Haşmet kelimesinin etrafında (1)

Haşmet ne demek, lügatte büyüklük deniyor ama haşmet büyüklükten başka bir şey. Benim tarifime göre haşmet görüntünün, durumun insanda hayrete, şaşkınlığa, ihtiyata ve çekinmeye sevk etmesi demek. Bediüzzaman kelimelerin anlamlarını bütün şubeleriyle kullanıyor.

Risale-i Nur‘u anlamak demek kelimelerin özellikle sıfatların manalara katkılarını düşünmek ve onların anlaşılmasıyla uluhiyet bahislerinin ummanına dalmayı doğurur. Bediüzzaman sıfatları o kadar farklı yerlerde farklı anlamlarda kullanır ki onu anlamak özel gayret gerektirir.

Allah’ı bilmek, zati ve subuti sıfatlarını bilmek demekse de asıl Allah’ı bilmek Allah’a ait O’nu tavsif eden, O’nun azamet, heybet ve saltanatını ifade eden kelimelerle mümkün. Bediüzzaman eserlerini kelimeler üzerine kurmuş, kelimenin anlam derinliklerini bilmek bir yerde kelimeyi anlamakla veya anlatmakla Allah’ı anlatmak demek.

Bir papatya güzeldir, bir haşmeti yoktur, bizi kuşatmaz, kuşatılır. Ama semavat büyüklüğü ile bize hakimdir, bize hakim olması ile haşmetlidir. Osmanlı sultanlarına haşmetpa, haşmetlu denirmiş. Yavuz Sultan Selim çok haşmetli bir hükümdarmış huzuruna varan korkudan titrer hatta terlermiş. Bir gün bir vezir huzurunda titrer, padişah sorar nedenini, o da “Efendim sizin huzurunuzda ne zaman benim katlime ferman vereceksiniz diye hayretteyim. Ne olur benim hakkımda da bir karar verin, ben de kurtulayım.“ Yavuz Sultan Selim, “seni azletmeyi düşünmedim değil ama yerini dolduracak adam bulamadım” der.

Faik Ali, Ne Güzel Şey şiirine şöyle başlar:
“Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey.”

Şimdi semalar yaratılmış ama ona bizi kuşatan, üzerimize abanan bir haşmet verilmiş. O hep üzerimizde, bizi çepeçevre ihata etmiş. Peki o azameti bir yaratılmış şeye veren Allah kendisi nasıl haşmetli ve azametli? İşte her gün ezanda otuz kere Allahu Ekber demek bu haşmeti insana hissettirip, böyle bir haşmetin karşısında en makul işin secdeye kapanmak olduğunu ihsas ettirmek, hissettirmek içindir. Haşmeti eşya ve nesnelerin dilinden ve Allah’ın zatına kıyasla anlamak insanı abid yapar. Birçok insan abid değilse nedeni kafasında Allah’ın haşmeti taayyün etmediğinden dolayıdır.

Peygamberimiz (asm) Cebrail’in azameti heykelini görünce haşmeti onu kuşatır, eve dönünce “üzerimi ört Hatice” der. Çünkü onun büyüklüğü semayı ihata etmiştir. Bir Peygamber ondan ürkmüştür. Biz eğer Allah’ın haşmetini bilfiil kıyasla anlasak çok farklı kullar oluruz değil mi? Bu yüzden Bediüzzaman uluhiyyeti ve mabudiyeti, Saltanat-ı İlahiyeyi kelimelerle bizim için anladığımız kadarı ile fetheder. Ama kelimenin eserlerindeki tasrifini görünce onun kelimeyi ve Allah’ı ne kadar farklı anladığını hissediyor insan. Ne kadar derin bir insan olduğunu ancak kelimeleri kullanımında anlıyoruz onun.

“Saadet-i ebediyeyi ve celâl ve cemâl ve kemâl-i saltanatının haşmetine medar olan dâr-ı âhireti ve ondaki Cenneti ihtar edip delâlet ve işaret eder. Yoksa, sâbıkan ispat edildiği gibi, saadet-i ebediye olmazsa, hem saltanatı, hem kemâli, hem celâl, hem cemal, hem rahmeti, kusur ve noksan lekeleriyle lekedar olurlar.”

