Abdulkadir MENEK
Geçmişten günümüze Ayasofya (II)
II. Selim döneminde Ayasofya Camisi için Mimar Sinan görevlendirilir. Ve Cami ile çevresi çok geniş kapsamlı bir tamir, tahkim ve tadilattan geçirilir. Geniş bir çevre düzenlemesi yapılır. Dördüncü minare de III. Murat’ın Padişahlığı döneminde Mimar Sinan tarafından yapılır. 1608 yılında Mimar Dalgıç Ahmet Ağa tarafından çok geniş kapsamlı bir iyileştirme çalışmasının yapıldığı bilinmektedir. 1739 yılında ise Sultan I. Mahmut tarafından Ayasofya’da, okuma salonu ve kitapların saklandığı bölümlerin bulunduğu büyük bir kütüphane yaptırılmıştır. Buradaki beş bin adet kitap 1968 yılında Süleymaniye Kütüphanesine devredilmiştir.
1743 yılında yine Sultan I. Mahmut tarafından fakir ve kimsesizlere yemek dağıtılması amacıyla caminin kuzeydoğu tarafına bir imarethane yaptırılmıştır. 1847 yılında ise Sultan Abdülmecid tarafından büyük bir tamirat çalışması başlatılmış ve caminin kuzey tarafına da bir medrese inşa ettirilmiştir. 1894 yılında meydana gelen deprem sırasında Ayasofya Camisi önemli oranda hasar görmüş, 1895 yılında ise Sultan II. Abdülhamit’in emriyle yeniden elden geçirilmiştir. Ayasofya Camisi müze haline getirildikten sonra da farklı zamanlarda restorasyon çalışmaları yapılmıştır.
1 Haziran 1453 tarihinde bir Cuma günü ibadete açılarak, 481 yıl süre ile kesintisiz bu kutsi vazifeyi yerine getiren ve İstanbul’un İslamlaşmasının bir nişanesi hükmüne geçen Ayasofya Camisi’nin, 24 Kasım 1934 tarihli bir kararname ile camiden müzeye dönüştürülmesi konusu, bugün bile bütün yönleriyle aydınlatılmamıştır.
Ayasofya’nın Cami olmaktan çıkarılıp müzeye dönüştürülmesi konusunun Lozan’da konuşulduğu ve bununla ilgili bir karar alınarak gizli maddeler arasına konulduğu hususu, bugüne kadar çok sayıda kişi tarafından bir iddia olarak ortaya atılmıştır. Ancak konu ile ilgili olarak meselenin esas içyüzü, bugüne kadar net bir şekilde aydınlatılamamıştır.
Başbakan İsmet İnönü’nün teklifi ve Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk’ün onayı ile verilen müzeye dönüştürme kararı, ancak 1 Şubat 1935 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. Bu kararnamenin sahte olduğuna dair birçok husus da, halen konuşulmaya devam edilmektedir. Zaten Ayasofya Camisinin imam kadrosu hiçbir zaman lağvedilmemiştir ve bugün bile kadrolu imamı mevcuttur.
Ayasofya Camii'nin müzeye çevrilmesi konusundaki Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 04.11.1934 tarih ve 94041 sayılı teklifinde ‘’Şark âlemini sevindirmek ve beşeriyete yeni bir ilim müessesesi kazandırmak için müzeye çevrilmesi’’ teklif edildiği belirtilmekte ise de, Genel Müdürlüğün böyle bir yetkisi bulunmamaktadır.
Ayasofya’nın cami iken müzeye çevrilmesi ile ilgili olarak alındığı söylenen kararnamenin de sahte olduğu konusunda ciddi şüpheler mevcuttur. Zaten vakıf malı olarak tescil edilen bir mülkün, bu şekilde bir tasarrufa tabi kılınması da hukuki olarak mümkün değildir. Bu kararnameye atılan ‘Atatürk’’ imzasının da şekli, bu kuşkuları kuvvetlendiren başka bir delil olarak araştırmacılar tarafından ifade edilmektedir.
Ayrıca Soyadı Kanunu yürürlüğe girmeden üç gün önce, bu kararnameye atılan ‘’Atatürk’’ imzasının da hukuki olarak geçerli olmadığı ifade edilmektedir. Soyadı Kanunu, 27 Kasım 1934 tarihli Resmi Gazete ’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Ayrıca bu kararın, Resmi Gazete ile Mevzuat dergisinde yayınlanmamış olması da, bu konudaki kuşkuları güçlendirmektedir.
Ayasofya’nın ibadete açılması için Milletvekili olarak görev yaptığı yıllarda 2 kez TBMM’ye kanun teklifi veren Türk Tarih Kurumu’nun eski başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, burada kullanılan Atatürk imzasının sahte olduğu konusunda ısrarla görüş ifade eden ilim adamlarının başında gelmektedir. Yusuf Halaçoğlu’nun Milliyet’te yayınlanan açıklamalarında şu görüşlere yer verildi. ‘’Ayasofya’nın müze haline getirilmesi için hazırlanan kararname sahtedir. Söz konusu kararname hiçbir zaman Resmi Gazete’de yayımlanmadı. Tarih ve sayı numaraları da yok. Açık bir hukuksuzluk var. Atatürk’e ait olduğu söylenen ıslak imza sahte. Mustafa Kemal Paşa, Atatürk ünvanını almadan önce kararnameye Atatürk imzası atılmış. Ancak soyadı kanunundan sonraki imzaları ile kararnamedeki imzası birbirine hiç benzemiyor. 1934’te avludaki mozaiklerin ortaya çıkarılması için 9 kişilik heyet kuruldu. O dönem Ayasofya’nın etrafı dükkânlarla dolu ve çevresi harap haldeydi. 1931’de çevre düzenlemelerine başlandı. 1934’de sıva tozları nedeniyle halılar sökülünce kısa bir süreliğine ibadete kapatıldığı duyuruldu. Atatürk’ün ölümüne kadar açılması geciktirildi. Sonrasında ise sahte imza dayanak yapılarak müzeye dönüştürüldü.’’(1)
Ayasofya Camisinin müzeye çevrilmesi ile ilgili süreç hakkında ilginç bazı bilgiler de Yazar Yıldıray Oğur tarafından yayınlandı. Yıldıray Oğur, bu konunun en önemli uzmanlarından olan Prof. Dr. Semavi Eyice ile yapmış olduğu röportajda, konu ile ilgili olarak edindiği ve Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’dan farklı bazı görüşlerin de yer aldığı bilgileri şu şekilde okuyucularına aktardı:
"Ayasofya’nın müzeye çevrilme kararının nasıl alındığını iki yıl önce kaybettiğimiz Türkiye’nin en önemli Bizantologlarından ve Ayasofya uzmanlarından Prof. Dr. Semavi Eyice, 2016’da yaptığımız röportajda şöyle anlatmıştı:
“Muzaffer Ramazanoğlu’nun Ayasofya Müdürü olduğu zamanda bir tane Ayasofya Hatıra Defteri diye kocaman bir defter yapıldı. Bu defterin birinci sayfasına da ilk hatırayı Atatürk zamanında Milli Eğitim Bakanı olan zat el yazısıyla yazdı. Diyor ki orada: Atatürk bir akşam sofrasında yanındakilere ‘Ayasofya’yı müzeleştirsek ne dersiniz’ diye sordu. Malum yanındaki zevat, şak şak şak alkış, oldu da bitti maşallah. Diyor ki: ‘Ertesi gün Atatürk’ün arzusu bu merkezde diyerek Vakıflar İdaresine Milli Eğitim’den ilk yazıyı yazdık. Ayasofya’yı derhal cami teşkilatından çıkarıp, müzelere derhal teslim edin’ diye. Ben noktası virgülüne kadar bu defterin kopyasını aldım o zaman. Şimdi bu defter kayıp, bulamıyorlar...”
