Afife ARTIK
Emirdağ Müzakerelerinin İkincisinden Notlar
Risale Akademi’de devam edegelen Emirdağ Müzakerelerinde bu hafta üzerinde durulan mektublardan önemli çok noktalardan bazıları bunlar oldu:
- Said Nursî, kendisinden neden Mustafa Kemal’in üçyüz lira maaşla Doğu İllerinin umumî vaizliği teklifini kabul etmek sureti ile ihtilalde ölen yüzbin adamın kurtulmasına vesile olmadığını kendisinden sual eden büyük memurlara –mealen- böyle cevap veriyor: “Eğer o teklifi kabul etse idim, hiçbir şeye alet olamayan ve tâbi olmayan ve sırr-ı ihlası taşıyan Risale-i Nur meydana gelmez idi. O adamların yirmişer otuzar sene dünyevî hayatlarını kurtarmadığıma bedel, yüzbinler vatandaşın milyonlar sene uhrevî hayatlarının kurtulmasına Risale-i Nur vesile olmuştur.” Burada Bediüzzaman’ın muazzam bir kar zarar hesabı yaptığını, anlık neticeleri değil geleceğe bakan neticeleri gözettiğini; geçici olana değil kalıcı olana yatırım yaptığını görmekteyiz.
- Said Nursî, birkaç milyon Avrupa-perestlerin kıyafetlerini giymektense azimet-i şer’iyye ve takva ciheti ile yedi milyar zâtların kıyafetinde bulunmayı tercih etmiştir.
- Said Nursî, ağır işkenceler altında bulundurulmasından endişe duyan talebelerine ve kardeşlerine diyor: “Beni merak etmeyiniz. Sevabın ziyade olması, bana sıkıntıları bir cihette sevdirir ve Nurların intişarına başka sahalarda meydan açar. [i]”
- Emirdağ Lahikasının 4 ve 5. Mektubları olan Ankara ehl-i vukufunun ittifakla verdikleri raporun suretinden bir parça ve Denizli Mahkemesinin ittifakla verdiği kararın suretinden bir parça bu cümlenin Risale-i Nur ve Said Nursî hakkında geçerli olduğunu isbat ediyor: “Fazilet odur ki, düşmanlar dahî onu tasdik etsin. ”
- Said Nursî, hapishanede yazılan Meyve Risalesinin nüshalarını “Yusufî meyveler” olarak tanımlıyor ve onları tashih ederken o derece kıymetli ve kuvvetli görüyor ki bağırarak diyor: “Bütün çektiğimiz hapis sıkıntıları yüz misli ziyade olsa da, yine bu Meyve Risalesi, yüz derece daha fazla iş görmüş. En muannidleri de imana getirerek geniş dairelerde kendini zevkle okutturuyor. [ii]”
- Bediüzzaman, Cumhuriyetin bunları teminat altına alması gereğine vurgu yapmaktadır: Hürriyet-i vicdan, hürriyet-i fikir-i ilmiye, hürriyet-i kalem. Kendisinin bu ve daha çok hürriyetlerden mahrum bırakılması üzerine hükûmet-i cumhuriyenin bütün erkanlarına ve dünyaya ilan eder ki: “Kur’an-ı Hakîm’in sırr-ı hakikatiyle ve İ’cazının tılsımiyle, ve benim ve Risale-i Nur’un programımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün idam-ı ebedîsinden iman-ı tahkiki ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir. ” Demek ki bu mübarek milletin her nevi anarşilikten muhafazasına çalışmak Risale-i Nur Talebelerinin vazifesidir. Bu vazife ancak tahkiki imanı ders vermek iledir, bu da Kur’an hakikatlerinin sırrı ile ve Kur’anın mucizeliğinin tılsımı iledir.
- Asayişi muhafazaya bütün kuvveti ile çalışmasına rağmen vatana zararlı biri imiş gibi sürekli yargılanan, tutuklanan Said Nursî; eğer siyasetle uğraşmak, idareye ilişmek ve asayişin ihlaline bir meyil bulunsa idi “Karşımda kimler var ve dünyada neler oluyor, bana kim yardım edecek?” diye soruşturacağını merak edeceğini ve yirmi senelik hayatında gazeteleri takip etmemesi, dünyada olanları merak etmemesi ve hükûmetin erkanlarını –bir kaçı müstesna- bilmemesinin kendisinin bu gibi bir hal içinde olmadığını isbat ettiğini beyan ediyor. Bu ifadeleri mefhum-u muhalifi ile düşündüğümüzde anlıyoruz ki siyasetle, idare ile ilgilenenler daima hadiseleri takip ederek karşısında kimler olduğunu, kimlerin kendisine yardım edeceğini araştırırlar. Karşısında fikr-i küfrîden başka düşman tanımayan Said Nursî ise imanın cereyanında olup başka cereyanlar ile alakası olmadığını mükerreren ifade ve beyan ve izah ve isbat etmiştir. Göz önünde olan hayatını ve arkadaşlarını da buna şahit tutmuştur.
- Anarşilik hesabına Said Nursî ve arkadaşlarına ilişenler bu yöntemleri kullanmışlardır: Habbeyi kubbe yapmak, sinek kanadı kadar ehemmiyeti olmayan hadiseyi dağ gibi göstermek. Şeytanlar ister insî olsun ister cinnî, bu metodu kullanırlar.
- Said Nursî, bütün bu tazyikler, tacizler, tahrikler, iftiralar, haksız zulümler karşısında diyor ki: “Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki: Binler haysiyet ve şerefimi bu vatandaki bîçarelerin istirahatına ve onlardan belaların def’ine fedâ etmek için bana öyle bir halet-i ruhiyeyi ihsan eylemiş ki; ben de, onların yaptığı ve niyetinde bulundukları tahkirat ve ihanetlere karşı tahammüle karar vermişim. Bu milletin asayişine, hususen masum çocukların ve muhterem ihtiyarların ve bîçare hastaların ve fakirlerin dünyevî istirahatlarına ve uhrevî saadetlerine binler hayatımı ve binler şerefimi feda etmeye hazırım…[iii]”
- Said Nursî diyor: “Biz bütün kuvvetimizle anarşiliğe bir sedd-i Zülkarneyn gibi, bir sedd-i Kur’anî te’sisine çalışıyoruz. Bize ilişenler, anarşilik ve belki koministliğe zemin ihzar ediyorlar. ”
- Said Nursî diyor ki: “Bana lüzumsuz evham yüzünden eziyet edenlerin yakında ölümle idam-ı ebediyeye giriftar olacaklarını düşünüp, hakikaten acıyorum. Ya Rabbi, onların imanını Risale-i Nur’la kurtar! İdam-ı ebedîden, sırr-ı Kur’anla terhis tezkeresine çevir! Ben de onlara hakkımı helal ediyorum. ”
- Ceylan Ağabey’in kendisine yağmursuzluk ve yağmur duası ile ilgili sualine cevap verdiği 14. Mektubda Üstad diyor: “Yağmursuzluk bir musibettir ve cezay-ı amel bir azaptır. Buna karşı; ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazînane yalvarmakla ve pek ciddi nedamet ve tevbe ve istiğfar ile karşılamak ve sünnet-i seniyye dairesinde, bid’alar karışmadan, şeriatın tayin ettiği tarzda dergah-ı İlahiyye’ye iltica etmek ve dua ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmektir. [iv]”
- Hastalık, kuraklık, musibet zamanları duanın vakitleridir. Hastalar Risalesinde izah edildiği gibi eğer dua ile onlar kalksa dua kendi sebebini ortadan kaldırmış olur ki hikmete münafidir. Demek dua etmemizin sebebi yağmur yağsın, hastalık gitsin, musibet sona ersin diye değildir; duanın vakti gelmiş olduğu için dua ederiz. Dua bir ubudiyettir.
- Deniz dibindeki balıklar ilim talebesi için istiğfar ederler, zalimlerden ise şekva ederler ki; onların zulmü sebebiyle yağmur kesilir, bizim nafakamız da azalır diye. Bu zamanda öyle zulümler ve günahlar var ki rahmet istemeye yüzümüz kalmıyor ve masum hayvanlar bile azab çekiyorlar.
- Bediüzzaman bu iki ayetin Risale-i Nur’un iki parlak ve kutsî istinad noktası ve âb-ı hayat çeşmesi olduğunu söylüyor: شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِماً بِالْقِسْطِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ[v] ayeti ve
قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ [vi] ayetidir.
- Regaip Gecesi ve Miraç Gecesi gibi, Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam ila alakalı mübarek geceler ile bütün kainat ve melekler alakalıdır ve o geceleri alkışlarlar.
- Said Nursî diyor ki: “…Hakaik-i imaniye ve hizmet-i Nuriye-i kudsiye, kainatta hiçbir şeye alet olamaz. Rıza-yı İlahîden başka bir gayesi olamaz. Halbuki şimdiki cereyanların tarafgirane çarpışmaları hengâmında bu sırr-ı ihlası muhafaza etmek, dinini dünyaya alet etmemek müşkilleşmiştir. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inayet ve Tevfik-i İlahîye’ye dayanmaktır. [vii]”
- “Müslümanlar içinde tarafgirane cereyanlar yüzünden, böyle masumlar zulümden kurtulamıyorlar. ” (yine 18. mektubdan)
- Risale-i Nur’un fıtrî talebeleri; çocuklar ve dünyadan ürkmüş veya küsmüş kadınlardır. Bunlar için Risaleler hakiki bir manevi gıdadır. Hasta ve yaşlıların ise fıtrî olmasa da vaziyetleri itibariyle Risale-i Nur’a ekmek ve ilaç kadar ihtiyaçları vardır.
