Hüseyin YILMAZ
'Euzûbillahi mine Şeytâni ve siyâseti'
Siyâsî meseleleri bir yazarın kalem malzemesi olmaktan çıkarırsanız, zâhirde yazacağı çok fazla bir şey geride kalmıyor.
Bu zan, bütünüyle hakîkati ifâde etmese de yılların alışkanlıkları ve hakîkat-i hal hayat bulmasına ve hakîkat telâkkî edilmesine kuvvet veriyor...
Zaman zaman abesle iştigal hissini içimde uyandıran bu sahayı, bütünüyle terk etmeye niyetlendiğim olur, ama bu niyeti iki husus katleder: Birincisi, yılların alışkanlıkları; ikincisi, umumî zehâbın yazara âdeta diğer sahaları kapatmış veya okunmaz kılmış olası. Bu sebeple, bu gün de kısmen siyâsî ama daha çok içtimaî hayatımızın mühim bir meselesini ifâde etmek istiyorum...
Ömrünün çok mühim bir kısmını siyâsetten şeytândan istiâze eder gibi çekinerek geçiren ve bu istiâzeyi asrın hâfızasına “Euzubillahi mine şeytâni ve siyâseti” parlaklığı ile nakşeden Üstad Bediüzzaman, çok partili yıllarda zâhirde bu sözün rağmına siyâsî meselelerle meşgul gibi görünür. Halbuki dikkat ve insafla bakanların kat’i bir surette fark edecekleri şey, Hazreti Üstad’ın asla ve asla siyâsetin istiâzeye bugün de bin müstehak olan tarafgirlik ve entrikaları ile zerre kadar meşgul olmayıp, sadece bir parça dine hürmetkâr Demokratların siyâsetine İslamiyet ve İslâmî hayat noktasından bir istikamet vermeye gayret gösterdiğini teslim ederler.
Bu sevk ve idâre gayretlerinin çok çarpıcı nümûnelerinden olan ve günün siyâsi zeminini kısacık bir mektubda ama bütün çarpıcılığı ile tahlil ve tesbit eden Emirdağ Lâhikasındaki “Bu vatanda şimdilik dört parti var!” diye başlayan mektub, kendileri için çok hayatî olmasına rağmen şimdiki yöneticilerin hiç dikkatini çekmiş gibi görünmüyor..
O mektubdaki en dikkat-e şâyân, en hayati ikaz şübhesiz Müslümanları ve İslâmiyeti ilgilendiren şu fecir aydınlığı kadar parlak hükümdür:
“Bu vatanda şimdilik dört parti var. Biri Halk Partisi, biri Demokrat, biri Millet, diğeri İttihad-ı İslâmdır.
“İttihad-ı İslâm Partisi, yüzde altmış, yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyâset başına geçebilir. Dini siyâsete âlet etmemeye, belki siyâseti dine âlet etmeye çalışabilir.
“Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyâsetin cinayetine karşı dini siyâsete âlet etmeye mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.” (Emirdağ Lahikası, S: 386)
“Yüzde altmış, yetmişi tam mütedeyyin olmak şartı”nın sadece sokak Müslümanlarından ibaret olmadığını Refahyol ve Ak Parti iktidârları döneminde dehşet ve elemlerle yaşayarak bir daha öğrendik ve “Sadakte ya Eyyühe’l-Üstad!” dedik.
Refahyol iktidârını hallaç pamuğu gibi dağıtan 28 Şubat çetecilerinin daha topyekûn ve daha cihânşümûl ağa babaları, ilk iki döneminde mevcut iktidâra da hayatı zindan edip mensûblarını de sıkıntıya attılar. Bugün bile doğru dürüst çözülemeyen “Başörtüsü” çerçeveli dinî hayat serbestiyeti ile her geçen gün dehşetli ve tehlikeli bir şekil alan “Kürt Meselesi”nin devamındaki hayat damarları, hiç şüphesiz 1920’lı yıllarda Ankara’da gerçekleştirilen ve millete bir asırda amentü kudsiyeti ile öğretilmeye çalışılan dinsiz ve ahlâksız Batı dayatması zihniyettir...
Sonradan gelenler seleflerinden de çok daha fazla Bediüzzaman’ın düşünce hayatı Risâle-i Nur Külliyatını kelime, kelime, satır satır ezberleyip tatbik sahasına koymuya mecbur olduklarını göremediler. Zaman zaman Üstad ve Risâle-i Nur tahşidâtlı çıkışların takdire kabiliyeti olsa da henüz çok küçük ve zayıf adımlar... Zirâ, bu ifâde ve küçük küçük fiili adımların arkası bir türlü gelmedi, gelmiyor...
Siyâsiler bugün cihânı düşünceleri ile sarsmaya muvaffak olmuş Bediüzzaman’ı doğru anlama ve yaşama gayreti gösterebilmiş olsalardı hiç şüphesiz bu kadar bocalamayacak, bu kadar bunalmayacaklardı... Zirâ bu bilgi onlara “Derin hasım ve düşmanlarını” hafife almamaları gerektiğini öğretmiş olacaktı..
Bu dersin geniş ufuklu pencerelerinden göreceklerdi ki, bir cemiyet şekline bürünmüş hasımlarından Sahâbe-i Kirâm’den beri Ümmet istiâze etmiş, onun dehşetinden Allah’a sığınmıştır. O dehşetin sebebinin bir veya bir kaç kişinin kudret ve kuvveti değil, Osmanlı ile birlikte İslâm dünyasını bütünüyle imha etmeye yemin etmiş, dinmez bir kin ve gayz ile Haçlı Savaşlarını bin türlü renk, bin türlü şekille yürütmekte olan bütünüyle Hristiyan Batı ve onun veled-i nâ meşruu dinsiz felsefesinin hâkimiyet arayışlarının iyi biçilmiş bir kuklası olduğunu göreceklerdi. Hep birlikte avaz avaza terennüm ettiğimiz“Yıktık, yıkıldı, yıkılıyor!” safdilliklerinin alemi yok... “Derin güçler” deyip geçiştirdikleriniz, bütün kin ve gayzıyla küfür cephesidir; ecdadınızı târih sahnesinden silip, dininizi de imhâya yemin etmiş olanlardır.
İşte Suriye meselesi... Yüzlerce entrikanın ve hain plânın ortak mahsûlâtı olan bu meselenin temel hedefinin Türkiye ve onun üzerinden İslâm dünyasına diz çöktürmek olduğunu görmemek için kör olmak iktizâ eder... Memleketi dehşetli bir savaşa sürüklemekte hevesli görünenlerin ayak izlerini tâkib edecek olursanız sizi deminden beri târifine çalıştığım dehşetli düşmana götürür...
Bugün
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.