Prof. Dr. Şadi EREN

Prof. Dr. Şadi EREN

Muhakemat'ın Türkçesinde Olmayan Latif Bir Değerlendirme

Muhâkemât, 1910 - 1911 yıllarında Bediüzzaman’ın “Eski Said” tabir ettiği dönemde hem Arapça hem de Türkçe olarak te’lif ettiği bir eserdir. “Tefsire giriş” olarak yazıldığı cihetle, “Bir usûl kitabıdır.” Arapça olanı, Türkçe olana nispetle daha vecizdir. Arabî Muhâkemât’ın başında şöyle denilmektedir:

TENBİH

Ey “Reçetetü’l- havâs” adı verilen bu risaleye nazar eden zât! Sakın bunu aceleyle mütalaa etme ve eğer bilmiyorsan ehl-i zikre/ bilenlere sor. Ayrıca Türkçe refikasını da yanında bulundur. Çünkü Türkçe olanı Arapçasındaki kapalı kısımları açıklamış ve onları avamın fehimlerinin ağzına yaklaştırmıştır.

Şimdi sanki seninleyim. Sen, sana ünsiyet eder zannıyla bu bahçenin kapıcısıyla musafaha etmek istiyorsun. Fakat görüyorsun ki sana yabancı kalıyor ve seni tanımıyor.

Ben sana bakıyorum, sen o bahçedesin. “Koparması kolaydır, sana zorluk çıkarmaz” zannederek elini meyvelere uzattın. Fakat görüyorsun ki o meyveler dikenli, sana haşin davranıyor ve elini kanatıyor.

Şimdi ise sanki ben arkanda duruyorum. Görüyorum ki sana sarkan bir meyveyi koparıyorsun ve onu bir elma zannederek ağzına alıyorsun. Fakat görüyorsun ki o

- ya senin dişine sertleşen ve katılaşan bir inci oluyor, dişini kırıyor

- veya bir köz olup ağzını yakıyor

- ya da bir zamk olup dişlerini birbirine yapıştırıyor.

Sanki seninleyim. O bahçeden geçip neticeleri avlamaya çalıştın. Ben ise göz ucuyla sana bakmaktayım. Sen de “O neticeler üryandır, onlara atılan ok geri gelmez, işi bitirir” zannederek yayını geriyor, hedefe doğrultuyorsun. Hedefin sana parladığını, ışık saçtığını görüyorsun.

Fakat bu cisminin letafetinden değil, zırhının metanetinden gelen bir parıltı olduğundan senin oklarını etkisiz yapıyor, onları eli boş ve hatırı kırık olarak geri çeviriyor.

Sanki ben durduğum bu yerden sana bakıyorum. Göz şuam eliyle senin başını okşuyor. Sen “Kolaydır, açıktır” zannederek bazı karanlık yollara gidiyorsun. Fakat görüyorsun ki düz bir yol değil, engebeli ve başını duvara vuruyorsun. Sanki taşlar sana dişlerini gösteriyorlar. Sen yalpalayarak giderken, ben senin haline gülüyorum. Sen ise bana şetmediyor ve kötü şeyler söylüyorsun. Ben ise hayalinin ötesinden sana şöyle sesleniyorum: “Ey muhatap! Öfkelenme, kötü şeyler söyleme, acele etme, bekle! Çünkü bu risale üç kitabın elçisidir. Bu, mücmel olarak o bahçenin haberini sana versin diye acele ile yazıldı. Bunda kısa geçilenleri tafsil eden Türkçe refikasını da yanında bulundur, onunla sohbet et.”

Muhâkemât, bir Tefsir Usûlü kitabıdır. Hemen her ilmin esaslarının ele alındığı usûl çalışmaları da olur. “Vusulsüzlüğümüz usûlsüzlüğümüzdendir” denilir. Yani hedefe varamayışımız, usûlüne uygun hareket etmeyişimizdendir. Usûl bilgileri, binanın temeline veya ağaçların köklerine benzer. Temel sağlam olmazsa bina çöker. Ağacın kökü sağlam değilse, meyveleri ya hiç olmaz veya cılız olur.

Bediüzzaman, Muhâkemât’ın başında, bu eserini şöyle takdim eder:

Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi veyahut Saykalü’l- İslâmiyet.

Kanaatimizce Bediüzzaman’ın

- “Mariz bir asır” dediği, ahir zamanın dehşetli fitneleri içindeki kendi bulunduğu zaman ve devamı,

- “Hasta bir unsur”, medrese sistemi

- ve “Alîl bir uzuv” ise akıl olabilir.

Öte yandan İslam Âlemini “hasta bir unsur” ve Osmanlıyı da “alîl bir uzuv” olarak görmek mümkündür. Yani ahir zamanın hasta döneminde İslam Âlemi de hastalanmış, bu âlemin en büyük bir uzvu olarak Osmanlı da illetli bir duruma maruz kalmıştır.

Bediüzzaman bu eserinden önce Münazarat isimli eserini telif etmiş ve bunu “Reçetetü’l- avâm” olarak nazara vermiştir. Bu eserine ise “Reçetetü’l- havâs” demektedir. Birinci eseri geniş halk kitlelerine hitap ederken, bu eseri özellikle belli bir ilmî altyapıya sahip olanlara seslenmektedir.

Eserin Arapça olanı “Saykalü’l-İslâmiyet” şeklinde ifade edilmiştir. Saykal kelimesi "cila, kılıcı bileme ve parlatma işlemi" anlamına gelir. Yani bu eser İslâmiyet’in cilasıdır. 14 asırlık uzun zaman dilimi içinde İslâm kılıcı üzerinde birtakım hurafeler, vehimler ve hayaller toz gibi birikmiştir. Bu eser, bu tozları silecek esasları ihtiva etmektedir.

Bu eserin bir başka ismi “Reçetetü’l- ulema” yani âlimlere bir reçetedir. Medrese ilimleriyle meşgul olan zatlar, “Lafızperestlik, âlet ilimlerini asıl ilimlere tercih etmek, mecazı hakikat zannetmek…” gibi bazı hastalıklara yakalanabilmektedir. Bu eserde bu tür hastalıkların reçetesi sunulmuştur.

Bediüzzaman medrese geleneğinden gelen bir âlimdir. Medreselerle ilgili bu eserde nazara verdiği problemler günümüz medreselerinin ve eğitimcilerinin hala devam edegelen meseleleridir.

Ülkemizde Tefsirle ilgili çalışmaların gittikçe artması, son derece sevindirici bir durumdur. Ama iyi bir Tefsir Usûlü bilgisine sahip olmadan âyetleri sağlıklı bir şekilde değerlendirmek mümkün değildir. Dolayısıyla, 20. yüzyılın başlarında yazılan bu kıymetli eser, günümüz insanına da son derece kıymetli mesajlar sunmaktadır. Muhakematı anlayarak okuyanlar İslam’ın meselelerini sağlıklı muhakeme edebilecek, ayrıca fikir kargaşası yaşayan kimselere güvenilir bir liman olabileceklerdir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum