Himmet UÇ
Ene Risalesi-2
Bediüzzaman Ene isimli eserinde bahse sürekli farklı açıklamalarla yeni yeni boyutlar getirir. Ene’deki sapmalara kaynak gösterir. Ene risalesinde sapmalar farklı veçhelerde anlatılır ama İşara t-ül İ’caz’da daha değişik uygulamaları nazara verir. Bu kaynaklar insan bedeninde ruhun yaşaması için iskan edilmişlerdir. Bunu şöyle ifade ederler: ”Tagayyür ve inkılap ve felaketlere maruz ve muhtaç olan şu insan bedeninde iskan edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin birincisi menfaatleri celp ve cezb için kuvve-i şeheviyeyi behimiye, ikincisi zararlı şeyleri def için kuvve-i sebuiye-i gadabiye, üçüncüsü nef ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliye-i melekiyedir. ” (İ.İ. 29)
Akıl, şehvet ve gazap üçü birlikte insan bedeninde ruhun yaşayabilmesi için konulmuşlardır. İşarat-ül İ’caz’da bu üç güç kaynağının dokuz kullanımını tasnif eder bunların altısı istikamet dışı diğer üçü ise istikamettir. Üç şeritli bir yol gibidir, sağdaki, soldaki ve ortadaki, her iki yanda olan sapmadır, sapma açısı yoldan ayrılır gittikçe uşaklaşır. ”Lakin, insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir had ve bir nihayet tayin edilmişse de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan, bu kuvvetlerin herbirisi, tefrit, vasat, ifrat namıyla üç mertebeye ayrılırlar. Mesela, kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi humuddur ki, ne helale ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur ki, namusları ve ırzları payimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise iffettir ki, helaline şehveti var, harama yoktur. İhtar: Kuvve-i şeheviyenin yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi füruatında da bu üç mertebe mevcuttur. Ve keza, kuvve-i gadabiyenin tefrit mertebesi, cebanettir ki korkulmayan şeylerden bile korkar.
İfrat mertebesi tehevvürdür ki, ne maddi ve ne manevi hiçbir şeyden korkmaz. Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattir ki, hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz. İhtar: Bu kuvve-i gadabiyeninfüruatında da şu üç mertebenin yeri vardır. Ve keza, kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabavettir ki, hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki, hakkı batıl, batılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekaya malik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisal eder; batılı batıl bilir, içtinap eder. “Ruhun yaşaması için kendisine faydalı olan şeyleri elde etmesi gerekir, bu şehvet yani genel anlamda istek ile sağlanır. Freud buna libidanal güç der, akıl ve gazaptan habersiz, tek boyutlu düşünür. Ama o da bu gücü yerinde kullananların azizler, peygamberler ve kilise babaları olduğunu söyler.
Bediüzzaman ”ihtinassıratel müstakim” ayetini açıklarken bu meselelere girer. Aynı ayet zincirini Ene risalesinin sonunda bir hayali vakada anlatır. Fatiha’daki izah ile Ene risalesindeki izah değişik mütalaalar ile ihata edilmiştir. Biri ferdi planda diğeri ise dini felsefi ve ictimai boyuttadır. Buradan namazın hergün bu ayetleri kırk kere insanın gündeminde sıcak tutması ihtarı ve istikametli yolun bu duyguların itidalli kullanımından çıktığını izah etmesi.
Bediüzzaman’ın ise mevki ve mansıbca kim olursa olsun herkese ilk sorduğu “namaz kılıyor musun” ifadesinin ne kadar ihata edilmez dini ve fikri ve düzenleyici boyutu olduğunu gösteriyor. Atatürk’e, Celal Bayar’a, birinci meclisteki milletvekillerine daha nice insanlara ilk hatırlattığı namaz hakikatidir. Ene’nin fikri ve ictimai planda doğru düşünmesi burada tersten perspektif ile namazla irtibatlı gösterilir. Namaz kılmayan bir insanın ferdi ve sosyal planda doğru düşünmesi zordur. “İbadet fikirleri Sanii-i Hakim’e tevcih ettirmek içindir” demesi namaz kılan kimsenin muhakkak fikirlerinin Allah’a döneceğini bildiği ve onunla nisbi de olsa bir bağlantı içinde olacağı için “ biz namazın davasını güdüyoruz” demesi onun kafasında namazın ne kadar semavi, arzi, lahuti ve içtimaı bir muhiti ve tesiri olduğunu gösterir.
