim isimlerinden vicdandan işitmeye çalışalım.

Küreviyeti arzın nedeni kütleçekimdir. Başta demiştik bu bir sadakat meselesidir. Aynı şekilde Gâr meselesindeki örümcek dahi ağlarını örerken kütleçekim etkisinden faydalanır. Emri ilahi olan kütleçekim en basit bir yerde bile faaliyet gösteremese ispatı olamaz. O cihetle kureviyeti arz nasıl kendinde kütle çekimi gösteriyorsa en basit örümcekte dahi bu kanun işlemektedir. Bu da bize Hâlık’ı isbat eder.

Bu şekilde kutleçekimi kabul etmeyen ve bir örümcek ağına ikna olmayan ruhsuzdur. İnsafsızdır. Dar düşüncelidir.

Bu dahi bir sadakat meselesidir.

Elektrik alan fezayı kaplayan esirin keyfiyetindendir.

Esirde, ışık saniyede yaklaşık 300.000 km hızla ilerler.

Fen der ki; ışık yerküremizin çevresini saniyede 7 kez dolanır.

Işığın bir yılda aldığı mesafenin adı ışık yılıdır.

Muazzam bir hız.

İlginç bir teori getirelim...

Bir saat tefekkür, bir sene ibadet-i nafile hükmünde... (Kastamonu Lâhikası s, 10.)

Tefekkürü, zihnin bir yılda aldığı mesafe olarak değerlendirelim.

Teori için isbat lazım gelir.

Barla lahikasına gidelim.

O tefekkürde bir günlük işi bir dakikada yapmış. (Barla Lâhikası s, 45)

Hulusi-i Sâni Sabri abinin mektubu ile tefekkür, maddi işlere dahi hız kazandıran derin düşünce sistemidir.

Santral Sabri abimiz yine Barla lahikasinda “derince düşünüp zihnimde takarrür ettiremedim ise de...” der.

Hele Birinci Söz'de Besmelenin derece-i ehemmiyeti ve suret-i temsiliyesi şâyan-ı takdir ve hayrettir. Öteden beri her kitabın ibtidasında "Besmele, Hamdele, Salvele"nin zikrinin vücubu, hoca efendilerimiz tarafından beyan edilmiş ise de, bu gibi nefsi iskât edecek bir temsil işitilmediğinden bu derece zihinde takarrur ve temerküz etmemişti. (Barla Lâhikası s, 44)

Derin düşünce olan tefekkürün hakikati zihin olmakla beraber, onun zarfı olan acz ile nefsi iskat ederek yol alabiliyor.

Tefekkür ışık gibidir. Alan parçacığıdır. Kendi kendine yayılır.

Işık fezada büyük mesafeleri kat eder. Yukarı kısımda belirtmiştik. Işığın hızı mesafeyi ölçmek için zahiri bir algı ile zamanı durduran bir esir keyfiyetindedir. Işık hızında gitmek zamanı sıfırlıyor. Yani ne mazi ne istikbal o an...

Güneşten gelen ışık bize 8 dakika da ulaşır. Işık öyle bir hız ile geliyorki biz onun 8 dk öncesine şahit oluyoruz. Bizim ışığın 9.dk’sına yetişebilmemiz ancak ışık hızına ulaşmamızla imkanı olur. Bu da ancak izni ilahi ile olur.

Semadaki esirde, dünyadaki nazarlarda durağan gibi gelir.

Durağan olmadığının ispatı, elektrik gibi mahlukun esir maddesinin özelliklerinden olduğudur.

Fezadaki yıldızların, ışıklarının gözlerimize ulaşana kadar çok büyük mesafeler kat ettiğini bilmekteyiz. Bu mesafeleri nasıl aldığını ancak elektrik yüklerinin birbiriyle etkileşimi sonucunda oluşturdukları elektrik alan ile anlayabilmekteyiz.