Gerçekten de süreci başlatan 25 Ağustos 1934’de Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen’in aldığı bir emri Başbakanlığa bildiren yazısı olmuştu:
“Aldığım büyük şifahi emir üzerine Ayasofya Camii’nin müze haline konması için icap eden tetkikata başlanması hakkında verilen emrin bir suretini arz eylerim efendim.”
Hemen bir komisyon oluşturulmuş, hazırlıklara başlanmış, nihayet 24 Kasım 1934 günü de altında Reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk, Başbakan İsmet İnönü, İktisat Vekili Celal Bayar ve diğer bakanların imzasının olduğu “Eşsiz bir mimarlık sanat abidesi olan İstanbul’daki Ayasofya Camisi’nin tarihî vaziyeti itibarıyla müzeye çevrilmesi bütün Şark âlemini sevindireceği, insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı cihetle bunun müzeye çevrilmesi...” diye başlayan bir kararnameyle Ayasofya müzeye çevrilmişti.
10 Aralık 1934 günü dış parmaklıklarına “Müze tamir ve tasnif sonuna kadar kapalıdır” tabelası asılan Ayasofya, 1 Şubat 1935 günü müze olarak ilk ziyaretçilerini kabul etmeye başladı.
Müzenin ilk ziyaretçilerinden biri de Atatürk olmuştu." (2)
Bu karar ile birlikte Ayasofya Cami’sinin duvarlarını süsleyen Lafzullah, Peygamberimiz (A.S.V) ve dört halifenin isimleri yazılı bulunan tablolar duvarlardan indirilerek dışarı çıkarılmak istenmiş, ancak kapıdan sığmadığı için dışarıya çıkarılamamışlardır.
Yahya Kemal Beyatlı, Osmanlı Devleti’nin iki manevi temelinin Ayasofya’da okunan ezan ile Topkapı Sarayı’nın Hırka-yı Saadet Dairesi’nde okunan Kur’an olduğunu şöylece ifade etmektedir:
’’Bir gün Ayasofya minaresinden ezan okunduğunu işittim. 857 (Miladi 1453) senesinin o sabahından beri asırlarca günde beş defa okunmuş olan bu ezan, hal-i vaki idi. Bu ezanı dinlerken Fatih’i asıl manasıyla ilk defa idrak ettim.
‘’Yine bir gün padişahların Topkapı Sarayında Revan Köşkünü ziyaret ediyordum. Uzaktan Kur’an okunuyordu. Yavaş yavaş sese doğru yaklaşırken nereden geldiğini ziyaretimde rehber olan zata sordum. Dedi ki: ’Hırka-i Saadet Dairesinden geliyor’
‘’Peygamberimizin hırkasını sakladığımız cennet gibi yeşil odanın Türkkâri penceresinin önünde durduk. İçeride iki hafız vardı. Biri ellerini kavuşturmuş, gözlerini yummuş, oturuyordu; diğeri diz çökmüş, müsterih ve yüksek bir sesle okuyordu. Rehberime sordum:
‘Hırka-i Saadet önünde Kur’an ne zaman okunur?’ Dedi ki: ’Dört asırdan beri her saat geceli gündüzlü. Yavuz Sultan Selim’in Hırka-i Saadeti Mısır’da getirip bu odadaki mevkiine koyduğundan beri kırk hafız nöbetle Kur’an okur. Türk tarihinde bir dakika bile buradaki Kur’an sesi kesilmemiştir.’
‘’Gezintilerimde bir hakikat keşfettim. Bu devletin iki manevi temeli vardır: Fatih’in Ayasofya minaresinden okuttuğu ezan ki, hala okunuyor. Selim’in Hırka-i Saadet önünde okuttuğu Kur’an ki, hala okunuyor. (3)
1-Milliyet, 10.06.2020
2-Yıldıray Oğur, Karar, 08.06.2020
3- Yahya Kemal Beyatlı, Aziz İstanbul, Sayfa:120
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.