Himmet UÇ
Fatma Barbarosoğlu, Orhan Okay
Orhan Okay, Kaya Bilgegil ve Haluk İpekten hocalarımın heyet-i ulviyesinde Nabizade Nazım’ı doktora tezi olarak yapmış, doktor olmuştum. Rahmetli Hocam Kaya Bilgegil askeri arşivden çıkardığım Nabizade ile ilgili belgeyi alkışlamış, yazarın hayatını aydınlattığı için beni takdir etmişti.
Doktora yıllarımda Hocam Orhan Okay’ın estetik ve felsefe ile edebiyat yorumculuğunun atbaşı gitmesi gerektiği konusundaki telkinleri ile çok estetik kitabı okudum. Kütüphanemde estetik ile ilgili yüze yakın eser var diyebilirim. Ben de hocama ittibaen estetik derslerini yüksek lisans ve doktorada anlatmaya çalışıyorum. Bu konuda “Edebiyatımıza Estetik ve Felsefi Bakışlar” diye bir kitap çıkarmıştım, orada müphemin, mutlakın, yücenin doğrultusunda edebiyatımızdaki bazı şairleri inceledim.
Muğla’da uluslararası kant sempozyumuna “Yahya Kemal’in Yüce’si ve Kant” diye bir bildiri sundum. Yahya Kemal hep apokaliptik yüce imajlarla düşünür, ruhu tatmin eden rüzgarın yücelerde olduğunu söyler. Kant da Almanya’da ormanlık bir eyalette ağaçların Hamid’in deyişi ile “ağaçlar işaret eder semt-i latenahiyi“ cümlesi doğrultusunda yüceyi keşfeder. Türk edebiyatı yüce konusunda büyük imajlarla doludur ama bizimkiler estetik okumaz.
Divan şiiri İslamın temalarının, hayatın temalarının felsefesi ile doludur. Tefsirciler klasik tefsir anlayışından çıkamamış, ayetlerin müfredat manalarının ötesine pek gitmemişler. Ölümün, öldükten sonra dirilmenin, miracın daha birçok temanın felsefesini Bediüzzaman’ın yaptığına kaniyim. Mevdudi Mirac’ın sadece yol haritasını anlatır, ama felsefesini yapmaz. Mirac’la ilgili hadisleri araştırdım. Bediüzzaman’ın Mirac konusundaki eseri adeta onların emmuzeci bir eser. Onları armonikal bir terkiplerle bir araya getiren odur.
Kur’an‘-ı Azimüşşan’da çok zengin estetik malzeme var. Hocamın mezarı başında Birol Emil Hocam, Nazım Hikmet arkadaşım konuşma yaptılar. Ben de iki estetik ağırlıklı ayeti nakledip dinin estetik boyutuna dikkat çekmeye çalıştım.
Batılılar mezar başlarında çok harika konuşmalar yapmışlar. Victor Hugo, Goerge Sand’ın ki Fransız romancısıdır. Hugo, George Sand’ın mezarı başında “şimdi bir faniyi toprağa veriyoruz, bir ali ruhu ise ebediyete uğurluyoruz“ diyor. Ben “innacealne maalel ardı ziyneten leha, liyeblüvehüm ahsenü amela“ ve Tabareke’de “ellezi halakal mevte vel hayata liyeblüvehüm eyyühüm ahsenü amela” ayetlerini söyledim. Bu ayetlerle Allahu Zülcelal “ben ölümü ve hayatı siz daha güzel şeyler yapasınız diye yarattım” buyuruyor. Bu yaratılışın estetik boyutudur, halbuki bir ölüm ve hayatı fanilik şeklinde işten ziyade işten kaçmaya yorumlamışız. Halbuki Allah ölümü ve hayatı yeni şeyler, güzel şeyler yapmaya neden olarak alıyor. Tecer hocaların musiki bilgisi olması gerektiğini söyler, çünkü musikideki notalar ile tecvid aynı mantığın tezahürüdür.
Diğer ayette ise Allah “yeryüzünü süslediğini, ziynetlendirdiğini” söyler. Ziynet düzenlenmiş güzelliktir. Allah yine “ahsene külli şeyin haleke“ yani “herşeyi daha güzel yarattım” diyor. Çirkinin varlığı güzelin fonksiyonel olarak hizmetçisidir, çirkin olmasaydı neye göre güzel düşünecektik.
Sayın Fatma Barbarosoğlu, Yeni Şafak'taki yazısında edebiyat, sosyoloji, estetik arasındaki yorum alışverişinin olmayışını anlatıyor. Orhan Okay hocam bunların birlikte mukayeseli edebiyat türünde anlatılmasını savundu ve örnekler verdi. Barbarosoğlu, hocamın telkinlerinden etkilenerek yorum vadisinde onun telkinlerini haklı bulur.
Bediüzzaman hem tefsir felsefesi yapar, hem kelam, hem de dil felsefesi yapar, bunları Muhakemat'ta anlatır. Bütün bahisleri müfredat anlamlarının dışında konuların felsefesidir, yani aklileştirme diyebiliriz buna. Bediüzzaman bu eksiği görmüş ve klasik din yorumuna zenginlik getirmiştir.
Hülasa, üzüldüğüm sayın Fatma Barbarosoğlu’nu etkileyen ve ona hat değiştiren telkinlerinin benim hayatımı da değiştirdiğini belirteyim. Bu büyük milletin edebiyatı belki dünyanın en ciddi estetik metinleri ihtiva eden eserlerle dolu ama çalakalem, alelacele ilim yapıp ilmin ruha ve akla verdiklerini değil insanın cebine kazandırdıklarını gaye edinmiş edebiyat eğitimi böyle ciddi şeylere gitmiyor. Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiri farklı temaların bir arada, bir estetik, tenasüb ve armoni ile anlattığı harika bir metin. Türk edebiyat tahsili bu şiirin bir arada kaynaştırdığı temaları incelemedi. Kimi tarihi, kimi dini, kimi ırki yönlerini aldı. Halbuki bunlar bir arada bir değerdi. Türk edebiyatçısının kendi kitabından haberi yok, kitabının sanat düzeninden haberi yok. İncil’in batı edebiyatında nasıl her yerde olduğunu görünce ben üzülmeyeyim de kim üzülsün? Eco’nun “Gülün Adı” romanı din, sanat, estetik konusunda görülmemiş bir eser.
Edebiyat ve sosyoloji, edebiyat ve antropoloji, edebiyat ve felsefe, edebiyat ve estetik, edebiyat ve psikanalitik daha neler neler. Bütün bunlara bakmayan edebiyat dar bir caddede yüz yıldır gidip geliyor. Klasik din algısının ötesinde din sahipsiz, millet de sahipsiz, edebiyat da sahipsiz. Zahiren sahipleri var ama bizimoğlan bina okur döner döner yine okur.
Hocam İnci Enginün Yasin suresinin izahlarındaki benzerliklerin monotonluğun şikayetini yapmıştı. Haklı idi. Orhan Bey hocam bu monotonluğu edebiyatta kırmaya çalıştı, güzel bir rüzgar estirdi, onu farkedenler oldular Türk edebiyatı bu şekilde zenginleşti.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.