Himmet UÇ
Haşir Risalesinde gerilim ve yönetimi
Kurmaca türü eserlerde gerilim olmazsa vaka olay yönetimi olmaz. Bediüzzaman uzman bir sanatçı olarak gerilimler üretir ve o gerilimlerle eserinin devamını sağlar. Haşir bahsinde eserin başında ahireti basit ve avam lisanı ile anlatmak isteyen anlatıcı bir temsili hikaye üretir, temsili hikaye tiyatrodur, romandır. Yani şahıslar ile hakikatin çeşitli şubelerinin temsil edildiği demek.
İki adam cennet gibi güzel bir memlekete girerler. Bunlardan biri hevasına tebaiyeyyet eden, her nevi zulmü sefaheti irtikap eden biridir. Bunun bu tutumu diğer arkadaşında gerilime neden olur, ona kızar. “Ne yapıyorsun? Ceza çekeceksin, beni de belaya sokacaksın. Bu mallar miri malıdır. Bu ahali çoluk çocuğu ile asker olmuşlar veya memur olmuşlar. Şu işlerde sivil olarak istihdam ediliyorlar. Onun için sana çok ilişmiyorlar.” Bediüzzaman bütün eseri boyuna bu gerilimi indirmek için kalemini kullanır. Bahsin girişinde kendine söylenen her ikaz edici söze zıt cevaplar verir ve gerilimi yükseltir. Gerilim yükselince onu izale etmek ve düşürmek gerekecektir.
Onun hakikati kabul etmeye yanaşmaması gerilimi tansiyonu artırır. “Yok miri malı değildir, belki vakıf malıdır, sahipsizdir. Herkes istediği gibi tasarruf edebilir. Bu güzel şeylerden istifadeyi menedecek hiçbir sebeb görmüyorum. Gözümle görmezsem inanmayacağım.” Bediüzzaman bundan sonraki bahisleri bu gerilimden doğan cümleleri izale ile edecektir. Burada onu konuşturur. O, “Padişah kimdir tanımam”; “İnanmam hiç mümkün müdür ki bu memleket harab edilsin, başka bir memlekete göç etsin.” İnkar ihtiva eden fikirleri insaflı arkadaşın gerilimini artırır. Arkadaşını bu ihmal ve inkar tutumlarına karşı hareket ettiren gerilimdir, bu yüzden karar verir, onu ikna etmek ister.
“Madem bu derece inad ve temerrüd edersin. Gel had ve hesabı olmayan delail içinde on iki suret ile sana göstereceğim ki bir Mahkeme-i Kübra var.” Onun inkarcı tutumu arkadaşında ispat için tutum almayı doğurur. Gerilim olayları devam ettirir, bu yüzden Bediüzzaman bahsin başında gerilimi ayrıntılı olarak verir. Çünkü isbatiyeciliği o gerilimden doğacaktır.
Hakikatlerdeki bütün gözlemler gerilimli cümlelerdeki kayıtsızlığı izale etmek içindir. Hakikatlerde iddia cümleleri artı gözlemler ve yorumları ve sonuç, bağlama cümleleri hep bu gerilimin idare ettiği metinlerdir. Mesela ikinci hakikatte, esas cümle önce söylenir. “Hiç mümkün müdür ki gösterdiği asar ile nihayetsiz bir kerem ve nihayetsiz bir rahmet ve nihayetsiz bir izzet ve nihayetsiz bir gayret sahibi olan şu alemin Rabbi kerem ve rahmetine layık mükafat, izzet ve gayretine şayeste mücazatta bulunmasın.”
Nihayetsiz bir kerem…
Nihayetsiz bir rahmet…
Nihayetsiz bir izzet…
Nihayetsiz bir gayret…
Buradaki nihayetsizlerin tekrarı bir hakikati vurgular, nihayetsiz olan Allah’ın ama dünyadaki görüntüler ve yansımalar ise nihayeti olan şeylerdir. Bu nihayetsiz ile nihayetli arasındaki tezat haşrin hakikatını doğuracaktır.
Bediüzzaman ağaçları, arıyı, tohumları, varlıkların kemali dikkatle çalışmasını, korku ve heybeti örnek gözlemler ile anlatır. Ve sonuç cümlesini bu gözlemlerden hareketle verir:
“Bu alemin mutasarrıfının madem böyle nihayetsiz keremi, nihayetsiz böyle bir keremi, nihayetsiz böyle bir rahmeti, nihayetsiz öyle bir celal ve izzeti vardır. Nihayetsiz celal ve izzet, edepsizlerin tedibini ister. Nihayetsiz kerem nihayetsiz ikram ister, nihayetsiz rahmet kendine layık bir ihsan ister.”
Tabiat gözlemlerinden sonra insana yapılanlar ile insanın yaptıkları arasında münasebetler kurar, o münasebetlerden ahiretin varlığını çıkarır.
“Evet hiç mümkün müdür ki, insan umum mevcudat içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir istidadı olsun da insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam masnuatıyla kendini tanıttırsa, mukabilinde insan iman ile onu tanımazsa…”
İnsanın vazifesi…
O vazifeyi görecek kabiliyeti…
Allah’ın da onu kendini tanıttırması…
Onun Onu tanımaması…
Vazife, kabiliyet, tanıttırma, tanımama bundan sonra bu tutuma ceza zorunluluğu. insanın kabiliyeti Allah’ı tanıyacak şekildedir, Allah da kendini kainatın inşası ile insana açmış insanın tanıma özelliklerine göre, o zaman tanımamak cezalandırılması gerekir. Yani insanın yaratılışı ve kainatın ona mukabil yaratılması ahireti gerektirir. Güneş, ay, yıldızlar, nimetler hepsi tanıttırma eylemidir. Tanımak keyfi bir tutum değil beş duyunun zorunluluğudur.
Hem bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse mukabilinde insan ibaretle kendini ona sevdirmese…
Kendini sevdiren Allah, onu sevmeyen insan nasıl cezalanmasın?
Hem bu kadar bu türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse, mukabilinde insan şükür ve hamdle ona hürmet etmezse…
Cezasız kalsın, başı boş bırakılsın, O izzet ve gayret sahibi Zat-ı Zülcelal bir dar-ı mücazat hazırlamasın.”
Bunun dışında makul davrananlar içinse şöyle cümleler kurulur. “Hem hiç mümkün müdür ki O Rahman-ı Rahimin kendini tanıttırmasına mukabil iman ile tanımakla ve sevdirmesine mukabil ibadetle sevmek ve sevdirmekle ve rahmetine mukabil şükür ile hürmet etmekle mukabele eden müminlere bir dar-ı mükafatı bir saadet-i ebediyeyi vermesin.”
Tanıtmak- tanımak- iman ile…
Ebedi saadet…
Sevdirmek –sevmek- ibadet ile…
Haşir Risalesinde gerilim ve yönetimi bir büyük sanatçının karihasının dehasının tezahürüdür, büyük bir sanat eseridir. İslamın insan ilişkilerinde karşılıklı küfür-iman anlaşmazlıklarında gerilim önemlidir. Büyük gerilimler büyük olayları doğurur, büyük insanları doğurur. Ebu cehil büyük bir gerilim ve olayları geren bir insan, Resullallah (asm) ise o gerilimleri mantıklı şekilde yöneten bir Peygamber, ne sırlar ile dolu…
Kötüler hep gerilim üretir, iyiler ise onları çözmeyi. Zor bir iştir. “İnnemaal üsri yüsra, feinnemaal üsri yüsra.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.