Buna isbat;

Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyeye ittiba et. (Sözler s, 362)

O tahattur-u hükm-ü şer'î bir tasavvur-u vahy verir. O dahi, Şârii düşünmekle bir teveccüh-ü İlahî verir. O dahi, bir huzur verir. Demek Sünnet-i Seniyeye tatbik-i amel etmekle bu fâni ömür, bâki meyveler verecek ve bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir. (Sözler s, 362)

Evet Sünnet-i Seniyye düşündürüyor. Tasavvur-u vahy veren o hükümleri hatırlamak ile zamanı küçültüp alınan mesafeyi artırıyor.

İşte Sünnet-i Seniyye ne kadar ehemmiyetli olduğunu düşündüğün nispette ona bütün kuvvetinle çalışırsın.

Bu cihetle çok büyük bir hadiseye tekrar geri dönelim.

Mekanda, zamanı bükelim. Yani kütlemiz olan okuma kuvvetimizi veyahut enerjimizi artıralım.

Evet Risalet; Korkma der.

Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın söylediği “Korkma” kelamı ilmi ezelinin bir unvanı olan Levhi Mahfuza yazılı altın satırlar hükmünde, elmas bir tefekkürün beyanıdır.

O tefekküre, bir örümcek ağı alet.

Yüklü cisimlerin ivmeli hareketlerinden oluşan foton yani ışık gibi...

Zira “Korkma” mevzunu Üstadımızdan da işitelim.

“Eski Harb-i Umumî'den evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki: Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı'nın altındayım. Birden o dağ, müdhiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları, dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum vâlidem yanımdadır. Dedim: "Ana korkma! Cenab-ı Hakk'ın emridir; o Rahîm'dir ve Hakîm'dir." Birden o halette iken, baktım ki mühim bir zât, bana âmirane diyor ki: "İ'caz-ı Kur'anı beyan et." (Mektubat s, 368)

Rahman, Kur’ân’ı talim etti Rahman süresinin ilk ayetleri.

Kur’an; kainatın hikmetini ve insanın vazifesini beyan ederek Zerreden Şemse kadar yüklü parçacıklar arasında elektrik alanları oluşumuyla radyo dalgaları gibi ışıklı bir yol talim ediyor.

Herbir ayet hangi isimleri iktiza ediyorsa orda o isimler hilkat hükumetin müthiş suallerine cevab veriyor.

Misal, Üstadımız “Ana Korkma” derken; Rahîm ve Hakîm esmaları suallere cevab veriyor.

Sanki bir Gâr Meselesi tahattur ettirilerek zaman ve mekanın kayıtları kırılarak ulum-u semaviye tezahür ediyor.

Evet Risale-i Nurda her suale cevab vardır.

Nur isminin kesif bir âyinesi olan Güneş gibi; Nur isminin Latif bir âyinesi hükmünde olan Risalet-ün Nur Kâinatın hikmetini talim ettiren İ'cazı Kur’anı beyan ile vazifedardır.

Demek Gâr Meselesindeki “Korkma” öyle ulvi bir kelam olmuştur ki ışık gibi katettiği mesafe trilyonları aşsa da bir anda cesedi ihya edebilecek keyfiyettedir.

Bir radyo dalgası gibi...

Çünkü her radyo dalgası ışıktır.

Demek sünnet-i senniyede her bir mesele radyo dalgası gibidir. Alemde, bu haşir neşir devam etmektedir.

Elektrik de Nur isminin nuranî hizmetkarıdır.

Yıldızların çoğu radyo dalgaları kaynağıdır.

Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm sahabeler için “yıldızlar gibidirler” der.

Allahu alem sanki her biri radyo dalgaları kaynağıdırlar.

Bunun isbatı Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan naklettikleri hadislerdir.

Evet fezada yıldızlar radyo dalgaları yayar. Daha çok bilgi sağlarlar.

Onuncu Söz Haşir Bahsi olduğu için bir anda canlanma hakikatine ayna tutarak radyo dalgası gibi yayılma özelliği vardır.

Bu özelliği ile Mekke-i Mükkeremede görülen Zülfikar’ın içinde dahildir.

Radyo dalgaları elektromanyetik dalgaların en uzunu olduğu için çok uzak mesafelerle dahi iletişim kurabilir.

O cihetle bu semavatın ulumları, dünyada bir numunesi keşfedilerek hizmete sunulmuştur.

Aletimiz radyo...

Radyo aleti bu elektromanyetik dalgaları ses dalgalarına çevirir.

Ses dalgaları için bir parça hava da lazım.

Azot ve oksijen gibi iki basit maddeden ibaret olan havanın zerreleri. (Şualar)

Ses dalgalarının frekansları olur.

Sesi algılamak için reseptöre ihtiyaç vardır. Bu da kulaktır. Kulak havadaki enerjiyi alıp titreşim hareketine dönüştürür. Aynı radyo aleti gibi dalga titreşimleri hem bulunduğu yerde, hem de feza da yayılır.

Hattâ kulaktaki zar, nur-u iman ile ışıklandığı zaman, kâinattan gelen manevî nidaları işitir. (İşârât-ül İ'caz s, 70)

Hattâ o nur-u iman sayesinde, rüzgârların terennümatını, bulutların na'ralarını, denizlerin dalgalarının nağamatını ve hâkeza yağmur, kuş ve saire gibi her nev'den Rabbanî kelâmları ve ulvî tesbihatı işitir. (İşârât-ül İ'caz s, 70)

Evet kulak zarına ses dalgaları gelir burada titreşimleri kuvvetlenir radyo makinesi gibi.

Yani ses hava aracılığıyla yayılır.

Ses dalgalarından oluşan frekansları ve dağılan enerjiyi ise dimağ algılıyor.

Ses dalgalarının maddeye tesir ettiğini ve her dalganın etki ettiğini bilmekteyiz. Kulaktan daha ince bir reseptör olsa ortamdaki her ses dalgasını işitebilir. Evet kulaktan daha ince bir reseptör olan Dirayetimiz olan İz’an.

Üstadımızın söylediği gibi kulaktaki zar nur-u iman ışıklandığı zaman;

Evvelinde söylemiştik radyo dalgaları da ışıktır. Kulak zarı içinde bulunan kemikler radyonun yaptığı titreşimi yapar. Gelen ses enerjisinin titreşimini sağlar. O vakit gelen sesin enerjisi çok etkili bir şekilde ışık yayar. Işıkta Nur isminin tecellisi olduğundandır ki kulak zarı için en ince en latif en gizleri sesleri yayabilen bir keyfiyettedir.

O vakit kulak reseptörlerimizi nur-u imanla açalım.

Üstadımız da der benimle görüşmek isteyen;

Buna mukabil, kat'iyyen size haber veriyorum ki: Risale-i Nur'un herbir kitabı bir Said'dir. Siz hangi kitaba baksanız benimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyade hem faydalanır, hem hakikî bir surette benimle görüşmüş olursunuz. (Emirdağ Lâhikası-2 s,191)

Mesele maddi cihete geldi...

Radyo dalgaları elektromanyetik dalgalardır. Bunlar ortamsız ilerler. Mekana ihtiyacı yoktur. Ses dalgalarının ise mekana ihtiyacı vardır. Radyo çok az enerjili dalgadır.

Elbette bunun da fenni bir izahı var.

Elektriğin bir misali olan yıldırımlar azotu toprağa bağlarlar.

Yıldırım da radyo dalga kaynağıdır.

Radyo dalgaları ışık hızında ilerler.

Alıcı ve verici olan ahize ve nakile sistemlerinden oluşur.

Üstadım bu dalgalara örnek olarak telefon ve telgrafı vermiştir.

Hüve nüktesinde yüzer çiçeklere saksılık eden bir parça toprak içinde, havadan yıldırımlarla toprağa bağlanan azotun toprak içinde ki molekül ayrıştırıcı mahluk lar olan bakteriler aracılığı ile o bitkilere lazım gelecek amonyağın üretimine yani azotu bitkinin büyümesi için daha elverişli bir molekülü çevirmesi hakikatini göstererek hayat ve mevtin birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğunu ve bu dönüşümlerin vahy-i semaviden gelen emri ilahi ile olduğunu elektrik ile ışık hızında gönderilmesi isbat eder. Bir parça toprak ve bir parça hava hayat ve mevt ile elektrik şebekesi kurarak elektrik enerjisini aktaran bir sisteme çevirici özelliğiyle her şeyin aslında bir Kadiri külli şeyin kudretine bağlı olduğunu Kadir esmasının tecellisi olan ve fezanın keyfiyetine mazhar olan fenni elektrik ile kör olmayanlara gösterir.