- Said Nursî Emirdağ lahikasının 21. Mektubunda diyor ki: “Risale-i Nur ve şakirtlerinin meşgul oldukları vazife, ruy-i zemindeki bütün muazzam mesailden daha büyüktür. Onun için; dünyevî merak-âver meselelere bakıp, vâzife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyvenin Dördüncü Mes’elesi’ni çok defa okuyunuz, kuvve-i maneviyeniz kırılmasın. ”
- Bu günümüze ve bu mektublara baktığımızda bu mektubların yetmiş sene kadar evvel yazıldığına hayret etmemek mümkün değildir. Zira tam da bu güne reçeteler sunuyor. Rabbimiz bu reçeteleri gereğince tatbik etmeyi nasib etsin ve her türlü anarşinin önünü bunun ile seddetsin. Zira bu eserlerin buna kâdir olduğu bu güne kadarki tesiri ile müdelleldir.
- “Ehl-i dalalet, muvakkat hayata karşı mücadele ediyorlar. bizler, ölüme karşı nur-u Kur’an ile cidaldeyiz. [viii]”
- Bekaya bakmıyan küçük dünyevî ve geçici meseleler ile meşgul olmak, merakla onları takip etmek Kudsî vazifemize zarardır. Bütün kuvvetimiz ve merakımızla, vaktimizi kudsî vazifeye hastermeliyiz. Onun haricindekileri mâlâyâni bilip, vaktimizi zayi etmemeliyiz. Çünki elimizde nur var topuz yoktur. Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse, nur gösteririz. Vaziyetimiz bir nevi nûranî müdafaadır.
- Usûl-i İslamiyetin ehemmiyetli bir düsturu: “zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz. Ona şefkat edip acınmaz. ”
- Risale-i Nur’a hizmet etmek, onun yolunu açmaktır. Tâ ki ehl-i imana ulaşsın, akıllara ve kalblere tesir etsin.
- Said Nursî; Denizli Hapishanesini bir imtihan medresesi olarak isimlendirmiştir. Ömr-ü mübâreki müddetince her nerede bulunursa bulunsun orayı medrese tâbir etmiş böylelikle Allah’a kul olmanın, ibadet etmenin ve daimî huzuru hissedip Rabbisine muhatap olmanın belli bir mekanı bulunmadığını, insanın akıl ve kalbi ile nerede bulunursa bulunsun Rabbi ile irtibatlı olabileceğini ders vermiştir. Bulunulan her mekanı medrese yapmaya da bu vesile ile teşvik etmiştir. Her bir Nur Şakirdi hanesini bir medrese yapmalı tavsiyesi de burada hatırlanmalıdır ve bunun tahakkuku ile nesilden nesile Kur’an nurunun intişarı mümkün olacaktır. Toplumda etkinliği ve yaşanabilir kılınması da ancak hanelerde etkin olması ile olabilir.
- Risale-i Nur, her türlü anarşiliğe karşı bir seddir. Hepimizin (Kürt, Türk, Laz, Çerkez, Ermeni, Rum, Arap ila ahir) hanesi olan bu vatan topraklarında ve hususî hanelerimiz olan evlerimizde ve şahsî hanemiz olan vücud üklemizde (akıl, kalb, ruh, nefis, latifeler…) her türlü anarşiyi Risale-i Nur’un Kudsî düsturları ile durdurabiliriz. Bu kudsiyet elbette Kur’anın nuruna ayine olması sebebiyledir. Kur’an nurunun hâkim olduğu yerde zulmetler elbette dağılacaktır. Hakkın hakimiyeti bâtılı zâil eder.
[i] Emirdağ Lahikası – 1, erisale 3. Mektub; Envar N. s.13 (İstanbul 1996)
[ii] 11. Mektub, s.27 (erisele- Envar N)
[iii] 13.mektub, s.30
[iv] 14. Mektub s.34
[v] Âl-i İmran Suresi 19 Ayet :” Şehadet eyledi Allah şu hakikate: ‘Başka ilah yok, ancak O’, bütün meleklerle ilim uluları da adl-ü hakkaniyetle durarak şahid: ‘başka ilah yok ancak O, Aziz O, Hakîm O” (Elmalı tefsirinden alınan mealdir)
[vi] Âl-i İmran Suresi 26. Ayet: “(Resulüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.”
[vii] 18. Mektub, s.39
[viii] 21. Mektub s.43
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.