Yukardaki cümlede haşmeti gereği kainattaki celal ve cemal ve kemal vücuda getirilmiş. Bu azametli muhteşem, haşmetli kainatın devamı olan ebedi saadetin varlığı onun haşmetinin devamlılığı ve sürekliliği gereğidir. Eğer ahiret olmazsa onun haşmeti tam tersine döner, ihtişamını kaybeder. Demek saltanatının haşmeti ancak ahiretin varlığı ile devam edebilir, yoksa haşmet değerini kaybeder. ”Kusur ve noksan lekeleriyle lekedar olur.” Uluhiyetinin muktezası olan haşmet tam tersine inkılap eder.

Allah’ın saltanatının bir haşmeti var, bütün kainatta zerrelerden yıldızlara kadar O’nun terbiye kanunu geçerli. Bu kadar sınırsız bir kainatta her şeyin kemal noktasına gitmesi O’nun terbiyesi ile gerçekleşiyor. İnsan her gün bu Rabbe bu terbiyesinden dolayı kırk vakit namazda hamdediyor. O’nun Rububiyetini tasdik ediyor hem lafzi hem de bedeni olarak. Bu saltanatı iman ile kabul etmeyen, küfür ve inkar ile cevap veren insanlar bu haşmetin cezasına uğrarlar. ”Haşmet-i saltanat-ı İlahiyeye karşı küfür ve inkar” karşılıksız kalmayacaktır.

Başka bir haşmet cümlesi de “İzzet ve haşmet-i rububiyete karşı tekbir ve tehlil ile ubudiyetlerini âleme ilân eden“ insanları muhatap almaktır. Yukardakiler küfür ve inkar ile mukabele ederken buradakiler kainatta görünen Allah’ın izzet ve Rububiyetinin haşmetine karşı, tekbir ve tehlil ile ubudiyetlerini ilan ederler. Ubudiyet Allah’ın azamet ve haşmetinin karşısında onu beş duyusu ile duyup ona karşı Lailahe illallah ve Elhamdülillah ve secde ile tasdik etmektir. Bu büyük haşmet ve azamet karşısında insan küçüklüğünü farkedip ona karşı mukabele etmesi ubudiyettir. Demek iman, ubudiyet, tekbir ve tehlil haşmet karşısında alınan tutumlardır. Bu haşmeti görerek, duyarak, hissederek fiilen tavır almak ibadetin geniş anlamda ifadesidir. Hatta ön kabuldür, ibadet ondan sonra gelir. Nice ibadetin gereğini bilen insanlar vardır ki bu haşmet duyuları üzerinde tesir icra etmediğinden ubudiyetsiz yaşarlar. Demek aslolan haşmeti görmek ve hissetmek ve tavır almaktır. Haşmeti hissetmek kulluğun lazımıdır, zaruri muktezasıdır.

Bediüzzaman’ın Allah’ın haşmeti ile ilgili bir başka cümlesi “haşmetli manevralardır.” Astronominin kaydettiği bütün gezegenlerin birbiri içinde faaliyetleri bu haşmetli manevradır. Kur’an bu manevraları birçok ayetinde insanların gözüne sunar ve akıllarına düşünmeleri için havale eder.

Bediüzzaman Onuncu pencerede bu ayetlerden birini açar izah eder:

”Ve enzelna minessamai maen fehrece bihi minessemeratı rızken leküm ül fülke litecri filbahri biemrihi ve sehherelekamülülenhar. Ve sehherekümülşemse vel kamere daibeyni ve sehherelekümül ül leyli vennehar. Ve atakümmin külli ma seltümühü vein teüddü nimetallahi tühsüha.“

“Gökten bir su indirdi ki onunla sizin için rızık olarak meyvelerden bitirdi. O’nun emriyle denizde seyretsinler diye gemileri sizin hizmetinize verdi, nehirleri de yine sizin hizmetinize verdi. Birbiri ardınca dönüp duran güneşi ve ayı da sizin hizmetinize verdi. Geceyi ve gündüzü de sizin hizmetinize verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız saymakla bitiremezsiniz.“ (İbrahim Suresi)

İşte yukarıda anlatılanlar hep haşmetli manevralardır. Mukaddes kitabımız Kur’an bu haşmetli manevraları çok yerde nazara verir.

