Himmet UÇ
Gerekçe ve iktidar
Yirmidokuzuncu Söz bahis olarak Onuncu Söz ile kardeş bir bahistir. Onuncu Söz bir reallist hikaye olarak anlatılır. Bizim Türkçedeki çoğu gereksiz tafsilatla dolu olan hikayeden farklıdır.
Bediüzzaman’ın hikaye anlayışı, bir hikayede bir hakikat anlatılır ama çok haşviyat ve ayrıntı hakikatı boğar, bu yüzden çok roman ve hikaye keçiboynuzunda şeker gibidir. Ama Bediüzzaman hikayeyi bütün hatları ile hakikat olarak anlatır, onda gereksiz bir ifade ve ayrıntı göremezsiniz. Bu hikaye türüne getirilen büyük bir yeniliktir. Halk arasında “bırak hikayeyi” diye bir argo vardır ya. İnsanlar gerçeği duymak isterler ama Bediüzzaman’ın hikayeleri som altındır, hiç fazlası-eksiği olmayan bir hikaye.
İkinci maksadın başında bir cümle kullanır, cümlenin harika bir başka cümlesi vardır. “bir mukaddeme-i temsiliye.” Genellikle mukaddimeler bahse açılan mücmel kapılardır. Bediüzzaman önsözü, girişi bir temsil olarak bir kurgu ile anlatma ihtiyacı duymuştur. Risale-i Nur çok ciddi ön bilgilerle okunabilir. Temsil edebiyatın, sanatın, felsefenin temel argümanlarından biri ama buradaki hem temsil hem de mukaddeme-i temsiliye. Gel de çık işin içinden.
Zeka düzeyi yüksek olan fakülte mezunlarından oluşan okul açılmalıdır. İzah, tafsil ve yorum okulu. Yoksa otuz yıl okuyup, “eyvah ben bir şey okumamışım” diyen insanlar gördüm. Sorgulama, anlama, araştırma üzerine kurulmayan gazete gibi okumalar. Ama onlar da haklı çünkü metni açamıyorsanız sadece metni yücelterek kendini avutabilir, muhatapları da susturursunuz. Veya “oku oku anlarsın” gibi teraneler. Allah bize hakikati olaylarla, hikayelerle, kıssalarla anlatmıştır. Soyut değil, elle tutulur olaylar nakletmiştir.
Ebu Hüreyre, “Ya Resulallah (asm) bize bir kıssa anlat” der. O (asm) da Yusuf Kıssa’sını anlatır. Bu kıssa bizde yüzden fazla roman veya diğer adı ile mesnevide anlatılmıştır Arap ve Fars ve Türkçe’de. Batıya da geçmiş. Thomas Mann, Alman romancısı. Josef und birime diye Yusuf ve kardeşleri adı altında bin sayfayı aşkın bir roman yazmış ve Nobel ödülü almıştır. Bizde de bu hikaye o kadar meşhur olmuş ki çocukların göbeği Yusuf ile Züleyha’nın üzerinde kesilirmiş.
Bütün bir Yirmi Dokuzuncu Sözü, teşrih etmek zor bir iddia, ama bana göre bahsin dört sorgulayıcı cümlesinden son ikisini kısmen anlatarak bu mana malikanesine, bahribikeranına bir küçük kapı açmak izin verirseniz yapalım. Bahis o kadar mantıklı bir anlatı planına oturtulmuşki hayran olmamak elde değil. Önce ruhun bekası anlatılmalıdır. Ruhu yaratan ona süreklilik verecek, ondan sonra, devamlı ruha dünyanın binler keşmekeş içindeki hayatını yeterli görmek değil ona ebedi bir saadeti vermek gerekecektir. Saadet gelecektir, ama o saadeti getiren de bu koca dünya ve mafihayı değiştirip bir başka ülke meydana getirmeye gücü olan bir ilah mıdır? Ölüm ruhun gereği olan bir fiildir, hani insan bir elbiseyi uzun süre kullanır sonra yerine yeni birisini alır ya onun gibi. Ruh bir an gelir beden ile anlaşmazlığa düşer, ondan çıkmak ister. Hergün aynı şeyleri tekrar etmekten bıkar. Hasta ise iki iyiliğin birini ister, takatı kesilmişse bedenin ruh ile anlaşmazlığını hisseder. Hayırlısı ile der.
