Erdem AKÇA
Risale-i Nur Dersleri-15: Keramet, Mucize, İnsan ve Kâinat
Letaif-i Aşere, Nakşibendî erbabının Allah'a giden yolculuğunun adıdır. Nakşiler, âlem-i emir ve âlem-i halka ait beşer latife tespit etmişlerdir. Âlem-i halka bakan latifeleri dört unsur olan toprak, hava, su ve ateşin mahiyetini taşıyan yapıların tezkiyesi ve tevhid aynası haline getirme, bunlardan yaratılan nefs-i emmareyi bu şekilde Hakk'a ayna haline getirmeyi hedefliyorlar. Âlem-i emir boyutuna ait latifeleri ise kalb, ruh, sır, hafi ve ahfa olarak isimlendirmiş ve özelliklerini anlatmışlar. Nakşibendileriin bu tespitleri âyetlere dayanır. Kullandıkları isimler de... Üstad Nakşibendîlerin bu onlu sisteminin benzeri olarak medrese ulemasının ve hükema denilen felsefecilerin de on latifeden bahsettiğini ifade ediyor. Bunlar "Tatma, görme, dokunma, koklama, işitme; hafıza, akıl, vehim, hayal ve mutasarrıfa" şeklinde on latifeyi saymışlar. Yani bütün fıtratlar onlu sistemi hissetmişler; fakat tam tanımlamasını yapamamışlar. Risale-i Nur mesleği, istihrac-ı esrar olduğu için Üstad, kendisi bu rivayetleri derleyip toparlıyor. İnsan fıtrat haritasına aşinalığıyla on latife meselesini isimlendirip, meseleyi netleştiriyor. Ateş, su, toprak ve havaya bakan latifeleri tayin ediyor. Bu şekilde kendinin ârifi olan kullar yetişmesine vesile oluyor. (Lem'alar, 16. Lem'a, Letâif-i Aşere'ye Dair Bir Sual)
Keramet, Allah'ın veli kullarında görülen olağanüstü hallerdir. Bu hallerde o kişide, İlâhî fiil zuhur eder. Peygamberlerdeki mucizeler gibi... "Vemâ rameyte iz rameyte velakinnallâhe rema" (Attığın zaman sen atmadın, bilakis senin elinle Allah attı) Enfal suresi âyeti kulda İlâhî fiilin zuhurunun imkânını bildirir. Kerametin, Kur'an’daki delili, Tevrat'ın ilmine vâkıf bir âlim evliyanın, Hz. Süleyman'ın (AS) huzurunda Sebe Melikesi'nin tahtını göz açıp kapayıncaya kadar bir sürede getirmesidir. Bu fiil de, sebepler planında imkanı olsa da o devir açısından bir kulda zuhuru mümkün olmayan bir fiildir. Bu manada o Allah dostunda İlâhî fiil zuhur etmiştir. Keramet de, mucize de haktır.
Keramet, maddi ve manevi olarak ikiye ayrılır. Maddisinde kul, kudret-i İlâhiyenin zuhur mahalli olur. Manevisinde ise, kişi ilim ve hikmet-i İlâhiyenin burûz mahalli haline gelir. İlkine mazhar olmak nefis tezkiyesi ile nefsaniyetini aşmaya dayanır. İkincisine ma’kes olmak ise şahsiyet ve enaniyetini buzullarını eritmek, onların hastalıklarından sıyrılmakla mümkündür.
Keramet şuurî ve gayr-ı şuurî şekilde tecelli eder. Şuurî kerametlerde kulun hissesi de bulunur. Eğer nefs-i emmaresi daha tam temizlenmemişse, bu tarz kerametler onu hakikat yolundan saptırabilir. İzah etmesi zaruret dışında tehlikelidir. Fakat gayr-ı şuuri kerametler, intak-ı bilhak gibi, kendini beğenme ve kendini övünme niyeti olmaksızın fark edildiği zaman ilan edilebilir.