Manevranın ayrıntısını da verir Bediüzzaman: “Manevranın başka bir surette hakikî ve hayalî tarzlarını her gece ve her sene sinema levhaları gibi seyirci mahlûkatına gösteren bir tezahür-ü rububiyet.”

Bu manevraların seyircileri vardır, bunlar insanlardır. Manevraların değişmesi sinema levhalarıdır, alem büyük bir ilahi sinemadır. Yine Kur’an bu sinemayı insanlara sunar, Bediüzzaman bu yüzden “Kur’an sineması” der. Bu manevraları her gece ve her sene insanlara gösterir, seyrettirir. Her gece bir epizod, bir yıl da bütün epizotların birbirine vaka örgüsü ile bağlandığı bir büyük sinemadır. Bediüzzaman başka bir dünyada başka bir gözle bakar. Okumak başka ama ona göre bakmak ve tefekkür etmek başka.

Çoğumuz dünyamızın mantığı ile yaşarız, ara sıra bu metinlere gideriz ama garkolmayız. Şöyle bir elimiz değer geçer.

Büyük filozofların kaos dediği kainatı nasıl geometrik ve metrik bir sisteme göre anlaşılır hale getirmiş. Mesela Hegel işin içinden çıkamamış ve kaotik diyor dünyaya. Bediüzzaman da sinema. Dostoyevski Rusların medarı iftiharıdır, Kafka başkalarının, Hugo Fransızların daha daha başka, Joyce İrlandalıların. Bediüzzaman bu toprakların, herkesin iftihar etmesi gereken bir büyük adamıdır. Hasankale tabiri ile kor insanlar. İbrahim Hakkı’yı farkedemedikleri için onlara kor Galalılar denmiş. Kor dünya.

Bütün varlıklar sabit bir durumda değil, sürekli aralarında artırma eksiltme ve alış veriş terbiyenin gereği olarak yapılıyor. Daima hareket halindeler, birbiri içinde hareket ediyorlar, birlikte hareket ediyorlar. Bu yapılan özneler bir değil sayısız şeyler bütün bu şeyler arasında yapılan işler ve tasarruflar haşmetli tasarruflardır. Her gün güneşi ve ayı nerelerden nerelere taşımak ona bağlı olarak varlıkların durumunu değiştirmek, bulutları gökyüzünde sürekli insan ihtiyaçlarına göre sefer ettirmek, dünyayı ve gezegenleri belli hızlarla semadan sürekli vega yıldızına doğru götürmek. Bunlar hep Allah’ın haşmetli tasarrufatıdır.

Bu yüzden bu cümle Bediüzzaman tarafından ihtiyar edilmiştir: ”Haşmetli tasarrufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallâkıyetle kendi ulûhiyetini izhar ederek, o ulûhiyetine karşı iman ve teslim ve inkıyad ve itaat ettirmek…”

Bütün bu haşmetli tasarrufat insanda iman, teslim, inkıyad ve itaati harekete geçirmek içindir, bunları seyretmek ve onlardan onlar gibi itaat etmeyi ders almak. Haşmetli tasarruftan haşmetli kulluğa ve tabilerine gitmek.

Bütün bu haşmetli tasarrufat yine haşmetli intizamlarla cereyan eder. Bu kadar büyük bir kainattaki değişimler elbette intizamla olacaktır, intizam bozulsa haşmet de kaybolur. Büyük bir ordudan bir nefer bile itaatsizlik edip ansızın dışarı çıksa intizam bozulur.

”Haşmetli intizamât ve dehşetli harekât ve hikmetli teshîrât gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir Zâttır ki, bütün mevcudât, zerrelerden yıldızlara ve güneşlere kadar emirber…“

İntizam emir ile olur, bütün mevcudat emirle düzenli ve intizamlı hareket eder, düzen kendi başına haşmettir, azamettir. Haşmet ne kadar çok boyutlu düşünülmüş.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum