Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Cennet için mi çalışıyoruz?

Bazen vaazlarda veya dualarda Cenab-ı Allah'tan "Cenneti meccanen ver." şeklinde emir kipi ile kurulmuş cümlelere denk geliriz. Türkçede kip ekleri, bazen kendi anlamında kullanılmaz.Dualarımızın çoğu, bu kip kullanımına örnektir. Haşa, Allah'a emir verilmez. O'ndan sadece Araf Suresinin 205.Âyetinde buyurulduğu gibi "yalvararak ve ürpererek, alçak sesle" istenir, talep edilir.

Her duaya cevap veren Rabbimiz de dualarımıza bazen aynısını, bazen daha iyisini, bazen de hiç vermeme şeklinde mutlaka karşılık verir. Bu da eksik anlatılıyor veya anlaşılıyor. Bazen Allah'ın duaya hiç cevap vermeyişi de bir cevaptır. İsra Suresinin 11. Âyetinde buyrulduğu gibi bazen "İnsan, şerri de hayrı istediği gibi ister." İşte, Cenab-ı Allah, rahmetiyle muamele eder ve senin için şer olabilecek bir şeyi, acele ile çok istemene rağmen, sana vermez. Sen belki yıllar sonra bu isteğinin şer olduğunu, verilmemesinin de rahmet olduğunu anlarsın. Hayat, sadece dünyadan ibaret değil. Belki, asıl hayat ahiret hayatı olduğundan, senin istediğin bir şeyi ahiret hesabına kabul eder. Bilsek, bu bizim için daha hayırlıdır elbette.

Biz, meccanen istenen cennet duasına dönelim yine. Üstad, Bakara Suresinin 5. Âyetindeki "El muflihun" kelimesini izah ederken bu âyette "Doğru yol üzerine olanların felah bulacakları" müjdesinde, neye felah bulacaklarının mutlak bırakılıp tayin edilmemesinden, felahın yani kurtuluşun, taliplilerine göre olduğuna işaret ettiğini izah ediyor. Yani cehennemden kurtularak felah bulmak isteyenler, ondan kurtulacak; cennete girmek isteyenler, cennete kavuşmakla; Cenab-ı Allah'ı görmek isteyenler de onu görerek felah bulacaklar. Hepsinin başı ve en kestirme ve sıkıntısız, daha ileri nokta ise, Cenab-ı Allah'ın rızasını kazanmak. Fakat hangi durum olursa olsun, aslında cennet meccanen veriliyor bize. Bunun farkında olmak ve bunu bir şuur haline getirmek aslında çok sualin de önünü alabilecek nitelikte.

Bu fakire göre de Allah'ı taz'im ve ibadetin de temelinde cennetin bize,meccanen verildiğini bilmek, anlamak yatıyor. Peki, bazılarının dilinde pelesenk ettikleri, "Cennet verilmezse, kimse ibadet etmez, Kur'an'a kulak vermez bile." ifadelerinin bir hakikati var mı?

Evet, insanlık tarihini incelediğimizde Âdem Aleyhisselam'dan beri başta peygamberler ve ümmetleri, bütün dualarının sonunda ve başında cehennemden necatı,kurtulmayı; cennete kavuşmayı dilemiş ve istemişlerdir. Bu da gösteriyor ki beşerin en büyük meselesi, evvela cehennemden kurtulmaktır. Elbette ki cennete de herkes kavuşmak ister, talep eder. Neticede ebedî âlemde, sadece kendisi için de değil tüm sevdiklerinin cennette olmasını fıtri olarak arzular.

Bu böyledir de işin hakikati nedir? Yani bizim ibadet ve gayretimiz bizzat cennet için midir? Değildir, aziz dostlar değil. Ve de olamaz. Bizim ibadet ve taatimiz, takva adına yapıp ettiklerimiz, ta'zim ve dualarımız, infak ve iyiliklerimiz daha ahiret yurduna dahi gitmeden dünyada bize verilen nimetleri dahi karşılayamaz. Hani, pandemi döneminde ecnebi bir memlekette tedavi gören ve kendisine yüklü bir fatura kesilen adam, ağlamaya başlamış. Ağlamasının nedenini yüklü fatura olduğunu zannedenlere de şu düşündürücü cevabı vermiş."Siz üç gün bana oksijen verip hayatımın devamını sağladınız.Bu faturayla bedelini istiyorsunuz. Ya beni bir hayat boyu bu yaşıma kadar oksijensiz bırakmayan Allah'a nasıl bir ödeme yapmam lazım. Bu, beni düşündürüyor ve ağlatıyor."