Maneviyat yolunun olağanüstü hallerinden birisi ise "ikram" dır. İkramda, kulun iradesi söz konusu olmadığından ilan edilmesi bir şükürdür, tahdis-i nimettir. Nur dairesinde mazhar olunan olağanüstülükler, genelde ikram-ı İlâhîdir.
Diğer bir özel durum ise "inayet" tir. İnayet ise, vekayet-i kübra ehli olan kişilerde tecelli eder. Allah bu şekilde onlara Kur'an’ın, hadislerin ve kâinatın manalarını açar. İnayetin zuhur ettiği yere, “mana” denilir. İnayet hakikati ilim, irade, ihtiyar, şuur, kasd, lütuf ve tahsin hakikatlerinden oluşan özel bir hakikattir. Âcizlerde tecelli eder. Onlara mutlak emniyet verir. Onları nur-u hakikate eriştirir. (Mektubat, 9. Mektub)
Kâinattaki nesnelerde mutlak zayıflık içinde mutlak bir kuvvetin tezahürleri, mutlak âcizlik içinde mutlak kudretin eserleri görünüyor. Yumuşak bitki köklerinin, kayaları parçalaması, nazik filizlerin betonları, duvarları ve asfaltı delmelerinde gördüğümüz üzere... Yine mutlak bir fakirlik içinde bir servet ve zenginliğin tezahürleri görünüyor. Kışın kuruyan ağaçların ve toprağın bahar ve yaz aylarında sergilediği şaşaalı, bereketli, şatafatlı manzara ve zenginlikte gördüğümüz üzere... Yine mutlak bir donukluk ve ölülük içinde mutlak bir hayatın sızıntıları görünüyor. Cansız nesnelerin canlı bünyelerinde, daha temelde cansız zerreler ve unsurlardan meydana gelen ve aslî sermayesi ateş olan yeryüzünün kara-hava-denizinin içinde sayısız canlıların farklı hayat seviyeleriyle ortaya çıkmaları ve devam etmelerinde gördüğümüz üzere... Yine mutlak bir cehalet içinde mutlak bir ilim ve şuurun tezahürleri görünüyor. Zerrelerden yıldızlara kadar her şeyin kâinattaki düzene uygun hareket etmelerinde, hayatın devamına yarayacak yararlı şeyleri gözeterek davranmalarında, hikmetin talebinde bulunduğu sonuçları verecek şekilde davranışlarında gördüğümüz üzere... Kuşların göçlerinde, somon balıklarının seyahatinde, su buharının bulutlarla yeryüzündeki muhtaçlara dağıtılışında...
Bir şeyde gözüken sıfat, onun aslî malı ise, o onun zâtî özelliğidir. Bir şey zâtî ise, o şey mutlak olur. Bir ağaçta âcizlik ve onun zıddı olan bir kudret gözle görünüyor. Ağaç, kuş yapmakta âciz, taş yapmakta âciz, sinek-yıldız-güneş ve saire mutlak manada âcizdir. Bu açıdan bakılınca, ağaç için acz, zâtîdir. Onda görünen yaprak, çiçek, meyve gibi mucize eserler ise, mutlak kudretin tecellisidir. Bu manada bakıldığında acz-i mutlak içindeki bir nesnede görünen kudret eseri Zâtî ve Mutlak bir Kudret Sahibinin varlığını zaruri olarak akla ve kalbe gösterir. Hadsiz çoklukta görünen aynı zâtî kudretin tecellileri, o zâtın vahdetine delildir. Bütün mahlukatın tamamını külli bir nazarla göz önüne alırsak kâinatın tamamı muazzam bir cadde olarak Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren yol olur. Bu hakikati kabul etmezsek tabiatı ve onun temeli olan zerrelere bu İlahî sıfatları atfetmek gerekir. Bu ise, akla zıt, gözün gördüklerine ise terstir. (Sözler, 33. Söz, 14. Pencere)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.