Güzelleme

Şeytan inananlardan hiç gafil olmuyor ama insanlar şey­ tandan gaflet içinde kalıyorlar. Allah, zat-ı uluhiyetinden gafil olmasınlar diye şeytanı insanlara düşman etmiş, nefis­ lerini de ona yardımcı vermiş. Ve şimdi gülüm, şeytanın ve nefislerin müminlere neler yaptığına şahit olacaktı.

Dostum İbrahim' e söz verdiğim şarkılardan birinde bunu terennüm edeceğimi hiç aklıma  getirmemiştim.  Üstelik  şar­ kıyı ithaf ettiğim kişi bana çok benziyor. Daha doğrusu ben kendimi ona benzetiyorum. O da ufak tefek. İnce, narin ve hassas ... Saçları ipekten, gülüşü çiçekten... Yürürken ve otu­ rurken, giderken ve dururken asaletin imrendiği. .. Gülümün benden çok sevdiği bülbül. Onu nasıl kıskanmayayım?! .. Gö­ zünü açtığında gülümü gören ve başka görmeyen güzellik... 

Gülümün  taze bahan, tesellisi, tecellisi,  sevinci,  elemi...  Bel­ ki yolunda ve  izinde  yoldaş,  canına ve ruhuna  kadim  arka­ daş ... O, Ebu Bekir'in kızı ... O, AİŞE ... Gülümün narin gelin­ ciği.
Medine bir aydır çok zor ve sıkıntılı günler yaşıyordu. Münafıkların bir iftirası Müslümanlan savurup atmıştı. Ortada kocaman bir yanlışlık sarmalı vardı ama inananlar bunu düzeltmek yerine kenar duruyodardı. Hemen herkes gülümün de bir insan olduğunu unutmuş, destek verme ko­ nusunda onu yalnız bırakıvermişlerdi.

Her şey Müstalik seferinden dönüşün üçüncü günü erken saatlerde, kafilenin yola koyulmak üzere topadanmaya baş­ ladığı sırada başladı. Münafıklann elebaşlarından ABDULLAH b. Ubey, uzaklardan gelmekte olan bir karaltıya dikkatle bak­ mış, bunun bir deve olduğunu, Safvan b. Muattal'ın yulannı çektiğini, üzerinde de tertemiz Aişe'nin oturduğunu görünce istihza ve kinaye dolu şu cümleyi söylemişti:
"A-ha! .. Nasıl yani? Peygamber'in körpecik eşi, yabancısı olan şu erkekle, sabahın bu erken vaktinde... Bir gecenin sonunda...

Fitnenin kıvılcımı  bu itharn oldu. Sonra  etrafında kendi­ si gibi münafıklardan birkaç kişi, mürninlerden bazılarına Abdullah b. Ubey'in sözünü yuvadamaya başladılar. Kimse Aişe'ye yahut Safvan' a ne olduğunu, nereden geldiklerini sormadı nedense. Medine'ye vanldığı  akşam saatlerine ka­ dar dedikodu, kulaktan kulağa katlanarak aktanldı ve söyle­ yenler daha sonra duyduklarına hayretle kendileri inandılar. Ertesi günlerde şehir dedikodulada çalkandı. Adi bir müna­ fığın sözü, tertemiz Aişe'nin ahlak ve  namusunu  ayaklar altı­ na alan bir iftiraya dönüşmüştü. iftira olduğunu ben biliyor­ dum. Oradaydım, her şeyi gördüm, olup bitenin şahidiyim.

Öncesinin ve sonrasının... Lakin şu münafıklar... Ah o za­ limler!.. İftirayı köpürterek gülüp eğlenen, ağza alınmayacak şeyler söyleyip tertemiz Ayşe'ye dil uzatan alçaklar. Ve on­ lara inanıp dedikoduyu kulaktan kulağa yayan bazı kendini bilmez müminler... Gerçi bazılan duyduklarından rahatsız oluyor, ne  diyeceğini bilemiyor, inanıp  inanmamak arasın­ da tereddüt geçiriyordu ama ne çare. Aişe'ye böyle bir şeyi kanduramayanlar ise aksini söyleyecek bir bilgiye sahip bu­ lunmuyorlardı. Safvan yahut Aişe hemen yanı başlarındaydı, ama bunu sormanın onlan malıcup edeceğini düşünüyor ya­ hut sormaya cesaret edemiyor, sonra da herkesin ağzından duyduğuna inanası oluyorlardı. O gün eski bir dostu yeni­ den sevmiştim.

