Muhammed Numan ÖZEL
Gavvas Dalgıçlar ve Cemaatler–4
Manevi Kan Davası-2
“Cenab-ı Hakk'a nâzır ve ona vâsıl olan yollar, kapılar; âlemin tabakaları, sahifeleri, mürekkebatı nisbetinde bir yekûn teşkil etmektedir.” (Lem’alar 80)
Bunca yekün ve fark ise mutlaka metod ve tarz farkını getirecektir. Hedef aynı amma geliş istikameti farklı olması manasına gelmektedir.
Geliş istikameti farklıysa bakış açısı ve hadisata verilen mana da farklı olacaktır elbette. Bu farklılık insanlarda ayrışmaya ötekileşmeye değil, mana mertebesinin müteaddid manasından başka bir mertebedir diyebilecek şuura malik olmak elzemdir.
Yoksa “bizden olsun çamurdan olsun, ötekinden ise elmasta olsa olmaz bizden değil ya” gibi akıl tutulmasına sebebiyet verecek elfazdan ve ef’alden uzak durulmalıdır.
Fen ve felsefenin maddesel hücumu diyoruz ya hani işte. Bu hücumla zehirlenen kimseler -felsefik olanlar yani– kendi meşrebinden olana muhabbet eder kendi meşrebinden olmayanı da ötekiler. Bu zinhiyeti kuran İngiliz aklıdır. Zaten vehhabiliği de bunlar icad etmiştir.
Bu felsefik virüse müptela olanlar ise düşman veya öteki üretmeden duramazlar. Kendi meşrebine tüm hamiyetini sarf ederler. Eğer düşman türetemezse kendi meşrebinde bu defa düşman üretmeye çaba sarfederler. Neymiş arkadaş bu meşrep ve meşrecbilik?
Buna dair Nurculuğun mazisine bakıp sürekli mazide olmuş olan şeyleri diri tutmak için yırtınmak enerjisini hakaik-i imaniyeye sarf etmek yerine mesaisini hadisat-ı mazinin ihtilafi meseleleri ve hadisatına sarf eder. Bu ise ahmaklıktan öte bir şey değildir.
Mazide biz Hüsrev ağabeyle oturuyordukta falan hadise oldu ona böyle dedi. Biz Zübeyir ağabeyle oturuyorduk falan abiye şunu dedi. Bayram, Said, Mehmed Feyzi, Hulusi, Sungur ağabeylere (R.A.) şöyle oldu…
Kardeşler bunlar oldu evet. Ama bu hadisatı yaşayan ağabeyler ahirete irtihal ettiler. O ağabeylerle bir meselesi olanların meseleleri Ruz-u mahşere kaldı.
Nasıl ki araba sürerken ön cama bakarak araba sürülür. Arada dikizler kontrol edilirse bizler de hizmet için bir olup, iri olup, diri olup ittihad-ı islamı temin etmek için var gücümüzle gayret edeceğiz.
Mazinin hadisatını bilmek ihtilaf çıkartmaya değil tesanüd etmeye sebeptir. Hani okuyoruz sürekli ihlas, Uhuvvet (Hatta ihlas Nur Neşriyat ihlas ve Uhuvvet Risaleleri ismiyle bu 2 Risaleyi beraber Tab etmiş. İsteyen oradan temin edebilir) ve Hizmet Rehberini rabbim amele dökmeyi nasip etsin inşallah. Oradan bir mehaze bakalım. Ya okuduğumuzda ya da bizim tatbikimizde bir hata var.
“İşte ey mü'minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken; onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik ve adavetkârane inad; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı? O düşman daireler ehl-i dalalet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehval ve mesaibine kadar birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırs ile bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var.
Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhın ve siperin ve kal'an: Uhuvvet-i İslâmiyedir. Bu kal'a-i İslâmiyeyi, küçük adavetlerle ve bahanelerle sarsmak; ne kadar hilaf-ı vicdan ve ne kadar hilaf-ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil, ayıl!” (Hizmet Rehberi, 85)
Şimdi içimize hulul etmiş olan dehşetli dinsiz komite ve suret-i haktan görünen bu komitenin icraatçıları olan kimselerin ve hadiseleri karıştıran münafık veya münafık tavrı sergileyen bu saftiriklere hareket edecekleri bir saha bırakmayalım. Hadiseleri körüklemek, olur olmaz yerde konuşmak adeta konuşacak bir şey bulamayıp adavete muhabbet edip adavet üzere cemaati ve insanları diri tutmaya çalışmak ise manevi kan davası gütmekten öte bir şey değildir. Ki bu zamana dek çok zararı ayan beyan görülmüştür.
Adavete muhabbet ise insanı madden de manen de sıkıntılara giriftar ettiği, edeceği bellidir. Adavetle, kinle, öfkeyle, belki hiç bu dünyada görmediği insanlara birisinin dolduruşuyla tahrikatıyla nefret beslemek ise ehl-i insafın ve elinde kenz-i mahfi olan bir nur talebesine yakışacak davranış değildir.
Bizler kafirin bile vücuduna değil, kalbindeki küfre muarızken ne oluyor da adavete muhabbet besliyoruz. Kinimizle içimizde adaveti büyütüyoruz.
Ey müdebbir mesabesinde olan kardeşlerim!
Bırakın nesl-i cedide fitne tohumu ekmeyi, muhabbet ekin ki ittihad-ı islamı biçesiniz. “Yok biz fitne ekeceğiz” diyorsanız bu ihtilaf u tefrika neticesinde kıyameti biçersiniz.
Bakın Hüsnü Bayramoğlu Ağabeye Ankara ve İstanbul’da birbirine yakın olan meşrebleri ortak derse topluyor. “Çünki birbirine yakın zâtlar birbirini taklid edebilirler. Bir cinsten olanlar, birbirinin suretine girebilirler. Mertebece birbirine yakın olanlar, birbirinin makamlarını taklid edebilirler.” (Sözler, 186)
Medreseleriniz ayrı olsa da kalbiniz bir olsun diyerek ittihadı esas alıyor.
“Yaşasın Şeriat-ı Garra!.. Yaşasın adalet-i İlahî!.. Yaşasın ittihad-ı millî!.. Ölsün ihtilaf!.. Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağraz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!” (Divan-ı Harb-i Örfi, 81)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.