Ahmet AY
Fikrimin sevgilisi: Esma...
Böyle büyük sırların bir yazıda açılmasını beklemeyin lütfen. Hele benim gibi acemi kalemlerden. Bu hiç mümkün değil. Bu başarmak benim kalemimin, fikrimin harcı değil. Fakat yıkamadığımız duvarlarda delik açmak da mı yasak? Söndüremediğimiz yangınlara avuçlarımızla su taşımak? Yok, yok. Yasak değil, hiç değil. Belki bol taksiratlı hayatımızın kurtulmasına bir vesile olur. Affedilmeye bir neden. Bu yüzden kırık kolumuza bakmadan bu duvarı döveceğiz. Hiçbir şey beceremesek de safımızı belli edeceğiz. Evet, bunu mutlaka yapacağız.
Esma, Arapça bir kelime. Bunu zaten birçoğunuz biliyor. Malumun tekrarı oldu. Neyse. “İsim” kelimesinin çoğulu, yani “isimler” demek. Fakat bu latif kelimenin sözlük anlamının ötesinde, İslam edebiyatında karşıladığı bir mana var ki, neredeyse Marifetullahın tüm kaynağı, o bir tek kelime! Marifetullah, yani “Allah’ı bilme sanatı.”
Evet, Marifetullaha bu anlamı vermekte haksız sayılmam. Zira o öyle bir sanat ki, tüm sanatların özü. Tüm sanatların şahı! Hatta ona varmayan sanatlar bile bizim “sanat” tarifimizin haricinde kalıyor. Bir şey sanatlıysa O’nu anlatmalı bizim gözümüzde, O’na bakmalı. O’nu hissettirmeli, O’nu (tabir-i caizse) koklatmalı, duyurmalı! Evet, sanat bu olmalı. Sanat O’na varmalı.
İşte “insanın yaratılış amacı” olarak da tarif edebileceğimiz Marifetullah, benim yaptığım bu kuru tanımlamalarla sınırlandırılamaz elbette. Zira tanımlar, bir yönüyle mananın katilidir. Tanımlara takılanlar, tariflerin ötesindeki pek çok hazinelerden mahrum kalırlar. Bu yüzden siz, benim verdiğim tarifi, yüzler tariflerden bir tarif olarak kabul edin ve sadece bir kapı bilin. Onunla başlayın, onunla girin, ama onda takılmayın. Arkasını kovalayın.
Marifetullaha yani “gizli bir hazineyken bilinmek isteyen” Allah’a ulaşmanın yolu “Esma”dan geçer. Esma’dan yani isimlerden. Peki, nedir bu isimler? Ayşe, Aslı, Kerem, Nalân gibi şeyler değil elbet. (Hâşâ) Bu isimler kâinatta işleyen fiillerden çıkarılan isimler. Fiillerin, “o fiili yapan” şeklinde isme dönüşmüş halleri. Fiillerden türetilen isimler. Mesela en çok bildiklerimizden “Allah kerimdir” deki “Kerîm” bizim sözlüğümüzde “İkram eden” anlamına geliyor. Ama başlarken de dediğim gibi ilk verilen manaya takılmayın asla, fiili kovalayın. O zaman göreceksiniz! Fiilin işlediği her yere bu ismi genişletebilir ve farklı tariflerini yapabilirsiniz.
“Kullarına ummadıkları yerlerden, umulmadık ikramlarda bulunan Allah” diyebilirsiniz mesela. “Kullarına hepsinin yapısına ve fıtratına uygun olarak ikramlarda bulunan Allah” da diyebilirsiniz. “Yarattıklarına ihtiyaçlarının haricinde ve üstünde lezzetler bahşeden Allah” da. “Benim bu ay işlerimi bollaştırıp rızkımı çoğaltan, ihtiyacımın fazlasını ikram eden Allah” bile diyebilirsiniz. Biri diğerini engeller mi bu tariflerin? Hayır! Biri diğerini hatalı kılar mı? Kesinlikle asla.
