Risale-i Nur Ders Notları-42: Manevi ve Ruhani Hayatın Engelleri

Maneviyattan zevk alamamanın, evrad ve ezkarını yaparken esneme, gevşeklik ve uyku hallerinin oluşmasının çok sebepleri bulunuyor. Bunlardan bir tanesi,

*Manevi havanın, günahlarla, dalaletlerle kirlenmesidir. Başka bir sebep,

*Dış dünyanın insan fıtratına aksetmesidir. Asır maneviyattan yabanileşip maddi haz ve zevklere müptela olduğunda, diğer insanlar da bu durumdan etkilenirler. Zamanın kirlenmesi bir mühim sebeptir.

*Materyalistçe ve dünyevilik dolu konuşmaların, hayat tarzlarının ve nefsani hevesler ve arzuların yaygınlaştığı yerlerde meydana gelen manevi karanlıkların da etkisi diğer bir sebeptir.

*Bodrum'da yapılan bir zikir ile, İstanbul'daki zikrin; İstanbul'daki zikir ile Bursa'daki zikrin; Bursa'daki zikir ile Mekke'de yapılan zikrin tesiri, feyzi, zevk elbette aynı olamaz. Mekânın da ibadetlerde etkisi bulunuyor. Mekan, ibadetlerle etkilenerek mübarekiyet kazanabilir. Osmanlı Camileri ile yeni yapılan camilerde kılınan namazların etkisinin aynı olmamasında bu sır bulunuyor. Yeryüzü ve kâinat, Kuddus isminin tecellisiyle yaratılmış mukaddes bir mekandır. Fakat insanlık günahlarla bu mukaddes âlemi kirletir. Müminler ise kendisine mescid kılınan bütün âlemde yaptığı ibadetlerle her yerdeki kudsiyet tecellisini açığa çıkartırlar. Kurduğu cami ve mescidlerle o mekanı bir Nur Fabrikası haline, bir maneviyat merkezi ve odak noktası haline getirir. Dağınıkları cem eder. Külli şekilde Allah'a odaklatır. O yere kudsiyetin bereketini getirirler; o yerde hakikatte mestur şekilde var olan rahmetin bereketi kendini gösterir. O yer “mübarek” olur. Mekana mübarekiyet kazandıran, insanların imanı ve gayretidir. Kâbe ise Kuddus isminin a'zami tecellisine mazhar, Harem-i Şerîf'tir.

Muharrem, Recep, Zilkade ve Zilhicce ayları, "haram aylar" dır. Bunlar Allah'ın savaşmayı haram kıldığı aylardır. Hak katında değerli aylardır. Kişinin mücadele ve savaşı terk edeceği mukaddes zamanlardır. Recep, Şaban ve Ramazan ise, “şuhûr-u selâse” ve “şuhûr-u mübareke” denilen aylardır. Dikkat edilirse Receb ayı her iki gruba dahildir. Recep ayı her iki gruba üye olmasıyla çok önemli bir aydır. Bu aylardaki umumi yöneliş, manevi hayatı temizlerken; bu aylar geçince yaşanan gafletler, dalaletlerin yapılması ise manevi hayatı tekrar kirletir.

Kış aylarında dünyevi meşgalelerin azalması, manevi yönelişe yol açarken; bahar aylarında meşgalelerin başlaması, yeryüzünün baharda ihya edilmesi gibi arzdan yaratılan nefsin de o dirilişten hisse alması sonucunda insanlarda nefsani heveslerin uyandığı ve inkişaf ettiği bir zamanda elbette kudsi virdler, dualar, zikirler zevk ve şevk veremez. Esneme, uyku ve gevşeklik kendini gösterir. Ki bu esneme ve gevşeklikler kişiye bulaşan manevi karanlıkların yanması, kişiden uzaklaşması anlamındadır. Kişinin ısrarla devamı neticesinde kişi kendisi için bir manevi oksijen çadırını kuracak atmosferi elde edebilir. (Kastamonu Lahikası, Bir Mektub)

Hakikati idrak ile, kalb ve ruhuna hakikat heyecanı düşen, hakikatin feyziyle kalbi uyanan, hakikatin nuru ile ruhu uyanan kişilerin kalb ve ruhunun gelişme seyrini Rabbü'l-Alemin hızlandırmak için kabz ve bast hallerini onun hayatına misafir eder. Bu şekilde kabz ile kalb ve ruhu sıkar. Ta ki kalb ve ruhu kirleten geçmiş ve geleceğe ait kirler temizlensin. Bast hali ile temizlenen kalbe feyizlerini, ruha ise nurlarını doldurur. Teknik manada kabz hali, bir "halvet"; bast hali ise bir "celvet" tir denilebilir. Ki kabz hali süresince kişinin yalnız kalmayı istemesi, kendi içine dönmesi ve çekilmesi halvet manasıyla da örtüşür. Çünkü hakiki halvet, uzlet ile olur. Uzlet ise, sosyal vazife ve bağlarından kendini azletmeye verilen isimdir.

Manevi hayatın bir anayasası hükmünde herkes bu yollardan geçmektedirler. Bu hakikat Üstad'ın en yakın talebelerinden Bedre köyü imamı Sabri Arseven''in yaşadığı problemlere dair Üstad'ın verdiği mektupta dile getirilir. (Kastamonu Lahikası, 3. Mektub)

Yaratılışın en büyük bir temeli, her şeyin içini dışından daha sanatlı ve görsel boyutlarla yaratan Allah'ın mutlak nazarına erişmektir. Bu manada yeryüzünü dikkatle okuyan ve canlılar dünyasını dakik bir şekilde inceleyen bir kişi, canlıların büyüme iştiyakını, kabuğunu kırma arzusunu, potansiyellerini aktif hale getirme isteğini görebilir. Bunun sırrı, o şeyin potansiyeline yerleştirilmiş kemal tecellisini sergileme, Allah'ın mutlak nazar-ı şuhûduna erişme arzusudur. Sınırlı bir ömürle, Sonsuz Hayat ile temasa geçme... İnsan hayatı ise bu nazar-ı şuhûdu ihlas, samimiyet, takva ile hissedip bilerek yaşanabilecek bir şuurî bir hayat seviyesidir. Bu noktada kişinin riya ve ihlas imtihanı başlar. Riya onu “kör”, sum'a onu “sağır” eder. Hakkı duyamayacak ve göremeyecek bir hale getirir. Fakat bu kişi halka karşı uydu alıcısı gibi ego-santrik bir benlikle odaklanır; halkın her şeyini görecek ve her şeyini halka gösterecek bir mikroskobik ve teleskobik nefis ile onlara görünür. Fakat aşk-ı Lahuti ile halka kör olan, şevk-i Zât ile halka sağır kesilen bir kişi, Allah'ın tecellilerini görecek ve kendisinde bu tecelliler görünecek makam-ı İsrail'e (AS) çıktığı gibi; Cenab-ı Hakk'ın ilhamını duyup duyuracak bir makam-ı İsmail'e (AS) de yükselebilir. Şuurlu kalbi ve ruhuyla İlâhî müşahedeyi hissederek ve hakiki lezzet-i hayatı duyarak Rabbisiyle iftihar edecek bir muhsin haline yükselir. (B. Mesnevi-i Nuriye, Şu'le'nin Zeyli)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum