Ediz SÖZÜER
Eşyanın Sebeplerle ve Kendi Kendine Oluşumunun İmkânsız Senaryoları-2
(TABİAT RİSALESİ AÇILIMLARI -6-)
Göz Mucizesi
Önceki yazımızda kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yazı içinde yer alan “Bin Kubbeli Saray-İndirgenemez Komplekslik Kavramı-” alt başlığıyla sunulan bölümü de kaçırmamanızı tavsiye ediyoruz.
Gelelim eşyanın oluşumunu açıklamak için öne sürülen ikinci yol olan “kendi kendine oluşum” iddiasına ve Tabiat Risalesi’nin İkinci meselesinin birinci muhaline. Bütün eşya, kâinatın tamamıyla vazgeçilmez bağlarla bağlıdır ve delilimizin dayandığı temel de bu iç içe girmiş bağlantılardır. Ayrıca meydana gelen her canlı durağan, sabit ve basit bir madde olmayıp sürekli yenilenen bir özelliktedir. Bu maddede ele alacağımız imkânsızlığın dayandığı temel, bu iki önemli noktadır. “Kendi kendine oluyor” iddiasının beraberinde getirdiği neticeler vardır. Bu sözü öylesine söyleyip de bir kenara çekilmek olmaz. “Kendi kendine oluyor” iddiasının beraberinde getirdiği neticeler vardır. Bu sözü öylesine söyleyip de bir kenara çekilmek olmaz.
Bir eşyanın veya işin biri tarafından kendi başına hariçten müdahale olmadan ve yardım alınmadan yapıldığını söylemek ne demektir? O eşya veya iş yapılıyorken neler olup bitiyorsa hepsinin, bu işleri kendi başına yaptığı iddia edilen şahıs tarafından bizzat meydana getirildiğini ve o eşya veya işin yapılması için nelere ihtiyaç varsa her şeyin onun kendi öz kaynaklarıyla karşılandığını söylemek demektir.
Bir insanın vücudu sürekli yenilenmekte olan ve çevresinden bağımsız düşünülemeyecek bir makine, hatta sürekli işleyen bir fabrika gibidir. Ölen hücrelerin sistem dengesini bozmalarına fırsat vermeden onların yerlerini alacak yeni hücreleri muntazaman üretebilen ve belli zaman aralıklarında tüm hücrelerini yenileyen organlarıyla hayret verici bu yapı içinde çalışan kalp 20 yılda, akciğer 1 yılda, kemikler 10 yılda, karaciğer 6 ayda, cilt 2 haftada, saçlar 3 yılda, mide duvarı 3-5 günde bir tüm hücreleriyle yenileniyor. Yaygın bir görüşe göre ise, altı aylık bir zaman içinde tüm vücut hücreleri büyük oranda tazeleniyor. Canlı vücudundaki hücrelerin çalışma ve işleyişlerini anlatan biyoloji ve tıp ilmine göre her canlı, ekosistemin dengesine hizmet eden vazifelerine tamamen uygun mükemmel davranışlar sergilemektedir.
Bir hücrenin kendi vücudu ile irtibatlı birçok işlevi ve vazifesi bulunur. Hiçbir hücrenin ekosistemden (dış dünyadan) ve vücud işleyişinin bütünlüğünden bağımsız hareket etme lüksü yoktur ve zaten tam da bu şekilde yani adeta içinde bulundukları bu düzeni bozmamak için çok büyük bir dikkatle hareket etmektedirler.
Böyle olduğu nereden anlaşılmaktadır? Vücudun hassas dengesi ve düzgün işleyişin bozulmadan devam edebilmesi, tüm hücrelerin üstlendikleri vazifeleri aksatmadan yapmalarına bağlıdır. Çok hikmetleri bulunan istisnaî hastalık durumlarının haricinde hiç bozulmayan bu hassas denge, elbette üstlenilen vazifelerde gösterilen özenli dikkati göstermektedir.
Örneğin gözümüz kendisinden başka birçok organımızla koordineli çalışır ve diğer organların da vazifelerini yerine getirmekte yardımcı rol oynar. Yürürken ve koşarken göz, beyin, sinir sistemi ve iskelet sisteminin tam bir işbirliği ve veri alışverişi vardır. Dengemizi kaybetmeden yürüyebilmemiz ve bir tehlikeyle karşılaştığımızda doğru ve zamanında karşılık verebilmemiz, gözümüzün reflekslerimizle koordinasyonuna bağlıdır.