EBU EYYÜB Halid b. Zeyd el-Ensari idi bu. Çünkü tertemiz Aişe için bu dedikoduyu duyduğunda, "Süb­ hanallah, böyle  konuşmayın  sakın!..  Sübhanallah, bu  büyük bir yalandır; Aişe asla böyle bir şey yapmaz!" diyor, herkesi bundan döndürmeye çalışıyordu. 

Sonra Sa'd b. Muaz da onun gibi davrandı ve bunun açık bir iftira olduğunu, uyduranlan ve söyleyenleri de ölümle cezalandırmak gerektiğini anlatıp durdu.

Bir ay geçti. Medine'de her evde, her mecliste, her toplan­ tıda gizlice veya ima ile hep Aişe konuşuldu. Konuşmayan, daha doğrusu konuşulanlardan haberi olmayan üç kişi var­ dı: Safvan, Aişe, bir de gülüm. Sonunda gülüm, en samimi arkadaşları ve güvenilen dostlarının üstü kapalı söyledik­ lerinden meseleyi çözdü, anladı ve elbette çok incindi. An­ latanlar inanmaktan öte inandırma derecesinde şeyler söy­ lüyorlar, Safvan ile Aişe'nin geceyi beraber geçirdiklerini, sabah konak mahalline gelirken bu yüzden malıcup geldik­ lerini, utançlarından bir aydır kimseyle konuşmadıklannı, zaten konuşacak bir yüzleri de bulunmadığını falan anlatıp duruyorlardı. Gülüm söylenenlerin iftira olduğuna inanmak istiyordu. Kendisine suikast düzenleyen Yahudilerle, gön­ derdiği seriyyelerin güvenliğiyle, inananların sosyal mese­ leleriyle, Allah'ın adını yaymak üzere katıldığı gazvelerle, daha da önemlisi Allah'tan gelen vahiylerin belini büken so­ rumluluklarıyla uğraşıp dururken, bir de böyle cana doku­ nan ailevi bir sıkıntıyla karşı karşıya kalmak onu inanılmaz derecede sarsıyor, üzüyordu. Özellikle de mürninlerinin şu düştükleri durum... Mirac'da aşık ile maşuk halvet olmuş­ ken, maşuk huzurundan ayrılıp bu insanlar hatırına mı geri dönmüştü? İnananlar nasıl olur da hala cahiliye ruhuyla ha­ reket edebilirlerdi? Şu Evs ve Hazrec, nasıl da savrulup tıpkı putperest zamanlardaki gibi davranıveriyorlardı?

Temiz Aişe gülümün hayatma girdiğinde, birbirlerine şef­ kat ve merhamet olmuşlar, sırdaş ve gönüldaş olmuşlardı. Müstalik seferine çıkarken gülüm onu da yanma almıştı. Ör­ tünme ayeti geldiği için yolculuk Aişe için biraz meşakkatli olacaktı. Devesinin üzerinde kafes misali bir hevdec çattırıl­ dı. İçinde rahat yolculuk yapabilirdi. Kafile hareket edeceği veya konaklayacağı vakit hevdeci indirip yüklemek için üç kişi vazifelendirilmişti. O mevsimde çölde yolculuk güneşin doğduğu ve battığı saatierin öncesine denk getirilir böylece gündüz sıcaktan, gece de soğuk ve kum fırtınasından emin olunurdu. Müstalik dönüşünde de ordu, gece için konakladı. Akşamdan her şey yolundaydı. 

Aişe de herkes gibi dinlendi. Gecenin üçte ikisi geçip de yolculuk salası okunurken herkes gibi Aişe de uyandı. Meşaleler henüz yanıyordu. Önce ihtiyaç gidermek üzere bir tenha yer aradı. Bir hayli de uzaklaştı. Çevresi karanlıktı. Geri döndüğünde ordu büyük bir hareket­ lilik içinde hemen hemen yola çıkmaya hazırdı. Tam o sırada Aişe'yi yeniden geldiği istikamete koşarken gördüm. Arkasından gittim. Karanlıkta bir şeyler arıyor, etrafı araştırıyor, kumları eşeliyordu. Muhtemelen bir şey düşürmüştü. Etra­ fında dönüp çırpındım, seslendim ama dikkatini çekemedim. Acele etmesini hatırlatacaktım. Uzaktaki meşalelerden  ordu­ nun hareket etmeye başladığını görebiliyordum. Kafileye yö­ neldim. Eyvah, Aişe'nin hevdeci örtülüydü. Aişe içine girdi­ ği vakit örtüyü çekerdi. Görevlilere baktım, deveyi ıhtırmış, hevdeci üstüne koyup bağlamaya başlamışlardı bile. 

Aişe, narin  ve  ufak  tefekti.  Üstelik  de  bütün  mürninler 1gibi  o  da yoksulluk çeken, çok zaman aç yatan ve gittikçe zayıflayan­ lardandı. Bu durumda hevdeci deveye yükleyen görevliler onun içinde olmadığını fark etmemişlerdi. Zaten üç kişi yük­ ledikleri için bazen ağırlık birinden yana meyledip diğerleri için hafif kalıyordu. Bu sefer üçü de ağırlığın diğer tarafa yüklendiğini düşünerek hevdeci bağladılar ve deve, kervana dizildL Tekrar Aişe'nin yanına koştum. O  hala elleriyle kum­ ları karıştırıp aranıyordu. Üstelik aceleden paniklemiş, bak­ tığı yere tekrar bakıyor, arama çemberini genişletmiyordu. Nihayet umudunu keser gibi olunca geldiği yönü kestirrnek için çevresine bakındı. Tam  o  sırada kumların arasında  eline bir şey takıldı. Evet, aradığını bulmuştu. Sevindi. Yemen işi güzel bir kolyeydi bu. Muhtemelen hediye  idi. Onu boynu­ na takıp konak mahalline koşmaya başladı. Ama heyhaat! .. Etrafta kimsecikleri bulamadı.  Gece  dolunaysız bir geceydi ve yıldızlar da ona bir şey ifade etmiyordu. Kumlarda izler aradı, rüzgara kulak kabarttı, ne taraftan bir ses gelir diye dinledi. 

Çölün kumsalındaydı ama çevresi tepeciklerle çev­ riliydi. Muhtemelen yakındaki bir tepenin arkasındaydılar, ama hangisi olduğunu kestiremedi. Rüzgar izleri silmişti. Yönünü aşağı yukarı kestirebilir Medine istikametini bula­ hilirdi ama yine de hedefte azıcık sapma onu bu gece vakti bambaşka yerlere götürebilir, düşmana yol uğratabilir, teh­ likeli bir duruma düşürebilirdi. Zaten tek başına bir kadının çölde yolculuğu hem tehlikeli, hem geleneğe aykırıydı. Otu­ rup beklemeye karar verdi. Nasıl olsa yokluğunu birileri fark eder, onu aramaya çıkanlar da elbette son gördükleri yerde ararlardı.

Aişe'nin yanında ben de bekledim. Bunu hem gülüme ve­ fadan, hem de Aişe'yi sevdiğimden yaptım. Nasıl olsa çırpın­ sam da, bağırsam da kimseyi yolundan döndürüp getirme imkanım yoktu. Bari başını beklerdim. Nihayet onun burada olduğunu bir tek ben biliyordum.

Azıcık  zaman geçince bir ayaz başladı. Aişe'yi  titreten se­ her ayazı. Giysisini sarındı ama nafile. Soğuk bedenini uyuş­ turuyor, gözleri kapanıyordu. El yordamıyla hafif bir kum tümseği bulup  oraya kıvrıldı. Böylece hem savrulan kumlar­ dan korunacak, hem daha az üşüyecekti. Ama soğuk, uykuya davet demekti. Ve öylece kendinden geçti. Kemikleri donacak gibiydi. Uykuda kolları titriyor, dişleri birbirine vuruyordu.

Sabaha doğru yaklaşan  bir  ses  duydum. Alacakaranlık­ ta seçemiyordum ama o da çevreyi araştırarak ilerliyordu. Neden  sonra tanıdım;  Safvan b. Muattal. Ordunun gerisin­ de  kalmış,  belki  birisi  .bir  şey  unutmuştur  diye  unutulan­ ları toplamak ve sahiplerine teslim etmek üzere niyetlenip gelmiş. Tamamen kardeşlik  hukukuna  riayetle  yaptığı  bu iyi niyet ona Aişe'yi buldurdu. Önce tanımadı. Yanına yak­ laşıp inceledi. Örtünme ayeti İıazil olmadan evvel onu çok kereler gördüğü  için  tanımakta  zorlanmadı. Tanır tanımaz içinden sevindi. Kutlu elçinin eşi  buralarda  kalmıştı ve  onu geri götürdüğünde kim bilir Rasıllullah nasıl mutlu olacaktı. Unutulan eşyaları o da unuttu. Çünkü bu unutulanın değeri bütün  hazinelere  bedel  sayılırdı. İyi ama şimdi o uyuyordu.

Uyandırmak için dürtmesi hem haramdı, hem de yakışıksız olurdu. Birden yüksek sesle bağırmak aklına geldi ve bir ayet okudu:

"Bizler Allah'ın kullanyız ve muhakkak dönüp O'na va­ racağız!"

Tertemiz Aişe sıçrayıp kalktı. Soğuk nasıl da iliklerine iş­ lemişti. Bunu hiç dert etmedi. Çok şükür biri  onu bulmuş, sırtı dönük bekliyordu. Safvan'dı bu. Ağabey bildiği Safvan. Toparlandı. Örtüsüne büründü. Safvan onun hazır olduğunu ve ayağa kalktığını anlayınca devesini ıhtırdı ve "Bin!" dedi. Tek kelime. Hızla ilededikleri bütün yol boyunca ona söy­ lediği tek kelime. Aişe'den ise hiç bir kelam duymadı. Son­ rasındaki ilk söz, sabahın alaca karanlığında şu kahrolası Abdullah b. Ubey'in o lanet olasıca cümlesiydi:
"A-ha! .. Nasıl yani?"

Temiz Aişe Medine'ye vannca bir kırgınlık hissetti. Kum­ da  üşümenin getirdiği bir hastaiıktı bu.  Kendisini odasına zor  attı. Ateşlenmişti. Bir humma nöbeti  geçiriyordu.  Müna­ fık dedikoducular buna da bir kulp taktılar:

"Yaptığından dolayı insan içine çıkamıyor, bak işte, oda­ sına kapandı."

Biçare kızcağız, hiçbir şeyden habersiz, yatağında hasta­ lıkla boğuşurken dedikodu birkaç gün içinde en yakınlarına, annesiyle babasına kadar ulaştı. Babası Ebu Bekir kahrol­ muştu. inansa  bir türlü, inanmasa bir türlüydü. Herkes o  ka­ dar kesin cümleler kuruyordu ki !.. Temiz Aişe böyle böyle bir ay ateş nöbetleriyle boğuştu. O döşekte kıvranırken Medine münafıkları Müslümanların çoğunu da yanlarına çekmeyi başardılar. En zor durumda olan ise gülümdü. Herkes ondan buna bir çözüm getirmesini bekliyor, teselliyle dertleşmeye ihtiyaç duyduğunu, sırdaş gibi konuşup meseleyi halletmek isteyeceğini  nedense  kimsecikler  akıl  etmiyordu. Temiz kalp­ li eşine herkesten fazla güveniyordu. Ama işte söylentiler almış yürümüştü. Önce hane halkından herkese Aişe'yi sor­ du. Aralannda çekişme olan Zeyneb'den başlayarak en yakın hizmetkarına kadar. Herkes iffetini yeminle  söylüyorlardı. En gayretli olan da Ömer çıktı:

"Ya RasUlallah! Aişe'yle seni kim nikahladı?" "Allah !"

"O halde Allah, onun bir işini senden gizler mi zannedi­ yorsun? Haşa! .. Bu çok yanlış bir düşünce olur. Kesin olarak inanıyorum ki  bunlar  münafıklann  yalanıdır  ve  Allah  sana bir pislik bulaşmasına izin vermez !"

Yine de söylentiler "Boşayıver gitsin! ''e kadar vardırıldı. Gülüm ise her zaman ve her meselede olduğu gibi Allah'a sı­ ğınıyor, O'nun kendisine bir yol göstereceğini umuyordu. Bu meseleyi kökünden halletmek için münafıkları kılıçtan ge­ çirmek isteyen yakın arkadaşlarına da, Medine'yi fitneye bu­ layıp İslamiyet'in her türlü gelişimini durduran münafıklara da bir şey söylemiyordu. Aslında o, bu meselenin kendisi dı­ şında halledilmesini, çözüme kavuşmasını yeğliyor, kendisi müdahale edel'se kalplerde şüpheler kalmasından  korkuyor­ du. Allah Rasülü'ne yakıştırılacak böyle bir şüphe  elbette  di­ nin aleyhine olacaktı. Habibini daha ilk nefesinden itibaren koruyan, onu isınet vasfıyla donatan ve halk içinde "el-Emin" kılan yüce Allah onun aleyhine çıkarılmış böyle ahlaksız bir dedikodudan mı korumayacaktı. 
Bekliyordu ve bekleyecekti. Hasta yatağında geceler uzadıkça temiz Aişe bir şeyi fark etti. Rasülullah odasına geliyor, yalnızca "Hasta nasıl?" diye sorup çok oyalanmadan gidiyordu. Başlangıçta bunu işleri­ nin çokluğuna yormuştu. Uğraşacak binbir türlü meselesi var, bir de ben ona keder olmayayım, diye üzerinde durma­ dı. Ama her defasında aynı soğuk tavrı görünce şüphelendi. Daha önce de hasta olmuştu ve Rasülullah kendisine daha sevecen ve şefkatli  davranmış, normalden  daha  güzel  sözler­ le yaklaşmış, teselli ve şifa olacak cümleler kurmuştu. Şimdi adıyla bile hitap etmiyor, "Hasta nasıl?" deyip ilgilenmeden gidiyordu. Hastalıktan beter bir acıydı bu. Üstelik annesi ve babası da kendisini ziyarete geldiklerinde fazla oturmuyor­ lar, sanki konuşulması gereken bir meseleyi konuşmamak için kaçıyorlardı. Temiz Aişe kendisini derhal taparlaması gerektiğini düşündü. Bir şeyler  dönüyordu ve  kimse kendisi­ ne bunu söylemiyordu. Allah' a yakarmaktan başka ne gelirdi elinden.

Öte yandan, o bir ay içerisinde, Medine'de en çok üzülen insan Safvan oldu. Münafıkların imalı şakaları, arkadaşla­ rının iğneleyici sözleri, müminlerin kin ve buğuz dolu haka­ retleri dayanılmaz bir hal almıştı. Günlerini ya evinden çık­ mayarak veya tenhalarda ağlayıp halini Allah' a arz ederek geçiriyordu. 
Hakkında hicivler söyleyen Hassan b. Sabit'e kılıç üşürmeyi bile düşündü.  Bir suç işlememiş, Allah'a kar­ şı gelmemişti. istiyordu ki birisi gelsin ve kendisinden işin aslını sorsundu? Ama hayır, hiç kimse buna yanaşmıyordu. Rasülullah'a gidip söylenilen hiçbir şeyin hakikat olmadığı­ nı, yalnızca kendisini sevdiği için eşini ona getirmenin se­ vincini tatmak istediğini  anlatmak istiyor, işlerin arap  saçı­ na dönmesinden dolayı özür dilemeyi düşunüp duruyor, ama yanına vannca kendisine inanmayacağından korkuyordu. Rasülullah kendisine inanmayacak olursa nasıl yaşardı? Ba­ zen içinden "Keşke Aişe orada donup  ölseydi  de bunlar başı­ ma gelmeseydi, keşke o gece ben ölseydim de bunlar Aişe'nin başına gelmeseydi!" diye geçiriyor, bazen de gidip büyük sırını mescidin avlusunda herkese haykırmak istiyordu. Merak ediyordu, kutlu elçinin günahlan gizlerneye dair tavsiyeleri ortadan kaldınlmış mıydı? Günah başka, günahın aleni ko­ nuşulması başkaydı. Kir ve pisliğe beyaz bulutlardan daha uzak durması gereken şu Müslümanlar, bir iftiranın peşinde nasıl da nefislerine mağlup oluveriyorlardı?

Bir ayın sonunda temiz Aişe iyileşmeye başladı. Kendisi­ ne b akmakta olan Sehna Hatun ile bir gece ihtiyaç için dışarı çıkmışlardı. Karanlıkta Sehna'nın ayağı burkulup düştü. O sırada temiz Aişe onun "Mistahl Yüzünün üzerine düşesini Kalırolasın Mistah, senin yüzünden düştüm baki" dediğini işitti. Allah Allah! .. Temiz Aişe hemen müdahale etti:

"Sehna Abla, neden böyle kötü  şeyler  söylüyorsun?  Be­ dir'e katılmış birisine böyle  şeyler  söylenir mi? Üstelik  o  se­ nin öz oğlun değil mi?"

"Bak hele! Aişe sen ne diyorsun Allah aşkınal Babanın ekmeğiyle geçinen şu Mistah nankörünü mü koruyacaksın? Oğlumınuş! Hıh! .. Onu doğuracağıma... Tövbe tövbe... "

"Şimdi daha  çok  hayret  ettim! Ablacığım, o  senin ... " "Aişe, sen ciddi misin? Her şeye rağmen o iftiracıyı koruyorsun ha?"

"Ne iftirası Sehna Abla? Mistah kime ne demiş ki?"

Sehna Hatun temiz Aişe'ye  sarıldı.  Başını  bağrına  yasia­ yıp elleriyle saçlarını okşaya okşaya olup biteni hiçbir şey saklamadan ve olanca açıklığıyla, ağiaya ağiaya anlattı. Ai­ şe'nin gözyaşları da bağrından aka aka... Söz bittiğinde sı­ rılsıklam Aişe yerinden  kalkamadı.  Keşke  şu hastalık sürsey­ di ve ruhunu öylece teslim alsaydı da bunları duymasaydı? Keşke hiç yaşamasaydı. Sehna, narin bir kuşcağız gibi onu kucağına alıp odasına taşıdı. Ağlamaktan ciğerleri kopacak gibiydi. Kan tükürmeye o gece başladı.

Aişe gülümü hudutsuz seviyordu, öyle de sevilmek arzu­ sundaydı. Bu onda naz ve edasıyla birlikte bütün bir kadın­ lık zarafetini  şekillendirmişti. Dirayeti  zarafetinden, zarafe­ ti dirayetinden artık, zekası idrakinden, idraki  zekasından çok idi. Anlatılanlar zihninin bütün damarlarında bir kezzap olup dolaştı. Ertesi gün gülüm kendisini ziyarete geldiğinde bitkin, perişan, ankiaşmış ve erimiş bir Aişe buldu. Gözleri kan çanağına dönmüş, adeta yaş pınarları kurumuş. o anda hangisinin daha üzgün, hangisinin daha çaresiz olduğuna karar verilemezdi. İkisinin de ciğerleri yanıyor, ikisi de bir­ biri yerine kendilerini yiyip bitiriyorlardı. Gülüm sabırda, Aişe tahammülde sınanıyorlardı. Gülüm Allah'tan bir çözüm umarak yine sordu:

"Hasta  nasıl?"

Aişe bütün gücünü toplayıp kesik cümlelerle mukabelede bulundu:

"Ey Allah'ın elçisi! Çok sıkıntılıyım. Bana müsaade et, anne ve babamın evine gideyim. Hastalığıma orada bakılsın."

Gülüm, bir refakatçi bulup temiz Aişe'yi baba evine gönder­ di. Onu takip ettim ve çok sevdiğim Medine sokaklarını o gün hiç sevrneden dolandım. Çünkü temiz Aişe'yi annesinin evine giderken görenler imalı bakışlada söyleniyorlardı. Elbette en fazla şaşıran da annesi oldu ve kızını kapıda görünce atıldı:
"Kızım neden geldin?"

Aişe önce damda oturan babasına baktı. "İnşallah bu de­ dikoduları babam bilmiyordur!" diye geçirdi içinden. Sonra başını annesine çevirdi. Gözleri dolagelmişti. İçeri girdikle­ rinde ağlayarak sordu:
Allah  seni  affetsin  anne!  Hakkımda  bir  yığın  dedikodu çıkmış da hiçbirini bana bildirmedin. Şimdi anlat bana,  in­ sanlar benim için ne diyorlar?"

"Üzülme benim tatlı kızım. Güzel olan ve kocası tarafın­ dan sevilen her kadının hakkında dedikodu çıkar. Dünyada hasetçiler çok olur bitanem, sakın üzülme!" 

"Sübhanallah! İnsanlar benim için böyle şeyleri nasıl der- ler?"

"Dediler işte kızım"

"Peki babamın da haberi var mı?"

Yok, cevabını duymayı ne kadar istemişti. Lakin annesi tersini söyledi. O vakit temiz Aişe yıkıldı. Çünkü babası Ebu Bekir idi. RasUlullah'ın en yakın arkadaşı. Kendisini ona eş diye o vermişti. Ve şimdi onun başını yere eğdiriyordu. Sonra birden hepsini tersinden düşündü. O Ebu Bekir idi. İstese bu dedikoduların önüne geçecek her şeyi yapardı. Yapmamıştı. Ve şimdi pek sevgili kızının eve gelişine tepkisiz kalıyordu. Demek babası onu korumasız bırakmış, kuzusunu kurtların önüne atmıştı.  O  anda kalbi titredi. Gücendi, incindi, kırıl­ dı. Oysa babasının yüreğindeki acıyı bilmiyordu. Cahiliye döneminde bile böyle bir iftiraya uğramamışken bu suçla­ mayla nasıl yıkıldığını, yapacağı her şeyin inandırıcılıktan uzak kalacağını ve yüreği yanan bir b abanın çabaları olarak değerlendirileceğini, eli kolu bağlı kara düşüncelerle uyku­ suz geceler geçirmekten başka yapabildiği bir şey olmadı­ ğını bilmiyordu. Temiz Aişe, gözlerinden yaşlar boşanırken annesine yeniden sordu. Hayatının en zor anını yaşıyordu. Alacağı cevapla kalbi durabilirdi:

"Rasülullah?"

Zaman dondu. Dünya durdu. Gözleri karardı, düştü. Çün­ kü cevap kahrediciydi:

"Biliyor kızım!" Beterin beteri varmış ... Aişe gülümün de haberdar olma­ sından hıçkınyor, hıçkırmaktan bayılıyor,  kendine  gelince tekrar  hıçkınyor ve  hıçkırmaktan tekrar bayılıyordu.  Böylece iki gece bir gündüz geçti. Aişe annesinin evindeyken Medine sanki  ölü  bir  şehre  dönmüştü. Ağızları  bıçak  açmıyor,  kim­ se diğerine selamdan başka söz söylemiyordu. Münafıklar kazanmış  ve  Müslümanlar  darmadağın  olmuşlardı.   Cihad için  kenetlenen,  birbiri   için   ölen,   kardeşlik  akdini   canıyla ve  malıyla  yerine getiren  Müslümanlar,   maalesef   dilleriy­ le gönülleri arasında kaybolmuş ve kaybetmişlerciL Gülüm bekliyor,  ashabı   bekliyor,  Medine  bekliyordu.  Beklemekten ilk bıkan Safvan oldu. Sabah evinden çıktı. Kararlı adımlarla mescide ilerledi. Aklında binbir düşünce... O  günü hatırladı. Aişe devenin üzerinde, kendisi de devenin ipini çekerek bir müddet yolculuk yapmışlardı. Hiç konuşmadan...  Peki  neydi bu olanlar? Bindiği hayvanın yularından tutmuştu sadece. Abdullah b. Ubey'i öldürmek geliyordu içinden. Ama bu çare olur muydu? Böyle yaparsa belki de iftiranın gerçekmiş gibi anlaşılına  ihtimalini  yükseltirdi.  Hayır, bunu  Allah'ın  elçisi­ ne ve temiz Aişe'ye yapamazdı. Ama artık bu işe bir son ver­ mek gerekiyordu. Mescide vardı. Onu yanı başlarında gören­ lerden homurdananlar, söylenenler, gülüşenler veya kılıcına sanlanlar olmuştu. Fakat o erken davrandı:

"Beni dinleyin! Hepiniz Allah'ın  kullansınız.  Varlığım kudret elinde olan Allah' a yemin olsun  ki  Aişe'yle bir  im­ tihan olunmaktayım. Bilesiniz ki ben şimdiye  kadar  hiçbir kadın veya kızın eteğini kaldırmış değilim. Çünkü buna ik­ tidanm yok!" 

Bir erkek için böyle  bir  sırrı  açıklamak, ölmekten beter bir durum idi. Avludaki mürninler ve münafıklar donup kal­ mışlardı. Yaptıklannın ne kötü olduğunu o vakit anlayabildiler. Mescidin duvarlarını bir pişmanlık rüzgarı yalayıp geçti. Kimisi Safvan'ın neden hiç evlenmediğini artık anlayabili­ yor, kimisi kendisine hayıflanıyor, bir ikisi de hala onu ya­ lancılıkla suçluyordu. Münafıklar müminlerle oynamışlar ve alt etmişlerdi. Bu sefer tuzağa düşürüldüklerine inananlada baştan beri bunun bir iftira olduğunu savunanlar arasında çekişmeler başladı. Bunlara tahammül edemezdim; hemen Aişe'nin yanına uçtum. Uykusuz gözlerle derin derin iç geçi­ riyordu. Annesi yanında ona sarılmıştı. O sırada babası girdi içeri. Onun da gözleri kızarıktı. Belli ki o da geceyi ağlayarak ve yakararak geçirmişti. Üçü birbirlerine sarıldıkları sırada gülümü gördüm. Kapıdan giriverdi. Hepsi ayağa kalktılar. O ilerledi ve Aişe'nin karşısında durdu.  Birlikte yere oturdu­ lar. Hiçbirinin Safvan'dan haberleri yoktu. Temiz Aişe başını yere eğmiş, ağlıyor, hıçkırıyor, bir türlü başını kaldırmıyor, gülümün yüzüne bakmaktan kaçınıyordu. Gülüm ona çıka­ rılan dedikodulardan bahsettikten sonra sesini daha da yu­ muş atmayı seçti:

"Aişe! Eğer sen bu anlatılanlada ilgili değilsen, Allah bu söylenenlerle ilgili olmadığını bildirip seni temize  çıkarır. Yok eğer bu günahı işlediyseri Rabbimden affını  iste, tövbe et. Çünkü Allah, günahını itiraf edip de tövbe eden kulunu bağışlar!"

