Caner KUTLU
Emek ve Risale-i Nur
Bediüzzaman, ilk çıkış yıllarında, sosyalizm tartışmalarını takip eder. Yeni bir fikir olarak, hem belalı hem de faideli olarak görür. İçindeki faydanın ortaya çıkma şartı ise kudsiyete dayanmasıdır. Kutsal olarak da ortada Hıristiyanlık ve İslamiyet vardır; hasmı olan kapitalizm Hıristiyanlığın elindedir, dolayısıyla İslamiyet dışında bir alternatifi bulunmamaktadır.
Ancak, tarihi akış böyle olmamıştır. Sosyalizm kutsalı dışlamış ve bu sebeple avamın teveccühünü kazanamamıştır. İlginçtir, diğer taraftan Müslümanlar da çoğunlukla hasım tarafında yer alarak, bu fikrin faydalı yaklaşımlarını da ihmal etmiştir. Bu yeni fikir, din karşıtlığının bir enstrümanı olarak da kullanılmıştır.
**
Çalışma imkanlarının ve üretim biçimlerinin çeşitlenmesi, bireyin büyük üretim alanlarında bitmeyen çalışma süreleri ve ağır iş şartlarını reddetmesine imkan sağlıyor. Hizmet sektörünün ve teknolojinin gelişmesiyle, üretim, kişisel yeteneklerin ve farklılıkların değerini de arttırıyor. Aynı şeyi tekrarlamaktan ibaret emek kullanımı azalıyor, bu tür işler makinelere terkediliyor.
Dolayısıyla, dünya, sosyalizmin ilk çıkışındaki gibi, yeni ve fakat başka bir değişim ve dönüşüme hazırlanıyor. Bu aşamada yeniden bir emek anlayışı kurmaya ihtiyaç görülüyor.
**
Bediüzzaman, Sosyalizm'i ortaya çıkaran, sefih ve zalim medeniyetin iki dehşetli sözünü pek çok kereler nazara veriyor:
1. Ben tok olayım, başkaları açlıktan ölse, bana ne!
2. Sen çalış, ben yiyeyim!
Birincisi, sosyal farkındalığı yok ediyor. İnsanları belli büyük sistemlere bağlayarak, dışarıda kalanlara hayat hakkı vermiyor. Sigorta sistemi, görüntüde bireyi korurken, aslında doğumdan itibaren mahkum ediyor. Başkalarınca önceden planlanmış bir yaşam, sürekli yeni garantiler isteyen bir ilerleyişle akan bir yol..dünya bir film platosuna çevriliyor; herkese belirli roller biçiyor ve dışına çıkılmayı reddediyor. Hayatı mesleği ve işi olan insanlar, ilişkilerini ve inançlarını da buna bağlı kuruyor; 'kariyercilik' bu hayatın felsefesi olarak kuruluyor. İnsanın güzellik ve zevk anlayışları 'kültür' tarafından belirleniyor..her türlü düşünce ve inancın kültüre doğru evrilmesi isteniyor. Belli yöntem ve şekiller dışında kalanlar dışarı ya da öteki kabul ediliyor ve onları yok etmeye meşru zeminler oluşturuluyor. İnsan, demokrasi kavramının içinde, ancak (demokrasiye) karşıt bir zulmün ve kuşatılmışlığın döngüsüne mecbur bırakılıyor.
Propaganda ile, yalan revaç buluyor; hakikat öldürülüyor, gerçeği arayan insan istismar ediliyor. İnsandan firavun, ancak en küçük şeye boyun eğecek firavun-u zelîl üretiliyor. Sürekli açlık vurgusu dile alıştırılıyor, tüketim azdırılıyor. Zaruri olmayan şeyler, zaruriyat sınıfına geçiriliyor; harama mecbur ediliyor. Ailede şefkat, hürmet ve itaat bitmeyen hesaplara mağlup ediliyor. Toplum derd-i maişet belasına müptela oluyor. Menfaat üzerinde dönen bir toplum ve siyaset, birey sayısınca canavarlar doğuruyor; başkalarını yemekle besleniyor, herşeyi buna alet ediyor. Kudsî hakikatler, doymak için, ucuz bir dünya malına satılabiliyor.
İkinci dehşetli söz ise, emeği ve çalışmayı öldürüyor; çalışmadan kazanmayı teşvik ediyor. Sermayeyi emekten koparıyor. Emeğin kazanma ümidini öldürüyor. Kendine borçlu ederek, emeğini, hayatını, ailesini hatta kutsallarını elinden alıyor. Maneviyatını mahvediyor.
Avrupa'nın sefih ve zalim sistemini ayakta tutan bankacılık sistemi: 'sen çalış, ben yiyeyim' sözünü kurumsallaştırmış oluyor. Avrupa sefahet ve zulmünün binası tamamen bankalar üzerinde yükseliyor. Aldananlar içine batıyor, çıkamıyor, bankalar sürekli kurbanlar istiyor; emek ezilirken sermaye emeksiz kazanıyor, aralarındaki ihtiyacı kaldırıyor, uçurumu derinleştiriyor.
