İbrahim KAYGUSUZ
Hikmetin şehri
Hikmet, Mü’minin yitik malıdır.
Kaybolan hikmet rastlandığı yerde alınmalıdır.
Evrensel ve kadim bütün kültürlerin ruhunda hikmet ve hayrın izleri mevcut olabilir.
Doğru hikmetin gerçek adresi ise nübüvvet silsilesidir.
Vahy, kitap, ilim, vahyedilen veya öğretilen bilgi hikmet’dir.
Şu kavramlar doğrudan hikmetin karşılığıdır: Resulullah (asv)’ın sünneti, dinde fıkhetme, derin bir kavrayışa sahip olma, nübüvvet, fıkıh, sözde ve davranışta doğru ve tam isabet, adalet, veciz/özlü söz, akıl, ilim ve akılla saklı gerçeği bulma, keşfetme, varolan her şeyin içyüzünü tanıma, marifet ve irfan.
Kur’an’ın doğru tefsiri, ilahi ahlâkla ahlaklanma bilgisi ve nur kavramları da hikmetin diğer karşılıklarıdır.
Hikmet, Kur’anda on sure ve on sekiz ayette açıkça zikredilir.
Hikmetin şehri Allah’ın Resulü (asv), kapısı ise Hz. Ali (ra)’dır.
İnsani bir düşüncenin ifade edilen bu hikmetin tanımına girebilmesi için nübüvvet ve vahy ile bağlantılı olması gerekir.
Hikmetin tanımına dâhil olmamış düşüncenin beşeriyet tarihindeki karşılığı ise dinden uzak “felsefe” olmuştur.
Çok kategorik olmamak gerekir, bu doğru.
Felsefe elbette “ya siyah ya beyaz” değildir.
Fakat İbn-i Haldun’un dediği gibi “dinden uzak felsefe” kendisini nübüvvetin alternatifi olarak ortaya koymuşsa işin rengi değişir.
Bu tutum onu otomatik olarak hikmetin karşısında konumlandırır.
Bundan dolayı İslam düşünce tarihinde hikmetin etkisinde olmayan felsefenin oldukça kötü bir tanımı vardır.
Bu felsefe vahyden tamamen kopuk, onun dışında ve ona karşı salt insani bir düşüncedir.
Otuzuncu Söz’den bir haşiye: Nemrutları, Fir’avunları yetiştiren ve dâyelik edip emziren eski Mısır ve Babil’in, ya sihir derecesine çıkmış veyahut hususi olduğu için etrafında sihir telakki edilen eski felsefeleri olduğu gibi, aliheleri eski Yunan kafasında yerleştiren ve esnamı tevlit eden felsefe-i tabiiye bataklığıdır. Evet, tabiatın perdesi ile Allah’ın nurunu görmeyen insan, her şeye bir uluhiyet verip, kendi başına musallat eder.
Bu felsefe, dünyanın ezeliliğini ispat etmek için İbn-i Rüşt’e deliller getirtmiştir!
Eflatun’a, İbn-i Sina’ya ve Farabi’ye “firavunane hükümler” verdiren aynı felsefedir!
Bu felsefe, çok donanımlı şer’i akla, geniş nazara ve inci fikre sahip yetkin otoriteleri bile metodoloji vartasına düşürmüş “sihirli” bir ejderhadır.
Dinden uzak bu felsefe, insan, akıl, aydınlanma, bilim, hümanizm ve modernizm gibi masum kavramları karanlık yüzüne maske yapmıştır!
Hâlbuki gerçek yüzü farklıdır.
Mütehakkim ve ceberut ikinci Avrupa’nın’nın bu bağlamda “stoik” bir geri planı vardır!
Heva ve hevesin esiri olmuş ve “insanın bizatihi fiziki varoluşu etrafında mutluluk arayışı”nı sürdüren bu günkü menfi Avrupa, Antik Yunan’ın “Epiküryen” versiyonudur!
Bilim ile bağlantısı ise şöyledir:
Nübüvvet çizgisinin dışındaki bu felsefede bilim sekülerleştirilmiş ve laikleştirilmiştir.
Bilgi kaynaklarında her türlü kutsal dışlanmıştır.
Bilginin tek kaynağı “test edilebilir ve duyularla algılanabilir olanlar” olmuştur.
Yani kaba pozitivizm!
Bilginin üzerindeki bu kaba determinizm bugün güçlü ve somut delillerle bertaraf edilmiştir.
Yani bir paradigma değişimi yaşanmıştır.
Mü’minin yitik malı olan hikmet gerçek mecrasına akmış ve bilgi irfani bir boyut kazanmıştır.
Böyle bir köklü dönüşüm faaliyetinde Risale-i Nur fevkalade önemli bir rol oynamıştır.
Çünkü Risale-i Nur bilgi’ye imani bir boyut kazandırmış ve onu marifete dönüşmüştür.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.