![Erdem AKÇA](https://cdn.risalehaber.com/author/965_b.jpg)
Erdem AKÇA
Ruhun Kokusu
Önsöz
Bismillahirrahmanirrahim
“Yaratan hiç bilmez olur mu?” (Mülk sûresi, 14) İlâhî beyanına ve “De ki: ‘O çürümüş kemikleri ilk kez kim inşa etmişse O onları diriltecektir. O, bütün yaratma tarzlarını bilir.” (Yâsin Sûresi, 79) Rahmânî ifade ve tefsirine göre, yaratmak ve diriltmek, bilmeye dayanır. Bilen, yapabilir; bilmesinin derecesine göre de yaptıkları mükemmellik arz eder. Bu değişmez kanun, evrendeki her nesne için geçerli olduğu gibi ahret için de geçerlidir.
Evet yapmasını bilmeyen cenneti ve cehennemi de yapamaz, yaratamaz. Bilmek yani Arapçasıyla ilim, her şeyin temeli, özü, varlığının direğidir. Üstad Bediüzzaman ilmin önceliğini İlâhî sıfatlar açısından şöyle ifade eder: “Kudsî yedi sıfattan bir cihette en birincisi olan ilim.” (15. Şua)
İlim öyle bir sır ve ruhtur ki, kendi kendini ispat eder. Hem ilim öyle bir nurdur ki, kişiye her şeyi olduğu gibi gösterir. Hem ilim öyle bir kuvvettir ki, her şeye boyun eğdirir, ona hükmetme imkânı sağlar. Hem ilim öyle kutsal bir ateştir ki, ona tâbi olanın bencilliğini yakar ve onun benliğini yıkar; ona tâbi olmayanın vicdanını, kalbini, ruhunu perişan eder. Bu manada Hz. Peygamber (ASM) ona en büyük İlâhî ve ilmî sır olan kader mevzusunu soran yeni bir müslümana “Bu ilim, cehennem korlarından bir kordur. Seni yakar” der.[1] Hem ilim öyle bir gözdür ki, kişi onunla sonsuz âlemleri ve güzellikleri görüp temaşa edebilir.
Bu manada Allah (CC), Abdülkadir-i Geylâni’ye (KS) verdiği bir ilhamda şöyle söyler: “Rüyetullah ve müşahede ilimsiz olmaz.”[2] Hem ilim öyle bir makam ve rütbedir ki, bir insanın kendi gayretiyle çıkabileceği en üst mertebe olan “sıddıkiyet” e onu eriştirir. Kur’an bu manada Meryem sûresinde şöyle der: “Vezkur fi’l-kitâbi İbrâhîm! İnnehû kâne sıddîkan nebiyya”[3] (Kitapta İbrâhîm’i de an! Hakikaten O, sıddîk nebi idi.)” Hem Kur’an yine der: “Vezkur fi’l-kitâbi İdrîs! İnnehû kâne sıddîkan nebiyya”[4](Kitapta İdrîs’i de an! Hakikaten O, sıddîk nebi idi.) Kur’an bu âyetleriyle “Sıddık olmayan nebi olamaz” der. Sıddık, hakikate son derece bağlı olan, özü ve sözü daima doğru olan, her şeyi olduğu gibi gören ve gösteren demektir. Ki, epistemoloji ilmi açısından bu “doğruluk” ve “doğru algı” her şeyin temelidir. Peygamberlik müessesesinin “sıdk” üzerine kurulmasının ne kadar köklü, derin, lüzumlu ve ilim için olmazsa olmaz oluşu gayet nettir.
Bu çalışma kendine ve her şeye mana-yı harfî ve tevhid ile bakanların “ilim” dediği; kendisine ve her şeye mana-yı ismî ve şirk üzere bakanların “bilim” dediği aynı hakikate dair bir incelemedir. Bu mevzuda Üstad Bediüzzaman’ın Kur’an hazinesinden bulduğu ve gösterdiği mücevherleri sunmaya çalışacağız.
Ve minallâhi’t-tevfîki ve’l-hidâyet.
[1] Üsdü’l-Ğâbe.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.