***
İslâm anlayışında, zarureti aşan sermaye sosyal bir sorumluluk getirir. "Ben zeka ve çalışmamla elde ettim, mal benimdir" demek yoktur. Mal ve sermayeyi biriktirmemek ve sosyalin hizmetinde bulundurmak bir vazifedir.
Bediüzzaman Avrupa'nın iki dehşetli anlayışına karşı Kur'an eczanesinden iki ilaç öneriyor.
1. Zekât..elindekilerin belli miktarını, rızayı İlâhi için, ihtiyaç sahiplerine vermektir. Sadece mal ve sermaye ile de değil insanın sahip olduğu herşeyle yapılabilecek birşeydir. İlmin zekatı olduğu gibi, yeme içmenin, aklın, kalbin (hatta gönlün), gözün kulağın, sağlığın, bedenin zekatı; sevincin paylaşılması, güleryüzün yayılması, selâm ile barış ve dostluğun, cemaate katılmak ile kardeşliğin paylaşılması, sadece insanlara değil başka mahlûkata da (çevre duyarlılığı) sorumluluk duyulması olarak sayısız çeşitleri bulunabilecektir.
"Komşusu açken tok yatan bizden değildir" nebevî fermanına her işte uymaktır.
Böylece toplum tabakaları arasındaki sevgi ve barış, dostluk ve kardeşlik köprüleri atılacaktır.
İman sebebiyle her bir mahlukla kurulan bağ, büyük bir kuvvet olacak; 'yaratılmış' olmak nedeniyle, acz ve fakr noktasında kurulan eşitlik, sosyali bir düz çizgide birleştirecektir. Acz ve fakrın hissettireceği birlikte iş yapmak, ortaklık, ittifak dürtüsü ile birey toplumun şerefli birer ferdi olacaktır. Zekat vermekle ve almakla, bir kudsî işin parçası olmak, ibadet zevkini birlikte paylaşmak zengin ile fakiri bir manevi ortaklığın eşit tarafları yapacaktır. İhtiyaç fazlasını başkalarının hakkı olarak düşünen ve hak sahiplerini kaçırmak istemeyen bir zenginde yeşeren merhamete karşılık, rızkının sadece Allah'ın garantisi altında olduğunu düşünen bir fakir de kendine Rabbanî hediyeleri getiren zengine hürmet ve itaat taşlarını döşeyecektir.
Zekatın toplumda yer bulması ile, ağza atılan her lokma, verilen emekler sayısınca şükrü (ve teşekkürü) de beraberinde getirecektir. Burada elma yerken, cennette şükür yiyeceğini, böylelikle, daha dünyada, yaşayarak öğrenecektir.
İslâmın ikinci ilâcı ise faizin kaldırılmasıdır. Bankacılık sisteminin, değiştirilmeden, dönüştürülmeden, yumuşatılmadan; tamamen yıkılmasıdır.
İslamda biriktirmek ve saklamak yoktur. Garantiye almak yoktur. Kullanmadığın sermaye senin değildir. İnsan için ancak çalıştığı kadarı vardır. Emeğin tam karşılığını alması kendi emeğinin kazancını da kendinde toplaması (malikiyet) ile mümkün olur.
Artık yeni dünyada ücretli olmak da değil, emeğinin karşılığını bire-bir belirlemesi ve alması gerçekleşmelidir.
Beraber çalışmak, işte ortaklığın tesisini zorunlu kılar; emek ve sermaye arasındaki ilişki ancak bir ittifak düzleminde olabilir. Sermaye emeğin hakkını teri kurumadan vermek, emek de sermayeye, anlaşmaya itaat çerçevesinde muhatap olmak zorundadır.
Bitmeyecek bir ortaklık olamaz. Kişi, malının olduğu gibi emeğinin de sahibidir ve istediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir.
Emeğin, sahibine ait olması, emek ve birey serbestiyetini gerekli kılar. Birey, bu serbestiyeti nedeniyle, iradesi dışında bir ayrıma tabi tutulamaz.
Bediüzzaman'a göre yeni dönem, emek için bir serbestiyet ve malikiyet devri olacaktır.
***
Sosyalist düşünce, yüklü entellektüel yapısıyla, eğer Kur'anı keşfederse müthiş bir patlamayı tekrar yapabilir. Bu noktada, Risale-i Nurlar değerli bir kaynak olabilir.
Şurası da bir gerçektir ki, iyi bir 'fikir işçisi' Risalelerin bilinmeyen başka yönlerini de anlayabilecektir. Hatta bu ortaklıktan, Nur talebelerinin de bir yenilenme imkanı bulabileceği umulmalıdır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.