Öyle ki elektrik ile gelen bir bağlama sonucu neşvünema hakikati Nurlarda da caridir.

Cesedlerin ihyasına misal ise: Çok büyük bir şehirde, şenlik bir gecede, bir tek merkezden, yüzbin elektrik lâmbaları, âdeta zamansız bir anda canlanmaları ve ışıklanmaları gibi, bütün Küre-i Arz yüzünde dahi, bir tek merkezden yüz milyon lâmbalara nur vermek mümkündür. (Sözler s, 112)

Ya o temas eden camid, şuursuz zerreler, hadsiz bir kuvveti ve bir nuru kendilerinde taşımakla beraber; birden yüz kilometre yerlere elini uzatıp, karanlığı süpürüp, temizleyip nurları dolduracak. (Emirdağ Lâhikası-2 s, 118)

Manevî havada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasılki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lâmba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, herbirine tam bir Yâsin-i Şerif düşer. (Şualar s, 685)

İnşâallah Risale-i Nur'un bütün eczaları, o Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın cadde-i nuranîsinde birer elektrik lâmbası hizmetini görüyorlar. (Mektubat s, 330)

Göz bebeği nasıl ışığı soğuruyor bu şekilde bilgi alıyorsa;

Aynı şekilde Işığın temel parçacığı olan fotonlarda atom ve moleküller tarafından soğurulabilir. Bu cihetle atom ve moleküller fotonun enerjisini yani veri lerini alırlar.

Göz bebeği için veri aktarımı ışık olduğu gibi; ışığın temel parçacığı olan foton larda moleküller için bilgi aktarımı yapar.

Göz bebeğin siyahı ışığı en çok soğuran renktir.

Peki bunu Risale’den bakalım Gözün Göz bebeğine...

“Tabiriyle ehadiyeti ve

رَبُّ الْعَالَمٖينَ

ile vâhidiyeti bildirir. Ehadiyet içinde vâhidiyeti ifade eder. Hattâ bir cümlede; bir zerreyi bir gözbebeğinde gördüğü ve yerleştirdiği gibi, Güneş'i dahi aynı âyetle, aynı çekiçle göğün gözbebeğinde yerleştirir ve göğe bir göz yapar. (Sözler s, 456)

Güneş göğün göz bebeği için foton yani ışığın temel parçacığıdır.

Gözbebeğimizin soğurduğu ışık Güneştenten gelir.

Göğün gözbebeği daha uzak mesafelerden bilgi leri almasını sağlayan ışığın temel parçacığı olan foton yani Güneş, Cenab-ı Hakkın Nur isminin bir kesif âyinesi hükmündedir.

Demek fotonda, nuraniyet sırrı tezahür etmektedir.

Ehadiyet içinde Vahidiyeti ifade eden bir hakikat olan ışık ve foton, elektrik ve radyo gibi faaliyetleri iktiza eder.

Radyo dalgaları elektriği ifade ettiği gibi, ışık da fotonu ifade eder.

Veyahut göz bebeği güneşi ifade ettiği gibi, toprak da havayı ifade eder.

Veyahut bir Vahid-i Ehad’a işaret eder.

Risale-i Nur; bu sabit kanunla yazdırılmıştır.

Esma-i Hüsna’nın ism-i Nurundan gelen foton olan Güneşin tecellisine mazhar olduğu gibi, ehadiyet sırrıyla ona bakan ve okuyan bir gözbebeğine ışığı soğurma istidadıyla veri aktarımı olur.

Zira başta demiştik semavatın ulumları bir sadakat meselesidir.

Risale-i Nur’da semavatın ulumlarından sabit emirdir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.