Habibi Nacar YILMAZ
Ülfet ve Anlamak, Görmek Farkı
Salon veya odamıza, bir sülüs yazı veya sanat harikası yapma bir tablo asalım. Bir hafta, bilemedin iki hafta dikkatimizi çeker; bazen şöyle bir bakarız, inceler, takdir ve hayretimizi ifade ederiz. Daha sonraları, vakit ilerledikçe ise ya hiç görmez veya sanat yönüne değil de kabuğu durumundaki çerçevesi, boyutları, takıldığı yerle ilgilenmeye; bir müddet sonra ise, nisyana atarız.
İlk gördüğümüzde, tefekkür için saatlerimizi verebildiğimiz bu sanat harikası tablo veya yazı, artık âdiyattan olmuş; nazar-ı dikkatimizi çekmez olmuştur. İşte, buna biz son asrın derece derece hepimizi saran, etkisi altına alan "ülfet" yani alışkanlık, yüzeysel bakış, derinlikten uzak nazar diyoruz. İçine cehaletimizden tut inkârımızı; şükürsüzlüğümüzden tut basiretsizliğimizi boca ettiğimiz bu dehşetli ülfet hastalığımızın tedavisi de zor maalesef. Büyük gayret, periyodik temrin (egzersiz), uyanık hafıza, dikkati yoğunlaştırma gibi meziyetler istiyor.
Üstat "Ülfet ise, cehl-i mürekkep üstüne serilmiş bir perdedir." tespit ve teşhisi ile aslında, derin bir hakikati dile getiriyor. Cehl-i mürekkep, yani bilmediğimizi de bilmemek, ülfetle üstünü örttüğümüz, onulmaz bir hastalığımız. Niçin? Çünkü cahil olduğunu bilen insan, öğrenir ve cehaletini izale edebilir. Peki, cahil olup da bunu bilmeyen, saklayan, üstünü çeşitli ilim sosları ile örten, nasıl kurtaracak kendini bu cehaletinden?
Başka antika ve önemli bir husus daha var. Adam çok şey biliyor. Malumatı kitaplara hatta cildlere sığmıyor. Alanında dünyaya ders veriyor. Fakat bu bilgi, onu yine cehaletten kurtaramıyor. On İkinci Söz'de izah ediliyor ya. Büyük bir kitabı birine versen, kitap hakkında bir rapor istesen. O da kitapla ilgili kitaptan da büyük, ciltlerle kitap yazsa. Fakat yazdığı bu kitap, incelediği kitabın yalnız "harflerinin nakışlarından, münasebetlerinden ve vaziyetlerinden" yani kitapta kaç harf kullanıldı, renklerinin ve harflerinin birbiriyle ilgisinin ne olduğu anlatılsa da kitabın "ne anlattığı, manası hakkında hiçbir bilgi vermezse" hatta incelediği nesnenin kitap ve onun bir yazarının olduğundan haberdar olmamış ve onu idrâk etmemiş olsa; onun yazdıklarının, bilgisinin hakikat ve hikmet noktasında bir kıymeti olabilir mi? Belki iyi bir mühendis, tasvirci, sarraf, kimyager olabilir arkadaşımız. Fakat incelediği kitabın manasına bakmamış. Hatta kitabın bir yazarı ve bu yazarın da bir maksadı olabileceğini de anlamamış. Kitabın güzelliğini anlatmış. Fakat bu güzelliğin nereden geldiğini anlamamış. Yani kitaptaki geçici güzellikleri görmüş, kitabın arkasındaki müellife ait hakiki güzelliğini görememiş. Hatta kâtipten gafil olduğundan, bu güzelliklere tabiatı, tesadüfü, şirki karıştırmış. Bütün bu çalışmaları, bilgileri, yazdıkları hakikatsız bir safsata ve hakkında çalıştığı kitabın kâtibine karşı bir saygısızlık bir edepsizlik olmaz mı?
İşte, bugünkü birtakım feylesoflar ve kâinat kitabının izahı, keşfi, açıklaması olan fennî bilgi ve fikirlerini, birtakım ideolojilere alet edenler, yukarıdaki misalin içindedirler. Ülfet, onların içinde bulundukları acıklı hâli kapatıyor. Gaflet de bu hâli daha kalınlaştırıyor maalesef.
Ülfetimizin ve dikkatsiz bakışımızın altına süpürdüğümüz, kâinat sanat galerisindeki şiddet-i zuhurundan dolayı dikkatimizden kaçan Kudret mucizelerini, garip nakış ve acayip sanatları görmemiz; onlara karşı kör olmamamız ve o sanatlara tabiatı, tesadüfü karıştırıp da insaniyet semasından, küfür karanlığına düşmememiz için, Kur'an-ı Kerim, ara sıra yıldız parlaklığındaki âyetleri ile bizi ikaz ediyor. Sanki âyetler insana, "Başını kaldır, kendini tanıtmak isteyen faal ve kudretli bir Zâtın harika işlerine bak. Onları ibret ve hayretle tefekkür et." diyor. Kur'an'ın hitabı akladır. Kur'an aklı harekete geçirmemizi, düşünmemizi, tefekkürümüzü eksik etmememizi istiyor. Yüzlerce âyetiyle sıradanlığı yıkıyor. Tekrar tekrar bakmaya, düşünmeye davet ediyor. Uzaktan bakınca ülfetimize takılan, başta kendi nefsimizi, mesela ağzımızı, kulağımızı, gözümüzü hatta dudağımızı görmemizi; bunlar üzerindeki nakış ve hikmetleri tefekkür etmemizi istiyor. Böylece Kur'an, akla güvendiğini gösteriyor. Düşünmeyen aklın iğrenç duruma düşeceğini bize anlatıyor. Kur'an birilerinin sandığı ve dediği gibi, sadece kelâmî âyetleri değil; kevnî âyetleri, geçmişi, geleceği bir parça sudan bu hale nasıl geldiğimizi, sema binasının sarsılmadan, şaşırmadan, çarpmadan dolaşan yıldızlara nasıl damlık yaptığını görmemizi istiyor. Sadece Rahman Suresinde otuz bir yerde "aklın nimetleri inkâr etmemesini" başka bir âyette de insanı, arkasında bir kâinat projesinin olduğu elindeki lokmaya bakmaya davet ediyor. Yine Rahman Suresinin bir öncesindeki elli beş âyetlik Kamer Suresinde, diğer surelerdeki birçok ayetler gibi "Artık düşünen mi var, düşünecek yok mu?" diye, ondan fazla âyetiyle aklı düşünmeye davet ediyor. Hatta aklı buna zorluyor.
Ülfet, kâinatı, kendimizi, hayat ve mematımızı düşünmemize engel olur da okuduğumuz kitapları daha dikkatli okumamıza engel olmaz mı? Aynı şey, Kur'an'ı ve Kur'an tefsirlerinin hakikatlerini okurken de başınıza geliyor maalesef. Üstad, "Sathi nazar, zulümatlıdır."derken, aslında bütün bu okumalarımızdaki dikkatsizliklerimizi anlatmak; ülfetimizle birlikte kaçırdığımız mana derinliklerine dikkat çekiyor. "Sakın, kelimeleri atlamayın; terkipleri çözün, anlayarak okuyun, gafletle, gazete gibi okumayın." demek istiyor.
Gafletli okumalarımızın çok örneği var. Geçen bir salı sohbetinde, şahsen bu âcizi de biraz hayıflandıran ve düşündüren bir örneğini de yeni yaşadık. Bizim "Küçük Sözler" dediğimiz, ebatları küçük fakat derinliği yüksek risaleleri, defaatle okuyup dersler de yapmamıza rağmen, kaçırdığımız bir kelimeyi "derslerde zeki bir muhatap" Ekrem Zengin kardeşin ikaz ve hatırlatması ile yeni fark ettik.
Küçük Sözler'in özellikle "Dokuzuncu Söz"e kadarki kısmının giriş paragrafları, Allah'ın razı olduğu dini, yani İslamiyeti, İslam'ın esaslarını, hedefini bize, yani Müslümanlara kazandırdıklarını, İslam'ın dışındaki bütün yolların bir bataklığa çıktığını, emniyetle selametin, kedersiz lezzet ve hakiki hikmetin ancak Kur'an'ın düsturları ile mümkün olduğunu özetleyerek başlıyor. Her bir ebadı küçük fakat muhtevası derin Söz, bu girişin ispatını, hakikatdâr birer temsille ortaya koyuyor. Yalnız bu girişlerin hepsinde, bu hakikatleri "anlamak istersen" kaydı, sadece Beşinci Söz'de yerini "görmek istersen" şart cümlesine bırakıyor. Sorumuz ve dikkatimizden kaçan, her yerdeki "anlamak istersen" niçin, Beşinci Söz'de yerini "görmek istersen"e bırakıyor? Bunca okumamıza rağmen bunu niçin fark etmedik?
Mesela İkinci Söz'ün başında "İmanda ne kadar büyük saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen..." girişi var. Yine 7. Söz'de "... sabır ile Halık'ına tevekkül, iltica ve şükür ve Rezzakından sual ve dua, ne kadar nâfi ve tiryak gibi iki ilaç olduğunu ve Kur'an'ı dinlemek, hükmüne inkiyad etmek, namazı kılmak, kebâiri terk etmek, ebed yolculuğunda ne kadar mühim, değerli bir bilet, bir zâd-ı âhiret (ahiret azığı) olduğunu anlamak istersen..." girişiyle başlıyor. Bu giriş bile, İslam'ın özünü, esasını, başlangıç ve neticesini vermesi bakımından, ne kadar değerli değil mi?
Beşinci Söz'e bir bakalım. "Namaz kılmak ve büyük günahları işlememek, ne derece hakiki bir vazife-i insaniye, ne kadar fıtrî, münasip bir netice-i hilkat-i beşeriye olduğunu görmek istersen..." şeklinde. Namaz kılmaya ve özellikle büyük günahlardan uzak durmaya yüklenen anlama, değere, neticeye bakar mısınız? Bu ve diğer Küçük Sözlerdeki bu câmi keyfiyetteki girişler, tefekkür ve mütalaa edilmeden geçilir mi? Ülfet ah ülfet! "Anlamak" ve "görmek" kelimelerini dahi fark ettirmeyen ülfet.Niçin hepsinde "anlamak istersen" de sadece Beşinci Sözde "görmek istersen" deniyor? Bunu, maalesef bu kadar okumamıza rağmen görememişiz?
Saniye saniye tükenen ömür dakikalarının elimizden kayışını, yanımızdaki en büyük sermayenin boş ve verimsiz geçmesini seyrettiren ülfet, yakamızdan ne zaman düşecek acaba? Hayır, hayır düşmeyecek arkadaş. Sen gayretinle uyanıklığınla, dikkatinle, mütalaa ve tefekkürünle onu yanına yaklaştırmayacaksın. O zaman hikmetten kumaşlar, nurdan gergefler işleyip akıl ruhuna bayramlar yaşatacaksın.
Evet dostlar, uyanık bir şuur halini, huzur melekesini ancak ülfetimizi yırtarak elde edebiliriz. Ülfet perdesini açtığımızda, onun arkasında saklandığı için bize görünmeyen hazine ise, belki de en büyük varlığımız olacaktır.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.