Metin KARABAŞOĞLU
Garipler mutsuz…
Sahabilerin yaşadığı savaşlar içinde, en dehşetlisiydi. Arabistan’ın bütün müşrikleri birleşmiş, Hayber Yahudilerini de yanlarına almış, oniki bin kişilik bir orduyla Medine’yi kuşatmışlardı. Medine’de, şehri savunmaya çalışan mü’minlerin sayısı ise üç bini bile bulmuyordu. Dahası, Benî Kurayza Yahudileri, kendi mahallelerinden Medine’ye açılan kapıları bir gece vakti açmak üzere müşriklerle kavilleşmişlerdi. Medine münafıklarının güven vermez tutumları da cabasıydı.
Korku namazı, mü’minlerin tarihinde ilk kez, bu savaşta kılındı. Saldırının en şiddetli olduğu gün, namazı vaktinde kılmaya mecal olmadığı için, vakit namazları birleştirildi.
Müşrik ordusu ile Medine arasında, yalnızca üç metrelik bir hendek vardı. Atlar bu tarafa geçse, mü’minlerin hali perişandı.
Bu hengâmede, münafıklar Allah ve peygamberi hakkında türlü çeşit lâflar üretiyorlardı. İçlerinde, “Muhammed bize Busrâ’nın, Medâyin’in fethedileceğinden haber veriyor, halbuki biz üç adım öteye çişimizi yapmaya bile gidemiyoruz” gibi istihfaf cümleleri serdedenler bile vardı. Bir de, münafık değilse de, kalbinde hastalık olanlar vardı. Böylesi sözler ve zanlar onların da yüreklerine etki ediyor, Allah ve Resûlü hakkında zanlar üretiyor, ikircikli bir ruh halinde sürekli bir gel-git yaşıyorlardı.
Gerçekten iman edenler ise, bu en zor savaşta mutluydular. Çünkü, Allah’ın va’dinin hak olduğunu apaçık görmüşlerdi. Allah, imanın karşılığında dikensiz gül bahçesi vaad etmiş değildi onlara. Bilakis iman ikrarlarına karşılık canlarıyla, mallarıyla, eşleriyle, evlatlarıyla, akrabalarıyla sınanacaklarını vaad etmişti. İşte şimdi sınanmanın en çetinini yaşıyorlardı. Hayatları dahil herşeylerini kaybetmenin eşiğinde, Kur’ân’la gelen çetin sınanma haberini bizzat tecrübe etmenin saadeti içindeydiler. Bir kez daha ve apaçık görmüşlerdi ki, Kur’ân haktı, Peygamber hak söylüyordu; ve ilmelyakîn mertebesinde bir imandan hakkalyakîn mertebesinde bir imana böylesi çetin sınanmalar eşliğinde ulaşılıyordu.
Onlar, bu bakımdan, yalnız Hendek’te değil, Bedir’de, hicret günlerinde, boykotla gelen açlık hengâmında, Mekke’nin ağır mihnet günlerinde de, herşeye rağmen mutluydular.
Çünkü hakkı tutup kaldırmışlardı, çünkü gözlerindeki ve gönüllerindeki perdeleri de kaldırmışlardı, hakikat güneşi yüreklerinin en kuytu köşelerini dahi aydınlatıyordu; ve bu ışığın eşliğinde dünya fanidir, aslolan ahirettir, bu dünya meydan-ı imtihandır, insan için bu dünyada Allah için olup olmama gibi, hayatını Vâhibü’l-hayata adama gibi bir seçenek vardır, dikensiz gül bahçeleri bu imtihan diyarının gerçeği değildir gibi nice gerçeği idraklerine kazımışlardı.
Sözün kısası, İslâm’ın dünya sahnesindeki yolculuğu, dört şeritli asfalt yollarda başlamadı. Her türlü tümsek ve çukurun karşılarında olduğu, her türden haşeratın ve yırtıcı hayvandan beter insanların karşılarına dikildiği bir yolda yürüdü sahabiler.
Yolun böyle olacağı daha en baştan kendilerine söylenmişti. Onlar, bunu bile bile bu yolu seçtiler. Ezelî hakikati her türlü dünyevî lezzetten daha tatlı ve her türlü dünyevî mihnete rağmen değerli bildikleri için, hakikat elması uğruna kömür ruhların her türlü sadmesine rağmen dimdik ve mutlu olabildiler.
Garip başladı İslâm’ın yolculuğu. Peygamber aleyhissalâtu vesselam ve sahabileri, kırmızı halılarla değil, kılıçlarla ve kılıçtan keskin iftiralarla karşılandılar.
Ama bu, onları tereddüde sevketmedi, tedirgin etmedi; imanlarını ve gayretlerini kavileştirdi yalnızca.
Çünkü başkalarına göre değil, Rablerine nisbetle tarif etmişlerdi kendilerini. Rablerinin yolunda olduktan sonra, başkalarının ne deyip ne ettiğinin onlar için önemi yoktu.
Ama bugün, bir buçuk milyar müslüman nüfusun toplamında, bir avuç sahabideki yürekliliği göremiyor insan.
“İslâm garib olarak başladı, tekrar başladığı gibi garib hale dönecektir. Ne mutlu o gariblere!” buyurmuştu kudsî nebi.
Ama bir buçuk milyar müslüman, garibliğe değil, sıradanlığa aday. Herkes gibi olma gayreti, dışlanmama çabası kuşatmış benliğimizi.
Garipsenmekten korkuyoruz. Farklı olmak bizi korkutuyor. Herkesin delirtici sudan içtiği bir diyarda, bu sudan içen çoğunluk bize deli demeye başlayacak diye ürküyoruz. Herkesin suya ateş, ateşe su dediği bir diyarda suya su, ateşe ateş dersek diyebilmenin maliyet hesabını yapıyoruz.
“İslâm garib olarak başladı, tekrar başladığı gibi garib hale dönecektir. Ne mutlu o gariblere!” buyurmuştu kudsî nebi.
Ama garipler mutsuz…
Garipliğe hazır olması gerekenler, dikensiz gül bahçesi derdinde…
Saadet Asrını Lâle Devri sanıyor kimileri. Asr-ı Saadet’i ‘saadetli’ kılan sırrı unutalı çok zaman oldu…
Ne mutlu garipliğe razı olanlara…
Ne mutlu o gariplere…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.