Mehmet EVREN
Haşir Risalesinin tarihçesi
Risale Akademi tarafından 1-4 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen "Muhakemat'ı Anlama Seminerleri" çalışmalarından bana da “Dokuzuncu Şua” ile ilgili bir çalışma verildi. Bu çalışmayı yaparken “Dokuzuncu Şua”yla ilgili bilmediğim ve duymadığım bir çok bilgi ve belgelere ulaşma imkanı buldum. Bu bilgilerden bir bölümü de “Haşir Risalesi”yle ilgili bilgilerdi.
Elde ettiğim bu bilgilerden bir bölümünü sizlerle paylaşmak istedim.
Haşir Risalesi 1926'da Isparta’nın Eğirdir İlçesine bağlı Barla kasabasında yazılmıştır.
Bedüzzaman hazretleri, Barla'ya geldikten hemen sonra ilk telife başladığı eseri, ahiret hayatını ele alan yeniden diriliş anlamına gelen “Haşir Risalesi” yani “Onuncu Söz” oldu.
Said Nursî 1954 yılının İlkbahar mevisimin Nisan ayında, bazı talebeleriyle Barla'yı tekrar ziyaret etti. Haşir Risalesinin yazılışıyla ilgili Barla'nın doğusunda yer alan ve Eğirdir Gölü'ne doğru uzanan yamaçlardaki bağ ve bahçelerde dolaşırlarken talebelerine şu bilgileri vermişti:
"Bundan otuz sene önce aynı bu mevsimde idi. Şu bahçelerde geziyordum. Badem ağaçlarının da çiçek açtığı zamandı. Birden,
"Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine... Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir. O her şeye hakkıyla kadirdir"[1) mealindeki âyeti hatırıma geldi. Bu âyet o gün bana açıldı. Hem geziyordum, hem de bağıra bağıra bu âyeti okuyordum. O gün bu ayeti kırk defa okudum. Ondan sonara Barla'ya döndüğümüzde akşam, Şamlı Hafız Tevfik'le Onuncu Söz'ü telif eyledik. Yani, ben söyledim, Hafız Tevfik yazdı."[2]
Bedüzzaman hazretleri, Risale-i Nur'un sonradan telif edilen diğer bölümlerinin aksine, Onuncu Söz'ü kısa zamanda matbaada bastırma imkânı buldu. Bin adetlik ilk baskı (1926), Doğu'daki eski talebelerinden olan Müküslü Hamza'nın gayretleri sayesinde İstanbul'da yapıldı. 1928'de bu eserin ikinci baskısı yapıldı. Mahallî tüccarlardan olan Bekir Dikmen, el yazması nüshayı İstanbul'a götürdü ve altmış üç sayfalık kitaplarla geri döndü. Bütün nüshaları kontrol edip hataları tashih eden Said Nursî, bu kitapları kısa zamanda etrafa dağıttı. Bunlardan bir kısmını mebuslara ve devlet memurlarına dağıtılmak üzere Ankara'ya gönderdi. Bediüzzaman'a göre, bu risalenin Ankara'ya gönderilmesi, Eğitim Komisyonu'nun cismanî haşri inkâr eden fikirlerin telkin edilmesine dair aldığı resmî kararla aynı zamana denk gelmişti. Komisyon çalışmalarında bulunan bir üye, bu konunun tartışıldığı bir toplantının ardından, yanında Haşir Risalesi olan bir mebusla karşılaştı. Kitabı fark edince o mebusa şöyle dedi: "Said Nursî, bizim çalışmalarımızdan haberdar oluyor ve bize karşı eserler yazıyor." Bir süre sonra Kazım Karabekir Paşa, Said Nursî'yi bu gelişmelerden haberdar etti. Bunun üzerine Bediüzzaman hazretleri şu değerlendirmeyi yaptı:
"Kardeşim! Maarif Şûrası'nın böyle bir karar aldığından benim haberim yoktu. Onların kararına göre Cenab-ı Hak Haşir Risalesi'nin yazılmasını bana ihsan etmiş. Yoksa ben kendi arzum ve hevesimle yazmış değilim, ihtiyaca binaen yazıldı."[3] dedi.
"Kazım Karabekir Paşa'nın Bedüzzaman hazretleri nasıl haberdar ettiği belli değildir. Fakat yeni yönetimin belirlediği eğitim politikasının, Kemalist inkılapların esas gayesini gerçekleştirmek, yani Türkiye'yi modern (Batı) medeniyet seviyesine çıkarmak için hazırlandığı, laik ve positivist ilkeler üzerine tesis edildiği, herkes tarafından bilinmektedir. Ayrıca, söz konusu "eğitim" okullarla sınırlı değildi. O zamanın her çeşit medya organı, dinî inançlara ve kurumlara hücum etmek ve onları alay konusu yapmak için kullanılıyordu. Mesela, ‘Resimli Ay Mecmuası’ adlı aylık derginin 1927 yılı Nisan sayısında, biyolojik materyalizmin meşhur savunucusu ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında Batılılaşma konusundaki fikirleri oldukça etkili olan Abdullah Cevdet ve Abdülhak Hamit gibi isimlerin de dâhil olduğu simalarla yapılan mülakatlar yer almıştı. Bu mülakata katılanlar "Ahirete inanıyor musunuz?" başlıklı bir anketin sorularına cevap veriyorlardı. Ankette nüfusunun büyük çoğunluğu samimî Müslüman olan bir ülkede, hakikaten tahrik edici sorular vardı. Çoğu, doğrudan cevap vermekten kaçınmasına rağmen, Abdullah Cevdet, "Allah'a imanın büyük bir safdillik" olduğunu ve bu inancın "insanı tedavisi mümkün olmayan bir mantıksızlığa sevk" ettiğini söylemek suretiyle, ahiret hayatını açıkça inkâr etmişti."
Hatta Abdullah Cevdet mevzubahis Haşir Risâlesi hakkında nazire yapmak üzere bir çalışmaya girişmiştir. "Şu Müslümanların îman ettikleri haşirin olmadığını ispat edeceğim" diyerek güya Bediüzzamanın Haşir Risalesinde haşirle ilgili getirdiği delilleri çürütmeye çalışacaktı.
Ancak Haşir Risâlesi'ni okuduktan sonra kendisinden olumlu bir sonuç bekleyenlere şöyle cevap verdiği rivâyet edilir: "Arkadaşlar! Said Nursî bu eseri ile beni âdeta "haşirin sokaklarında" gezdirdi. Ben gezdiğim sokakları nasıl inkâr edebilirim?"diyor.
Bedüzzaman hazretleri, haşre ve ölülerin tekrar diriltilmesine dair telif ettiği bu risalesine büyük önem veriyordu. Bu risale, İbn Sina gibi bir dâhinin anlamakta aciz kaldığını itiraf ettiği bir iman hakikatini "avama, hatta çocuklara izah eder" bir özelliğe sahipti. Zira İbn Sina, "Haşir, aklî mukayeseler ve ölçülerle açıklanamaz" demişti. "Bediüzzaman, 1930'ların başında yazdığı bir mektubunda, bu risalenin "kıymetinin tamamıyla takdir edilmemiş" olduğunu söylemiş, "Kendim belki elli defa mütalâa etmişim ve her defasında bir zevk almışım ve okumaya ihtiyaç hissetmişim" demiş."
Ayrıca Haşir Risalesiyle ilgili: "Onuncu Söz, yüzlerce Kur'ân âyetinden süzülmüş damlalardır. Diğer risâlelerin çoğu da böyledir.[4]” “Eğer haşirin gelmesini, gelecek baharın gelmesi gibi kat'î bir surette anlamak istersen; haşire dair Onuncu Söz ile Yirmi Dokuzuncu Söz'e dikkat ile bak, gör. Eğer baharın gelmesi gibi inanmaz isen gel, parmağını gözüme sok!"[5] demiş.
İnsanı, ölümden sonraki hayattan ve ebedi saadetten daha çok düşündüren bir mesele yoktur. Çünkü insanın en büyük meselesi, ebedi saadeti kazanmak veya kaybetmek meselesidir.
Risâle-i Nur Kur'an'ın ilhamıyla bu hakikati aklen ispat edecek bir yolu bulmuş, anlaşılması çok zor meseleleri, avam lisanıyla çok basit ve net bir şekilde vuzuha kavuşturmuş. Peki, bu sonuca varmak için Bediüzzaman nasıl bir yol takibetti? Bedüzzaman hazretleri, bir eserinde bu sorunun cevabını bizzat nasıl bir metotla tarif ettiğini şöyle açıklar:
"Bu eserin büyük kısmını teşkil eden bölümlerden her bir hakikat, yani On İki Hakikatın her biri üç şeyi birden ispat ediyor: Hem Vacibü'l-Vücudun vücudunu, hem esma ve sıfatını, sonra haşri onlara bina edip ispat ediyor. En muannid münkirden, ta en halis bir mü'mine kadar, herkes her Hakikatten hissesini alabilir. Çünkü Hakikatlerde mevcudata, asara nazarı çeviriyor. Der ki: Bunlarda muntazam ef'al var. Muntazam fiil ise failsiz olmaz. Öyleyse bir faili var. İntizam ve mizan ile o fail iş gördüğü için, hakim ve adil olmak lazım gelir. Madem hakimdir, abes işleri yapmaz. Madem adaletle iş görüyor, hukukları zayi etmez. Öyle ise bir mecma-ı ekber, bir mahkem-i kübra olacak.” [6]
İşte Hakikatler, bu tarzda işe girişmişler. Mücmel olduğu için, üç davayı birden ispat ediyorlar."
"Bu husus, Onuncu Söz'ün Hatime'sinin sonunda daha ayrıntılı olarak izah edilir. Burada " Bedüzzaman hazretleri, haşre dair delillerin kâinata bakıldığında görülebilen İlâhî fiillere ve eserlere dayandığını açıklar. Bu İlâhî fiil ve eserler, aynı zamanda, İsm-i Âzam başta olmak üzere, Esmâ-i Hüsnâ'da yer alan her ismin en yüksek mertebesinin tecellisidirler. Bu yüzden de çok büyük ve muazzamdırlar:"
"Haşr-i âzam, İsm-i Âzamın tecellîsiyle olduğundan, Cenab-ı Hakk'ın İsm-i Âzamının ve her ismin azamî mertebesindeki tecellîsiyle zahir olan ef’âl-i azîmeyi görmek ve göstermekle, haşr-i âzam bahar gibi kolay ispat ve kat'î iz'ân ve tahkîkî iman edilir."[7]
Onuncu Söz Hakiki abir Bir Mürşiddir.
Haşir Risalesi; Bedüzzaman’ın biraderzâdesi Abdurrahmanın eline vefatından bir iki ay önce geiçince, bunun üzerine eserin önemine dair hissiyatını ifade eden şu mektubu yazar.
"Ellerinizden öper, duânızı dilemekteyim. Sıhhat haberinizi, irşad edici olan Onuncu Söz Risâlenizle beraber Tahsin Efendi vâsıtasıyla aldım, çok teşekkür ederim. Himâye ve himmetiniz sâyesinde, din ve âhiretime dokunacak ef'al ve harekâttan kendimi muhâfaza ettim ve etmekte berdevamım. Gerçi dünyanın değersiz çok musibetlerini gördüm ve çektim ve birçok da lezâiz ve safasını gördüm, geçirdim.
Hiçbir vakit ve hiç bir zaman unutmadım ki bunların hepsi heba olduğu ve dünyanın Allah için olmayan lezâiz ve safası neticesi, zillet ve şedid azab olduğu ve dünyada Allah için ve Allah'ın emir buyurduğu yollarda çekilen ve çekilmekte olan zahmetler neticesi, sonu lezzet ve mükâfat verildiğini bildiğim ve îman ettiğimden, fena şeyleri işlemekten kendimi muhâfaza edebildim. Bu his ve bu fikir ise terbiye ve himmetinizle zihnimde ve hayalimde yer yapmıştır. Hakikat böyle olduğunu bildiğim için bütün meşakkatlere şükür ile beraber sabretmekteyim."
Bedîüzzaman hazretleri, biraderzadesi Abdurrahmanın bu mektubunu okuduktan sonra “işte böyle bir kahraman vârisi kaybettim” diyor ve şunları söyler: “Demek Onuncu Söz onun hakkında bir mürşid-i hakikî hükmüne geçmiştir ki; birden onu derece-i velâyete çıkararak şu üç kerâmeti söylettirmiştir. Benden sekiz sene evvel ayrılmış. Onuncu Söz eline geçmiş, mektubun başında söylediği gibi çok azîm istifade edip sekiz sene zarfında aldığı kirleri onunla silmiştir. Hem Onuncu Söz ile tam kurtuldu, sonra gitti. Demiş. Hattâ tayyedilmiş mektubunun diğer bir parçasında Onuncu Söz'ün şevkinden demiş; "Yazdığın Sözler'in hepsini bana gönder, kendi hattımla herbirisinden otuzar nüsha yazar ve yazdırırım. Tâ intişar edip kaybolmasın." İşte böyle bir kahraman vârisi kaybettim.” diyor.[8]
[1] Rum Suresi, Ayet 50
[2] Şahiner, Son Şahitler, Ahmet Gümüş, 4: 158
[3] Şahiner, Son Şahitler, Ahmet Gümüş, 4: 158
[4] Said-i Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi (Arap Harfleriyle teksir), s.220.
[5] İkinci Şua İkinci Mesele
[6] Barla Lahikası, 247. Mektup Sayfa 512, 28.Mektubun Sekizinci Meselesinin Üçüncü Nüktesi.
[7] Mary F. Weld, Bediüzzaman Said Nursi'nin Entelektüel Biyografisi, s.251, Etkileşim Yayınlar-2006
[8] Barla Lahikası Risaleinur.org
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.