Aişe hiç tepki vermedi. Gözyaşlarını bile silmekten vaz­ geçmişti. Kımıldamadan öylece sustu. Yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Herkes onun bir şey söylemesini bekliyordu ama o sustu. Bir ara annesi "Haydi, bir şey söyle!" dereesine dizini dürttü. Aişe gözlerini silerek sırayla annesinin ve ba­ basının gözlerinin içine baktı:

"Benim yerime siz cevap verin!" Zor bir andı. Yutkundular. "Ne diyeceğimizi bilmiyoruz!" 

Aişe'nin  gözyaşlan  diner gibi  oldu..  Sanki  ölümcül  hasta sıhhat bulmuş, sanki kötürüm dizlere derman gelmişti. Her üçünün karşısında da kendini çok güçlü hissetti. Bu, gerçe­ ğin gücüydü; masumiyetin ve iffetin gücüydü. Şimdi susma sırası onlara gelmişti. Temizler temizi Aişe önce ellerini açıp Allah'ın adını andı, kendisine verdiği iman ve iffet için şü­ kürler etti ve sordu:

"Anlıyorum ki sizler, hakkımda söylenenleri dinlemişsi­ niz ve hatta bazısına da inanmışsınız. Şimdi ben size 'Ben o günahı işlemedim' desem bana inanmayacaksınız. Ama farz edelim ki 'Ben o günahı işledim' deyip itirafta bulunsam he­ men inanacaksınız. Valiahi ben kendim için de, sizin için de Yakub'un dediğinden başkasını demiyorum: 'Artık bana dü­ şen güzelce bir sabırdır. lddialannız karşısında ancak Allah'tan yardım  istenir."

Aişe... Temiz Aişe... Narin gelincik... Söyleyeceğini söyle­ yince hepsine sırtını dönüp yattı. Hıçkınyordu. Sitemin bu kadanna hakkı olmalıydı. Herkes zordaydı ama  asıl  durumu zor olan oydu. Umuyordu ki Allah, elçisine bir rüya veya ilham yoluyla hakikati göstersin, o da bu karabasanı sona erdirsin. Aişe sırtı dönük iken kulak kabartıp odada neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Gülüm onun bu sitemi karşısında ayağa kalkmak için kıpırdanır gibi  oldu. Birden yerinde  çakı­ lıp kaldı. Ayet vahyolunduğu vakitlerdeki gibi dikkat kesildi. Ebu Bekir ve eşi Ümmü Ruman da dikkat kesildiler. Aişe o esnada geriye döndü. Evet, Allah'ın elçisini çok kez bu halde görmüştü. Aişe gelen vahyin kendisiyle ilgili olduğunu dü­ şünüyor ve seviniyordu. Ama annesiyle babası, hakkındaki dedikodular doğrulanacak diye titremeye devam ediyorlardı. Gülüm yüzünde bir tebessümle önce Aişe'ye baktı:

"Müjde ya Aişe! Allah seni temize çıkardı."

Gülüm böyle deyince Ebu Bekir ile ümmü Ruman kucak­ lamak için Aişe'ye koştular. Hiç oralı olmadı. Babası kulağı­ na eğilip "Rasulullah'a  teşekkür  etsene  yavrum !" dediğinde de cevabını çok net verdi:
"Vallahi ne size ne de ona teşekkür ederim. Ben ancak, sizin duyup da reddetmediğiniz  şeylerden beni 
uzak tutan ve hakkımda ayet indiren Allah' a hamd ve teşekkür ederim"
Ebu Bekir bu tonda konuşmasına öfkelenmişti: "Sen bunu Allah'ın elçisine mi söylüyorsun, ha?" "Evet ona da söylüyorum!"

"? !.." 

Medine, ertesi gün Allah'tan gelen vahyi tekrar ediyordu:

"Bu ağır İFTİRA   atanlar içinizden  bir gruptur. (.. .) Erkek ve kadın müminlerin bu iftirayı işittiklerinde,  kendi  vic­ danlan ile bir hüsn-i zanda bulunup da, 'Bu, apaçık bir if­ tiradır' demeleri gerekmez  miydi?  Onlann  (iftiracılann)  da bu  konuda  dört  şahit  getirmeleri gerekmez  miydi? Madem­ ki şahitler getiremediler, öyle ise onlar Allah katında yalan­ cılann ta kendileridirler."

O gün ben, yalanın ihanetler içindeki en büyük ihanet ol­ duğunu öğrendim; çünkü Allah'ın yarattığı hakikati değiştiriyordu.

İskender Pala

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum