İsmail AKSOY
Gezi Notları – (5) Bitlis’te beş minare
Seyyar medresemizle Norşin-Bitlis istikametine doğru Münazarat’tan ders okuyarak yol alıyoruz.
Bitlis girişinde iş adamları tarafından Bitlis’e kazandırılan okul, yurt, sağlık v.s binaları dikkat çekiyor.
Sağ tarafta Cumhurbaşkanı Sayın Gül tarafından temeli atılan Eren Üniversitesi tabelası ise, gelecek adına müjdeler fısıldıyor kulağımıza…
Buraları geçerken Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerini hatırlamamak mümkün mü?
Yıl 1895…Genç Said daha 18 yaşlarında… Mardin’den Bitlis’e sürgün edilmiş.
“Bitlis’te iken bir gün kendilerine vali Ömer Sabri Bey ile bir kısım memurların içki içtikleri ihbar olununca, hiddetlenerek, ‘Bitlis gibi dindar bir memlekette hükûmeti temsil eden bir zatın irtikab ettiği bu muâmeleyi kabul edemem’ diyerek, içki meclisine gider. Evvelâ içki hakkında bir hadîs-i şerif okuduktan sonra, pek acı sözler söyler. Valinin vurdurmak için işaret etmesi ihtimaline binâen de, bir elini rovelverinin bulunduğu yerde tutar. Fakat, vali fevkalâde mütehammil ve hamiyetli bir zat olduğundan, kat’iyen ses çıkarmaz.
“Oradan ayrılınca, valinin yâveri, genç Said’e, ‘Ne yaptınız? Söyledikleriniz îdamınızı mûcibdir’ der.
“Genç Said, ‘Îdam hayalime gelmedi, hapis ve nefiy zannederdim. Her ne ise, bir münkeri defetmek için ölürsem ne zararı var?’ cevabında bulunur.
“Oradan avdetinden bir iki saat sonra, iki polis vasıtasıyla vali kendisini istetir. Valinin odasına girerken, vali, hürmet ve tazimle genç Said’i karşılayarak elini öpmek ister. İltifatla yer göstererek, ‘Herkesin bir üstadı vardır; sen de benim üstadımsın’ der.” (Tarihçe-i Hayat, s. 39)
Birinci Dünya Savaşındaki fedakârlıkları ve 20 talebesiyle Ruslara karşı mücadelesi, 30 adet topu 300 gönüllü ile Rus ve Ermenilerin elinden kurtarması, yaralanması, Ruslara esir düşmesi gibi tarih şeridinde şerefle yer alan kareler bir bir, sinema perdesi gibi hafızamdan geçiyordu…
Bitlis, Van, Muş ve çevresinin düşman işgalinden kurtulması için büyük fedakârlıklar ve kahramanlık gösteren Bediüzzaman’a Devletin ve bölgenin oldukça yüklü bir vefa borcu olduğunu da kaydetmiş olalım.
Öğle namazlarımızı “ Camisiz Minare” camiinde (!) eda ediyoruz.
Cami çıkışında fotoğraf makinamızı çalıştırırken bir taraftan da ayakkabı boyacısı Rıdvan’a soruyoruz. “Neden camisiz minare?” diye… Bir rehber edasıyla bir çırpıda anlatıveriyor…
“Önce caminin minaresi yapılıyor, caminin yapımına sıra geldiğinde ise savaş çıkıyor ve cami o günlerde tamamlanamıyor. Çok sonraları minaresiyle cami buluşmuş oluyor…”
Ve “Bitlis’te beş minare“ yi tek tek bize sayıyor ve parmağıyla da uzaktan görünenlerin yerini gösteriyor. Ama bizim tamamını gezip görmeye vaktimiz olmadığından “Minaresiz cami”yi objektifimize kaydediyoruz.
Şemsettin Özçelik hocanın “Bitlis’te büryan yedirmeden sizi gönderirsek sonra bize ne derler” ısrarı karşısında, bizim Norşin medresesinden teberrüken aldığımız fırından yeni çıkmış özlü esmer ekmeğe karpuz ilavesiyle yol kenarında bir çeşme başında nostalji yaşama tarzındaki karşı ısrarımız fayda etmiyor ve bir büryancıya dalıyoruz…
Yemekten sonra bereketler temennisiyle vakit kaybetmeden arabamıza binip Bitlis deresine aşağı süzülüyoruz…
Nereye mi?
Meşhur OHİN Medresesi varış menzilimiz olacak inşallah…
Ohin’de buluşmak üzere…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.