Gözün görebilmesi için güneş ışığına ihtiyacı vardır. Acaba şu an gördüğümüz dünya zihnimizde nasıl oluşmaktadır? Dış âlemdeki ışığın, gözümüz ve beynimiz tarafından alınıp işlenmesiyle değil mi? Peki acaba gözün belirli yapısını bildiği için mi, güneş ışığını göze göre ayarlamıştır, yoksa güneşin gökteki konumunu ve ışığının özelliklerini gözeterek göz hücreleri mi kendilerini güneşe göre tasarlamıştır?
Yoksa (daha fantastik bir tasavvurla) hepsi toplu bir işbirliği içinde mi çalışmaktadırlar? Bu sorular, tesadüfen hareket eden hücrelerden kendi kendine oluştuğu söylenen göz için ne anlam ifade etmektedir? Göz hücreleri, akıl ve teknolojiyle üretilmiş en başarılı kameramızdan daha mükemmel bir görüntüyü ortaya çıkaracak teknik ayarlamayı ve tasarımı nasıl yapabilmiştir?
Bir merkezden idare ve emir altında çalıştırılmanın kolaylığından koparılarak, o hücrelerin her birinin kendi başlarına işledikleri yani başıboş oldukları kabul edilse, çalıştıkları yerde üstlendikleri görevlere ilave olarak, irtibatlı oldukları ve düzenine uygun hareket etmeleri gereken vücudun işleyişini de bilmeleri ve sürekli kontrol edebilmeleri ile birlikte, dış dünyada birçok ilişkileri ve alışverişleri bulunan ekosistemi dahi tanımaları ve işleyişini takip ve kontrol ederek ona göre hareket etmeleri gerekmeyecek midir?
Yoksa tabiatçı ve maddiyatçı felsefe, iddialarının böyle bir neticeyi gerektirdiğini zaten bilmekte ve bunu gayet normal ve kolay mı görmektedir?
Kendi kendine oluştuğu söylenen o hücrelerin, âlemin etrafından toplatılıp getirilen ve o vücutta bir araya getirilerek çalıştırılacak herhangi bir organın nereden toplanıp, nelerden meydana getirileceği ile ilgili kaynak temini ve üretim şekli tespitlerini, önceki nesillerden itibaren devam edip gelen, şimdiki ve gelecek nesillerde de devam edecek olan tüm vücutlar için düşünmeleri ve o kaynakları bulmaları, getirmeleri, çalıştırmaları ve hepsinin birden ekosistem içinde uyumlu ve sürekli olarak idarelerine gerekli müthiş bir bilgi ve zekâ potansiyeline sahiplik etmeleri lâzımdır ki, gözümüz önünde eserleriyle kendini gösteren bu harika işlerin hakikî işleyicileri ve gerçek sebepleri olabilsinler.
Ancak ondan sonra o hücreye kendi kendine işliyor denilebilir. Böyle akıl dışı bir işe ihtimal verecek kadar üstün(!) zekâdaki birinin her bir hücresinin, böylesine yüksek bir zekâ ve bilgiye kaynaklık ettiğini biz kabul edemiyoruz!
Bin Kubbeli Saray-İndirgenemez Komplekslik Kavramı-
“Kendi kendine oluşum” iddiasının Tabiat Risalesi’ndeki ikinci muhalinde, muhteşem bir misalle ve ikinci bir imkânsız senaryo ile karşı karşıya geliyoruz.
Kubbelerini oluşturan ve bir arada tutan taşların direksiz ve boşlukta durdurulduğu bin kubbeli bir saraya benzetilen insan vücudunun böyle bir misalle anlatılması, ilmî açıdan çok isabetli ve inceliklidir. Anne vücudunda tek bir hücreden çoğalarak inşa edilen insan vücudunun yapım aşamaları, aynen Tabiat Risalesi’nde verilen misaldeki gibi gerçekleşmektedir.
İnsan bedeni, her bir hücrenin bir diğeri üzerinde ve yanında birbirlerine tutunarak, harici destek ve dayanak noktaları olmadan yani “direksiz” durdurularak inşa edilmekte ve o hücreler oluşturdukları her organın yapısına göre özel bir şekil alarak, acaip bir şekilde diğer hücrelerden ayrılarak (fakat temaslarını tamamen koparmadan) önceden belirlenmiş yerlerine gitmektedirler. Bir program dâhilinde işledikleri göze çarpıyor, değil mi?