Buradaki bahis daha çok insanın bedenindeki olaylara endekslenmiştir. İnsan adeta fikir planında ve arzuları ekseninde akıl, kalp ve şehvetten oluşuyor, Bediüzzaman bu üç duygunun tesirlerini birincisi insanın çok zaman hayatın içinde kalan biraz da daha az etkili zihinsel biçimde değerlendirir. Ene risalesinde ise yine aynı şeyler, akıl, şehvet ve gazaptan hareketle daha sosyal bir seviyede ifade edilir. Önceki ahlaki bir boyut iken ikincisi zihniyet ve düşünce tarihi hatta felsefe tarihi ile ilgilidir. Ama garip olan bu duyguların merkezden muhite beşeri, sosyal, dini, felsefi boyutlarının verilmiş olmasıdır. Bediüzzaman din ile felsefeyi iki yol telakki eder ve bunların birlikte yürümelerinden insanlık alemi iyi ve parlak bir saadet ve sosyal hayat geçirmiştir. Ama birlikteliğin kaynağı yine bu üç duygudur. Diyanete itaat etmeyen felsefi yolun sapmaları akıl, gazap ve şehvetten hareket eder. ”Hatta kuvve-i akliye dalında Dehriyyun, Maddiyyun, Tabiiyyun meyvelerini beşer aklının eline vermiş. ”
Dehriyyun islam felsefesi de, zamanın ve maddenin öncesiz ve sonrasız olduğunu öne sürerek maddeden ayrı ve bağımsız bir gücün var olmayacağını savunan maddeci akım. Dehriyye adı özelde İbn El Ravendi‘nin en önemli temsilcisi sayıldığı, X. yüzyılda ortaya çıkmış bir felsefi akımını temsil etmekle birlikte, İslam felsefesinde maddeci ve tanrıtanımazcı düşünce akımlarının genel adı olarak kullanılır. Hatta dünyanın öncesiz sonrasız olduğunu bu yüzden herşeyi yaratan bir ilah düşüncesine yer olmadığını iddia eden Dehriyye akımının kökleri İslam öncesi cahiliye devrine kadar gitmektedir. Evrende olup biten herşeyi dehre bağlamakta, dünyanın dehr içinde başsız sonsuz bir hareket halinde düşünmekte, başka bir yaşama inanmamaktadır. İslam dünyasında sürekli dışlandığından bir felsefi ekol özelliği kazanamamıştır.
Maddiyyun denilen ise materyalistlerdir, varolan bütün herşeyin maddeden evrende olup biten tüm olayların maddi ve fiziksel güçlerden oluştuğunu savunan görüş. Ruhsal varlıkların, şuuru, zihni kabul etmezler. Felsefe tarihçileri bu akıma tanrıtanımazcılık da demişlerdir. Eski yunan atomcularından başlayarak günümüze kadar gelmiş bir sapık akli ekoldür. Demokritos bunu bir teoriye yaslamaya çabalamıştır. Evreni atomların hareketinin meydana getirdiğini savunun bu fikri daha sonra Epikür de devam ettirmiştir. Pierre Simon, Laplace, Darwin, 19 yüzyılda pek çok filozof bu fikri benimser. Marks bu bahsi işler Engels ile maddeciliği, toplumsal ekonomik ve tarihsel boyuta taşırlar. Büchner isimli Alman filozofu Kuvvet ve Madde isimli eseri ile olayı organize eder. 19. yüzyıl bu münakaşalara sahne olmuştur. Lange maddeciliğin felsefi bir temeli olmadığını söyler. Farklı fikirler zikredilir. Günümüzde ise klasik maddeciliğin dayandığı temeller sorgulanmaya başlar. Bediüzzaman milattan önceye dayanan bu yanlış fikir zincirini bütün eserlerinde eleştirir, hatta onun Tevhid mücadelesi bu akıma karşı büyük savaş vermiş ve başarıya ulaşmıştır. Bediüzzaman’ın eserlerinde materyalizmin eleştirisi adına yapılacak bir mukayeseli çalışma ortaya büyük eserler çıkaracak ve dünyada büyük tesir gösterecektir. Bediüzzaman eserlerinde menfi kısımları değil fikrin batıllığını anlatırken kısa şekillerde batıl olan fikirleri arka planda verir. Ama fikirleri bu vadideki bütün filozofların fikirlerinin eleştirisini içine alır.
Akıl vadisindeki diğer sapma ise Tabiiyyun yani natüralistlerdir. Doğacılık denen bu akım doğaüstücü bütün yaklaşımlara tepki olarak doğmuştur. Tabiatta külli bir zihnin varlığını kabul etmezler. Tanrının dünyada bağımsız varlığı düşüncesine, insan ruhunun ölümsüzlüğü öğretisine, ahlaksal düzenin insan eliyle değil Tanrı tarafından konulduğu iddiasına karşıdırlar. Materyalistlerle bunların düşünceleri, hatta Dehriyyun ile fikirleri benzerlikler taşır. Herşeyin ölçüsünü tabiatta bulan, yaşamın tek gerçek yol göstericisinin doğa olduğunu, doğanınkendiğindenvarolduğunu, dolayısiyle de doğayı aşan ya da doğanın dışında bir yaratıcı neden olmayacağını savunan bir biçimde doğanın varlığını inkar eden öğretilere karşı çıkan felsefi okul.