"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi."

Bir nefes sıhhatli olmak, bir devlete mukabil geliyorsa; her anki sıhhat ve huzurumuzu neye borçluyuz?

Söz sultanı bunu ne güzel ifade ediyor. "Biz ücretimizi almışız, ona göre ibadetle vazifeliyiz." Sen ücretini almışsın arkadaş.

Önce var olmuşsun. Ama taş olarak kalmamış canlı hale getirilmişsin. Getirilmişsin ama canlı olan bitkiler seviyesinde de bırakılmamışsın. Ruh sahibi mertebesine ulaştırılmışsın. Ama hayvanların da ruhu var. Hayvan olarak da terk edilmemiş, insaniyet rütbesiyle şereflenmişsin. Öyle de bırakılmamış akıl, ruh, vicdan gibi mânevi; göz, kulak, beyin, dil, burun gibi maddî cihazlarla en güzel surete çıkarılmışsın. İmanlı olmak gibi bir nimetle ulvî bir keyfiyet de kazandırılmışsın.

Bir de sen bunca nimete kavuştuğun gibi, ahirette de bunlara ilaveten, cennet de verilecek. Senin ibadetin cennet için değil. Cennet, bu nimetlere ilaveten, meccanen veriliyor.Peki, ibadetlerimizle cenneti kazanıyoruz, demenin hakikati nedir? Biz amellerimizle cenneti kazanmıyoruz; cennetteki mertebelerimizi tayin ve tespit ediyoruz. Sadece cennet de değil; mahşerin her hâli dahil buna.

Yani o mahşer-i âzimde yapılacak tüm muameleler, bu dünyadaki yaptığımız küçük numunelere göre cereyan edecek. Cennete de yine amellerimizle değil, bir lütuf olarak gireceğiz. Cehennem ise, kâfirlere yine bir lütuf olacak
Çünkü onları yokluktan kurtaracak, cehennem de olsa varlık ülkesinin bir şubesinde olacaklardır.

Buradaki suretler, manalar ve misaller beka âleminde ebedî manzaralara çevrilecek. Şu andaki bir keyfiyetimizi, belki trilyon sene sonra seyredip keyif alabileceğiz.Tersi de mümkün. Kaybolan bir anımız yok. Alacağın lezzeti bitiren hiçbir şey yok ahirette.

Dünyayı yutsa tok olmayacak genişlikteki kabiliyetlerini, onları sana hediye verenin rızası dairesinde kullanmanın karşılığı, sana şimdiden verileceği vaad edilen cennet değil; cennet içindeki cennetler olacak. Belki hayalin dairesi kadar genişleyecek aklınla, dünyada okuduğun Hakîm isminin tecellilerinin menbalarına,tezgâhlarına müttali olacaksın. Yine kalbinle sürur ve lezzetin zirvesine çıkıp dünyada göz penceresiyle görüp takdir ve tahsinle yad ettiğin güzelliklerin meyvelerini toplayacaksın.

Evet dostlar, sözü söz sultanına bırakalım.

İnsan kâinata "Nur-u iman gözüyle bakarsa, insanların kâinat sergisinde teşhir edilen garip, acib kudretin mu'cizelerini görmek ve mütalaa etmek için Sultan-ı Ezelî tarafından gönderilmiş mütalaacı olduklarını anlar. Ve bunlar o mu'cizelerin derece-i kıymet ve azametine ve Sultan-ı Ezel'in azametine derece-i delaletlerine kesb-i vukuf ettikleri nispetinde derece ve numara aldıktan sonra, yine Sultan-ı Ezelinin memleketine dönüp gideceklerini anlar. Ve bu anlayış nimetini kendisini îrâs eden iman nimetine elhamdülillah diyecektir."

Ebedî âlemdeki derece ve numaramız kaç olacak acaba? Hiç düşündük mü? Cennete gitmek bir lütuf, ama iyi bir derece ve numara almak bizim elimizde. Fırsat kaçmadan unutmayalım sakın!

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum