İbrahim KAYGUSUZ
Fıtrata muvafık cereyan
Çaresizliklerin hükmettiği, kalplerin ve vicdanlar sustuğu zamanlar vardır.
Bu zamanlarda akıl ve hikmetin yerini husumet ve heves alır. Bu durum, yeryüzündeki bütün çatışmalara zemin hazırlar.
Beşeriyet, heva ile hüda arasında sıkışmış olan vicdanını hevadan tarafa kaybederse yerküreyi derin bir travma tehdit etmeye başlar.
Sonuçta tüyler ürpertici dramlar yaşanır, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar şiddetli zulümlere maruz kalır.
Yüksek bir istidada malik ve kemal mertebede bir fıtratta yaratılan insan duygu kaymalarına maruz kaldığı zaman vahşetlere sebebiyet verir.
Hakikaten “emanet-i kübra” rütbesi ve “hilafet-i zemin” vazifesi ile üstün kılınan insanı bu derece zulüm ve vahşetle aynı karede görmek ne kadar şaşırtıcı!
İnsan kan ve kin üretmek için mi yaratıldı?
Fıtratlarımız neden bu derece savruldu?
Bu soruların cevaplarını Rabbimiz yüce kitabında verir.
Bakara sûresi otuzuncu ayette Cenab-ı hak mealen şöyle buyurur: “Düşün o zaman ki, Rabbin melâikeye hitaben, ‘Ben yerde bir halife yaratacağım’ dedi. Melâike de ‘Yerde fesat yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın? Hâlbuki biz hamdinle Seni tesbih ve takdis ediyoruz’ dediler. Rabbin de ‘Sizin bilmediğinizi ben biliyorum’ diye onlara cevap verdi.”
Peki Rabbimizin bilip de melaikenin bilmediği o esrarlı “şey” nedir?
O sırlı şey hiç şüphesiz beşerin şer ve fesadına rağmen ona emanet edilen âli fıtrat ve yüksek istidattır.
Çekirdek halinde insanın mahiyetine zer’ edilen (ekilen) istidat ve kabiliyetler, Kur’an ve iman hakikatları ile sümbüllenmesi gerekirken, şeytan, nefis ve hevanın telkini ile şer ve fesada savrulabilir.
Çünkü Bediüzzaman’ın ifadesi ile fıtrata had konulmamıştır. İnsanın şeheviye, gadabiye ve akliye kuvvelerine yaratılışta hudut tayin edilmemiştir. İnsan “kendi iradesi” ile bu duygularını vahyin tayin ettiği çerçevenin dışına taşırabilir.
Bu alan, iffet, şecaat ve hikmet “vasat”ının dışındaki ifrat ve tefrit sarkaçlarıdır.
İstibdat, zulüm ve tahakkümler bu sarkaçlarda ortaya çıkar.
Bomba, cinayet, tedhiş ve korku ile hukukların payimal edilmesi, fıtrattaki bu kaymalarla izah edilebilir.
Son birkaç gündür memleketimizin şarkında ve dünyanın müslüman coğrafyasında yaşanan sıkıntıların hem izahı hem de çözümü bu noktadadır.
Sosyal, kültürel ve hukuki anlamdaki bütün doğru teklifler ve yorumlar bu merkez noktaya nispeten talidir.
Bediüzzaman Cumhuriyetin kuruluşunda büyük başları bu noktada ikaz etmişti!
Bediüzzaman birinci meclise: “Bu memleketin fıtratına muvafık cereyan veriniz” diye seslenirken bu noktayı kastetmişti.
Emanete ihanetin, rütbeye saygısızlığın ve fıtratın sesini dinlememenin bu dünyadaki cezası ile birlikte ahiretteki cezası insanlara hatırlatılırsa tesirin derecesi katlamalı olarak artacaktır.
İnsanların kalbine imana ait egemen bir alan açarsanız o iman bütün dünyevi asker ve polislerden daha koruyucu bir rol oynar.
Türkiye’nin ve dünyanın sulh-u umumisini temin edecek olan yegâne şey, insanın vicdanına koruyucu bir yasakçı yerleştirmektir.
İnsan, esma-i ilahiye ye mazhar bir ayinedir. Talim-i esmaya mazhar olan insanın gerçek vazifesi, çekirdek halindeki bu talimini derinleştirmektir.
Böyle bir insan istidatlarını ilim yolu ile inkişaf ettirerek melaikenin fevkinde bir makama çıkabilir.
Böyle bir insan savaş yerine barışı, zulüm yerine adaleti konuşur ve gerçek insaniyeti yakalar.
Fıtrat dini olan doğru İslamiyet ve âlemlere rahmet olan yüce Nebi (asm) kalplerde ve vicdanlarda hükmettikçe Üstad Bediüzzaman’ın ifadesi ile imanlı faziletler ortaya çıkar ve bütün zulümlerin kapıları kapanır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.