Hz. Ömer son altı ay “Yarabbi yaşlandım, iradem, duygularım, götürmüyor beni, hayırlısı ile…” der. Bir süre sonra ricası kabul görür. Hz. Osman’a zulmedilince Resullullahı (asm) rüyasında görür. Fahri kainat ona “gel artık Osman sana çok zulmettiler” der. Çağrı gerçekleşir ve davet vuku bulur.
Demedim mi demedim mi gönül sana demedim mi?
Gönül kuşu yuvasından uçar bir gün demedim mi?
Anadolu toprağından ne büyük adamlar çıkmış. Yunus Emre ne güzel sade bir dille anlatmış değil mi?
Bütün sanat, edebiyat, felsefe Bediüzzaman’ın eserlerinin şahidi sadıkıdır ama haberi olana. Bediüzzaman Onuncu söz ile Yirmidokuzuncu Söz’ü küçük bir cümle ile kıyaslar. “Şu Söz kalbi iman–ı kamil derecesine çıkaracak derecede bürhanlar zikredilmiştir. Şurada ise yalnız aklı ikna edecek susturacak, Eski Said’in Nokta Risalesindeki beyanatı tarzında bahsedeceğiz."
Akıl ve kalb hayatın iki aktörü, asırlarca birbiri ile kavgalı. Bazen dost ama sürekli çekişme içinde olan iki manevi kuvve. Allah öyle kurgusu büyük bir Allah ki zıtlıklar ile hayatı idare ediyor. Belalı ikililer ile, akıl ile kalp, sıcak ile soğuk, ölüm ile hayat ve daha neler. Binlerce zıtlığı bir arada yönetip yine hayatı bu düzgün akışı içinde korumak işte Allah bu. İki zıtlığı idare edemeyen beşer aklı, heyhat. Akıl ve kalb üzerine dünyalar kadar kağıt karalanmış, yazılmadık şey kalmamış. Araları açıkken akıl felsefenin babası olmuş, kalp ise mistik düşüncenin ve tasavvufun üstadlığını yapmış. Ama ikisini anlaştırmak için yazan ve yorumlayan nadir adamlardandır Bediüzzaman.
Mevlana’da, Yunus’ta, Yesevi’de akıl ve kalp farklı şekillerde tezahür ederler. Kalp batı medeniyeti ile şımarıp ihtiyaçların timsahları ile boğuşurken, zıvanadan çıkar. Akıl da ikna olmamış ise birlikte uçuruma giderler. Bugün biz de dahil akıl ikna edilmemiş. Bir kenarda sorun çıkaran bir mızıkçı. Bediüzzaman sürekli akıl ve kalbi müfekkiresinin bir tarafında tutup onlar ile gizli mülahaza ve dialoglar, muhavereler yapıp insanı düzlüğe çıkarıyor ve kavgaya son veriyor. Bir hakemin iki azgın kişiyi dizginleyip ve barışık yaşatması gibi. “Bediüzzaman’da akıl ve kalbin tafsilatı” bir sempozyum konusu olur ama muktedir adamlar gerekir. Veya herkesin fikrini söylediği bir akıl ve kalp açık oturumu. Bu konu meselenin can damarı değil mi?
Bediüzzaman burada Mesnevi’deki Nokta risalesindeki icmali, anlatım tarzını tercih etmiş. On iki medar, her biri tafsilatı, örneklemesi sayfalar tutacak küçük paragraflar ama büyük külli manaların kanunları durumundadır. Bediüzzaman kainat laboratuvarında çok geniş olan hayali ve onu denetleyen sorgulayan aklı ile ihatalı gözlemlerle konuşur. Her zaman olduğu gibi önce kainat ve mahlukat gözlemlerinden hareket eder. Yedinci medar yine kainat gözlemidir ama kelime–i manevi dediği fiziki görüntüler değil tamamen kalbe ve duygulara bakan seyyal şeylerdir. Bunları nasıl yakalamış ve ahiretin varlığına delil olarak almış?
Şu kainatta görünen ve bilinen;
Bütün letaif
Bütün mehasin
Bütün kemalat
Bütün incizabat
Bütün iştiyakat
Bütün terahhumat
Bunları insandan çek al, insanlar yunan heykellerine dönerler.
Akif bu tür insanları anlatırken;
“His yok hareket yok taş mı kesildin
Hayret veriyorsun bana sen böyle değildin” der. Çöküş dönemi Osmanlı insanını anlatır bununla.
Bütün kainatı ve varlıkları birbirine bağlayan manevi bağlar, ne kadar ince bir düşüncenin ve gözlemin mahsulü. Koca insanı kuru bir akıldan ibaret gören zavallı filozoflar… Kalkın sıraya geçin bu insanı alkışlayın ama önce hayret edin. Çünkü sizin hiçbirinizin o vadilerde bir cümle söylemeye iktidarınız yok.
Bunlara Bediüzzaman “kelime-i manevi” diyor. Al sana bir tez. Nedir manevi kelimeler? Haydi düşünelim. Allah’ım sen dünyaya ve Türkiye’ye şu nurların derinliklerine inme iştiyakı, enerjisi ve aşkı ver. Münacaat’ın sonundaki duaya bak:
“Ya Rabbi ve Rabbessemavati vel aradin. Ya Halıki ve Ya halıkı külli şey. Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilatıyla ve bütün mahlukatı bütün keyfiyatıyla teshir eden kudretinin ve iradetinin ve hikmetinin ve hakimiyetinin ve rahmetinin hakkı için nefsimi bana musahhar eyle. Ve matlubumu bana musahhar kıl.
Kur’an’a ve imana hizmet için insanların kalplerini Risale-i Nur’a musahhar yap!
Bana ve ihvanıma imanı kamil hüsnü hatime ver.
Hazreti Musa Aleyhisselama denizi,
Ve Hazreti İbrahim Aleyhisselama ateşi,
Ve Hazreti Davut Aleyhisselama dağı, demiri,
Ve Hazreti Süleyman Aleyhisselama cinni ve insi,
Ve Hazreti Muhammed Aleyhisselama Şems ve Kameri teshir ettiğin gibi RİSALE-İ NURA KALPLERİ VE AKILLARI MUSAHHAR KIL..
Ve beni ve Risale–i Nur talebelerini nefis ve şeytanın şerrinden ve kabir azabından ve Cehennem ateşinden muhafaza eyle ve Cennet ül Firdevs ‘de mesut kıl. Amin, amin, amin.”
Bak Bediüzzaman ne diyor, Allah’ım bu beş büyük peygambere denizi, ateşi, dağı, cinni, insi, ayı ve güneşi nasıl musahhar ettin, onlar onların emrine girdi ise ben senden başka bir şey istemiyorum. İnsanlar nurları anlasın ve kalpleri musahhar olsun, bana bu yeter.
“Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene sen ver onu bana Seni gerek seni.”
Bak Bediüzzzaman farkına. “İnsanlar nurlara hayran olsun, akılları anlasın, kalpleri tatmin olsun o bana yeter” diyor. Bu duayı Bediüzzaman gibi edip insanların akıllarının nurlara hayran olacağı şekilde çalışmalı. Bir dua metninde iki defa akıl geçiyor o halde anlamak isteyenleri susturup, anlamaları sağlamamak meseleyi yüz üstü bırakmak Bediüzzaman ve eserlerinin hukukuna aykırı değil mi?
Bu yazı bir yazı ile bitmez, devamı var.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.