Bediüzzaman bizzat tabiat konusunu Tabiat Risalesi’nde çok yönlü olarak dramatik ve ironik bir şekilde anlatmış ve bu fikrin çıkmazlarını mantıki bir alaycılık ile ortaya koymuştur. Zerre yani atom konusunu eserlerinde çok yerde özellikle Otuzuncu söz isimli eserinin ikinci bölümünde açıklamıştır. Ene ve Zerre risalesi küfrü ve dalaleti dirilmeyecek surette kaleme alınmış hem dini hem de ilmi eserlerdir. Natüralistlerin ve Materyalistlerin fikirlerinin Bediüzzaman tarih içindeki bütün dallarını iyi etüd etmiş ve onları tek tek yıkmıştır. Bediüzzaman’ın bu konudaki mücadelesi sadece dini boyutta değil, biyoloji, kimya, fizik, astro fizik, astronomi, felsefe alanlarında da münakaşa edilecek genişliktedir. Çünkü atom kuramı biyolojik bir kuram olmanın ötesinde birçok bilimin temel dayanağı ve iddiasıdır, oradan dinlere yansımıştır. Bediüzzaman tam asrın mantığına göre olayı çok şubeli olarak izah etmiştir. O bir din yorumcusu olmanın yanında müsbet ilimler denen laboratuvara dayanan ilimlerin de yorumcusudur. Selefden bu yönü ile ayrılır, skolastikten bu yönü ile farklılık arzeder.
Dehriyyun, Tabiiyyun, Maddiyyunalemin anlamlandırılması konusunda insanı bağımsız gördüklerinden alemin insan mantığına göre bir tasarım ve yönetimi gibi saçmalıklarla uğraşmışlardır. Aklı mahkum değil evrene ve hatta Tanrı’ya hakim telakki ettiklerinden saçmalamışlardır. Gazap dalında da Nemrutlar, Firavunlar ve Şeddatlar Allah’ın azamet ve büyüklüğü ile kendi büyüklüklerini yarıştırmak, onunla mübareze etmek gibi bir ahmaklığa düşmüşlerdir. Nemrut bir kule yaptırıp oradan İbrahim’in söylediği gibi bir ilahın bulunup bulunmayacağını araştırmayı düşünecek kadar alalade bir iddianın sahibidir. Firavun üstünlüğünü ve hakimiyetini pekiştirmek ve de tanrılara kendilerini kanıtlamak, maksadıyla Nemrut benzeri tutumlara girmiştir. O da Hz. Musa ile mübareze etmiş ama haliyle başaramamış, sonunda denizde boğulmuştur. Şeddat da yine islam dinindeki cennete benzer bir cennet olduğunu iddia eden bir mekan yaptırmış, kendine inananları oraya inanmayanları da cezalandırmaya girmiştir. Bunların yaptıkları basit muhtevalı davranışlardır.
Üç kuvveden sapmalara neden olan biri de şehvettir, ondakiler şöyledir. “Kuvve-i şeheviye-i behimiye dalında beşerin enzarına verdiği meyveler ise esnamlar ve alihelerdir. Bu ifadeye yaptığı bir haşiyede ise günümüz ile daha ilgili bir sapmayı anlatır. “Yani o sanemmisaller, perestişkarlarının hevesatlarına hoş görünmek ve tecevvühlerini kazanmak için riyakarane gösteriş ile ibadet gibi bir vaziyet gösteriyorlar.“ Bugün toplum bir gösteri toplumuna dönüşmüştür, din bile dekor ve gösteriş haline gelmiştir. Kadınlar, genç kızlar, erkekler, güzel giyinmek gibi bir masum telakkinin arkasında giyimlerini toplumu bir tiyatro gibi, kendilerini bir jön şeklinde telakki edip kendilerini onlara arzedecek şekilde hazırlarlar. “Beşerin enzarına verdiği “ derken sanemlerin putların alihelerin yani burada sadece eski yunandaki heykelleri kastetmiyor, bugün de insanlar alihe ve sanem gibi kendilerini hazırlayıp beşerin nazarına arzediyorlar. Çünkü bugün heykel ve put hayatımızda çok sınırlı bir çevrede görünmektedir, ama günlük hayatta insanlar bir etkileyici biçimde topluma, sosyal alana, kamusal alana çıkmak istemeleriyle sanemmisal oluyorlar. Bediüzzaman burada sanemmisal diyor yani put değil de puta benzer tavırlar ve görüntüler demek istiyor. Yaşama tarzındaki şımarmalar toplumsal sapmalara ve kavgalara neden oluyor, bir dini yapı içine giren samimiyetsiz tutumlar, makam hırsı, görüntü hissi, kendini teşhir etme hissi, para ile olağanüstü ilgi bu sapmaların ve müstakim hattan kaçmaktan dolayıdır. Bugün ülkedeki sorunların kaynağında da yine bu üç duygunun yanlış kullanımları nedendir. Hayatta ne sapma varsa kaynağı bu üç duygudur. Osmanlıda bir hükümdarın kadın ve içki merakı devleti elli yıl fetrete itmiştir.
İnsan adeta fikir planında ve arzuları ekseninde akıl kalp ve şehvetten oluşuyor, Bediüzzaman bu üç duygunun tesirlerini birincisi insanın çok zaman hayatın içinde kalan biraz da daha az etkili zihinsel biçimde değerlendirir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.