Böylece meydana gelen insan vücudu, adeta “boşlukta” bir araya getirilip durdurulan taşlardan oluşturulmuş bir saray gibi, “rahim boşluğunda” bir tek hücreden bölünerek çoğalan ve baş başa veren hücrelerden yapılmaktadır.
Ayrıca bu misali, modern bilimde ortaya koyulan "indirgenemez komplekslik" denilen bir kavrama atıf olarak görebiliriz. Şöyle ki: Misaldeki sarayın taşları, desteksiz ve direksiz, sadece birbirlerine dayanarak durdurulduklarından, bir veya birkaç tane taşın olmaması veya aradan çekilivermesi durumunda yapının bütünlüğü bozulacak ve diğer taşlar da yerlerinden çıkacaklar ve yapı ayakta duramayıp yıkılacaktır. Canlı vücutlarının ve organlarının tam da bu tarzda bir yapısal bütünlüğe sahip olduklarını, modern bilimin araştırmalarıyla artık açıkça görebilmekteyiz.
Yani, canlı vücudunu bir araya getiren organlar ve organları bir araya getiren yapılar, birbirini destekleyen ve biri birisiz olamayan ve aynı anda meydana gelmesi ve birlikte çalışması gereken bütünsel özelliktedirler.
"İndirgenemez komplekslik" kavramı şunu ifade eder: İyi uyumlu ve temel fonksiyonları için birbiriyle etkileşim içindeki pek çok parçadan oluşan ve bu parçaların herhangi birinin eksiltilmesinin, sistemin fonksiyonunun durmasına neden olacağı bir sistem, indirgenemez komplekslikte bir sistemdir. Yani böyle bir sistem, herhangi bir parçası eksik olarak düşünülemez ve tüm parçaları aynı anda oluşmalı ve sistematik olarak çalışmalıdır. Zamana bağlı olarak adım adım oluşması şansı yoktur, çünkü her bir sistem parçası ancak bütünlük içinde işlevini yerine getirebilir.
Evrim teorisinde canlıların bir tesadüfler zinciri içinde oluştukları ve birbirlerinden farklılaştıkları öne sürülür. Tesadüfî değişiklik olarak da canlı genetiğinde değişime sebep olan faydalı mutasyonlar gösterilmiştir.
Hâlbuki mutasyonların gelişime değil, hastalığa veya sakatlığa sebep oldukları veya etkisiz oldukları bilinmektedir. Mutasyonların faydalı oldukları farz edildiğinde ise, indirgenemez komplekslikteki sistemlerle karşılaşırız. Canlılardaki sistem ve organlar, çok sayıda parçanın bir arada çalışmasıyla işlev görür. Bu parçaların tek biri bile olmasa, ya da düzgün çalışmasa o organ hiçbir işe yaramaz. Ufak bir parçası olmasa kulak duymaz, göz görmez. Bu anlamda ele alındığında, vücudumuzda bu kapsama dâhil edilemeyecek organ gibidir. Tümü karmaşık yapıdadır ve tüm parçalar, aynı anda ve beraber yapılmış olmalıdırlar. Yoksa tek bir parçanın olmaması veya düzgün çalışmaması, o organın işlevsiz kalması anlamına gelecektir. Sistem "aşama aşama" gelişemez, çünkü ara aşamaların hiçbiri herhangi bir işe yaramayacaktır.
İlginç olan, evrim teorisyeni Darwin'in de bu konuda büyük bir endişe duymuş olmasıdır. Türlerin Kökeni kitabındaki ifadesi şöyledir: "Eğer birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkânsız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır. Ama ben böyle bir organ bulamadım..."[1] O zamandan bu zamana çok şey değişmiş ve modern bilim, tüm canlıların bütün yapılarının tam bir bütünlük içinde ve indirgenemez komplekslikteki sistemlerle donatılmış olduğunu ortaya koymuştur.
Şimdi çok enteresan bir görüş paylaşacağız sizinle. Fransa'nın 20. yüzyıldaki en büyük biyoloji otoritelerinden biri olan Paul Pierre Grasse, kendisi de bir evrimci olmasına karşın, Darwinist senaryonun "hayal kurmak"tan öteye gitmediğini şöyle açıklar:
“Şanslı mutasyonların hayvanların ve bitkilerin ihtiyaçlarını sağladığına inanmak, gerçekten çok zordur. Ama Darwinizm bundan fazlasını da ister: Tek bir bitki, tek bir hayvan, binlerce ve binlerce kez, tam da olması gerektiği şekilde faydalı tesadüflere maruz kalmalıdır. Yani mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli, inanılmaz derecede düşük olasılıklara sahip olaylar kolaylıkla gerçekleşmelidir. Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu işin içine dâhil edilmemelidir.”[2] Çok ilginç değil mi, bu sözü söyleyen bir evrimci.
Tabiat Risalesinin metninde geçen, “canlı vücudunu oluşturan her zerrenin bir diğerine hem hâkim-i mutlak hem her birisine mahkûm-u mutlak, hem her birisine misil hem hâkimiyet noktasında zıt olması gereklidir” ifadelerine de dikkat etmek gerektir.
Önümüzde düzenli olarak yenilenen bir işleyişe sahip bir yapı söz konusudur. Vücudu veya bir organı oluşturan yapıtaşlarının, bir işbirliği içinde bu yapıyı oluşturmaları ve çalışmaları gerekmektedir. Başka türlüsü hayal edilemez. Bu ise, her birinin bir diğerinin emri altında çalıştığı aynı dakikada, başkalarına emir verdiğini yani komut verdiğini de gösterir.
Bu çok ilginç bir durumdur. Bir hücre, diğer bir hücrenin isteğine neden riayet etme mecburiyetinde olsun ki? Vücudun veya organın bütünlüğü ve sıhhati için mi? Peki maddiyatçı felsefenin “her canlı kendi menfaati için çalışır ve kendi yaşamı için mücadele eder” prensibine ne oldu? Dışarıdan aldığımız besin maddelerinin vücudun her tarafına vücudu beslemek için gitmesi nasıl mücadeledir? Risale-i Nur’daki tabiriyle “nasıl bir çarpışmaktır?” Bir göz hücresinin gördüklerini beyine gönderme mecburiyeti neden olsun veya beynin gözden gelen uyarıları işleme ve sinir sistemini harekete geçirecek sinyalleri gönderme zorunluluğu neden bulunsun? Eldeki bir hücre, beyinden gelen komutlara neden riayet etsin? Bir beyin hücresi, ayaktan gelen sinirsel bir uyarının sözünü neden kabul etsin?
Hücreler ve hücreleri oluşturan elementler temelde aynı ve benzer maddelerden oluştukları halde, nasıl ve neden âdeta birbirlerine hükmedercesine sözlerini geçirerek birbirlerinden farklılaşsınlar? Durup dururken haricî bir müdahale ve etki olmadan bu işler başlar ve devam eder mi hiç? Böyle bir şeyi hayal etmek akıl işi midir?
Gerçeği keşfetmek için o kadar karmaşık düşünmeye ve zorlama varsayımlara kendini mecbur etmeye hiç gerek yok. Zihnimizi sadece kısıtlı bir görüş alanında sıkıştırıp da, nehrin üzerinde parlayan cam parçacıklarında takılıp kalmaya hiç ihtiyaç yok.
Doğru cevap çok basit ve net, bir o kadar da akılcı ve kesindir. O cam parçacıklarının her birinin üzerinde görünen tüm parlaklıklar ve yansımalar ve ışıklar, gökteki bir tek güneşin her tarafı kaplayan ve o parçacıkların tümünü birden parlatan ışığı iledir.
Kafamızı içine düştüğümüz tabiat ve maddeden kaldırdığımızda ve akıl gözümüzle baktığımızda, gönül göğümüzde parlayan o sonsuz güneşi tüm ihtişamıyla göreceğiz ve tüm zerrelerin tek bir merkezden idare edildiğini ve emir altında çalıştırıldıklarını bileceğiz.
Keşif Yolculuğu Videoları:
“Göz Mucizesi” Videosu:
“Bin Kubbeli Saray-İndirgenemez Komplekslik Kavramı” Videosu:
[1] Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 189.
[2] Pierre-P Grassé, Evolution of Living Organisms, New York: Academic Press, 1977, s. 103
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.