İşte isimler böyle bir şeydirler. Yani Allah’ı bilmeye ve bulmaya çalışırken takip ettiğimiz fiillerin isme dönüşen halleridir. Sen Marifetullah hesabına kendi aldığın maaştan başlarsan Allah senin için “maaşını ikram eden Kerîm” olur. Yok, bahar mevsiminden hesaba başlarsan, “Bir baharda binler çeşit bitki ve hayvana hayat bahşeden, lezzetler ve güzellikler ikram eden Allah” olur. Daha başkaları da olabilir. İsmin bulduğu karşılık senin düşüncenin kapsamına, ufkunun genişliğine bağlıdır. Her neyse.
İşte bu isimler, Allah’ı bilmek ve bulmak için birer penceredirler. Çünkü “bilmeye” ve “bulmaya” çalışan neticesinde sadece bir insandır. Bir anda bütün kâinatı birden düşünemeyen, bir şeye yoğunlaştığında pek çok şeyi görmezden gelen bir insan! Tıpkı televizyonda beğendiğiniz bir programı izlerken annenizin size söylediklerini işitmemeniz gibi. (Sizi bilmem, ama bana çok olur.)
Kapasite olarak, IQ’su kaç olursa olsun, sınırlı olan insan “sonsuz” ve “sınırsız” olan Allah’ı nasıl anlayacaktır? Nasıl kavrayacaktır. Çok basit, kısımlara bölerek ve parçalayarak. Hâşâ, kendi varlık şeklimizin algılayamayacağı madde ve mekânlardan öte ve nezih olan Allah’ın zatını bölüp parçalayamayacağımıza göre, bunu başka bir şekilde yapmalıyız. Peki, nasıl yapacağız?
İşte “Esma” bu noktada devreye giriyor. Allah’ın (c.c.) bir hadiste geçen haliyle 99 ismi (Cevşen’de geçen şekliyle bin bir isim. Kur’an’da geçen haliyle bütün güzel isimler) bize burada büyük bir kolaylık sağlıyor. O’nu, kâinattaki fiilleri açısından kısımlandırabilmemizi ve böylece tefekkür edebilmemizi kolaylaştırıyor. Örneğin; bir çiçeğe bakarken Allah’ı önce Cemil (Güzel olan ve yarattıklarını güzel yaratan Allah) olarak tanıyoruz. Bu elbette marifetin, bilmenin tamamı olmuyor. Ama bize marifete giren bir kapı sağlıyor. Oradan yolculuğumuz başlıyor.
“Bir şeyde güzellik varsa, onda sanat vardır” diyoruz. Allah’ın “Sanatla yaratan” anlamına gelen “Sanî” ismi devreye giriyor. “Bir şeyde sanat varsa, ölçü ve düzen vardır” diyoruz. O zaman da devreye “Nazzam” ismi giriyor. “Düzen içinde yaratan Allah.”
Durmuyoruz, devam ediyoruz. “Düzen içinde yaratılma varsa, miktarları mutlaka bir takdir eden de vardır” diyoruz peşi sıra. Oradan hemen “Mukaddir” ismine geliyoruz. “Miktarlarla, takdir edilmiş ölçülerle yaratan Allah.” Ve hakeza. Bütün isimler böyle birbirini gerektiriyor ve kovalıyor.
Yazıyı uzatmamak için kısa kesiyorum. Demek ki, o meşhur “Esma-i İlahi’ye” böyle bir şey. Kolaylaştırıcı bir şey. Güç veren bir şey. Allah’ı tanımamızı sağlayan pencereler onlar. İyisi mi, bu pencerelerin kıymetini bilelim. Yoksa sonsuz ve sınırsız olanı, bizim gibi acizler nasıl anlar? Cehalet asırları, “Saadet” devirlerine nasıl dönüşür? Dünya nasıl değişir? Öyle değil mi?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.