Mustafa ORAL
İbrahim Fakazlı’yı rahmetle anarken
Seni nasıl anlatmalı tarihe İbrahim Fakazlı
O minnacık tarih nasıl alsın o büyük kalbi
Onu ilk ve son kez 1996 yılında İnebolu’da görmüştüm. İlk defa Bediüzzaman’ı gören bir göz görmüştüm. Kendimi kaybetmiştim. Uzaktan bakılınca kalbinin bir yanında Bediüzzaman, bir yanında Risale-i Nur olduğu görülüyordu. İbrahim Fakazlı ismi Bediüzzaman ve Risale’nin gölgesinde kalıyordu. İbrahim yoktu, Bediüzzaman vardı; Fakazlı yoktu, Risale-i Nur vardı.
84 yaşındaydı. Kabre yüzünü dönmüştü; ama gözleri konuşmaya devam ediyordu. Bizimle konuşmuyordu; sesindeki heyecandan bunu anlayabiliyorduk. Gözleri yılların yorgunluğu içinde bir sinema perdesi gibi resmigeçit yapıyordu. Kendini sonsuzluğa götürecek uzun bir yolculukta saklı vuslat anlarını tekrar tekrar yaşıyordu. Susarak, gözleriyle konuşuyordu. O gözler Üstadla geçen günlerini İbrahimvari bir hazla anlatıyordu. Bu cümleler o gözlerden dökülen sözlerdir.
Bir ince sızı, bir küçük ağrı
Risale-i Nur’da “Küçük İbrahim” ve “İkinci Selahâddin” namıyla anılan Fakazlı 1912 yılında İnebolu’da dünyaya gelir. Gerçekte İnebolu’ya 40 km. mesafede bir sahabe kabrinin de bulunduğu mübarek Fakaz köyündendir. Soyadını da buradan almaktadır. İhtimal ki sahabenin soyundan gelmektedir.
İbrahim’in rüyalarına Allah Resulü kadem basıyor
İbrahim, II. Dünya Savaşında askere alınır. O günlerde bir rüya görür. Çadırda otururken askerler “Peygamber Efendimiz (asm) karargâhımıza geldi” derler. Haberi işitir işitmez “Neden şimdiye kadar haberim olmadı?” diye koşmaya başlar. Hüngür hüngür ağlayarak Peygamberimizi (asm) arar. Az sonra o nurani abide karşısına çıkar. Boyu uzuna yakındır. Otuz kırk yaşlarında yiğit bir kahraman gibidir. Belinde yerlere değen bir kılıç, başında o zamana kadar hiç görmediği uzun bir sarık, ayağında normal bir şalvar, üzerinde göğsü açık bir gömlek vardır. Çok nuranî, sakalsız ve bıyıklıdır. Ağlayarak kendini ayaklarına atar. Bir taraftan ellerini, ayaklarını öper, bir taraftan da, “Haberinizi ancak şimdi aldım, bizi af buyurun” diyerek yalvarırken uyanır. Yanında olan Selahâddin Çelebi de ağladığını duyar.
Rüya Gerçekleşiyor: Bediüzzaman Geliyor
Asker dönüşü İnebolu’ya gelir. Kalbinde Peygamber rüyasının tadıyla sekirler içre yaşamaktadır. Tarihler 1940 yılını göstermektedir. Yakın dostu Salih Uğurtan, Bediüzzaman’dan bahseder. İbrahim’in babası tasavvuf ehli olduğundan, kendisi de kısmen böyle bir terbiyeyle büyüdüğünden anlatılanlara başlangıçta ehemmiyet vermez. Fakat Salih Uğurtan dehşetli bir zamandan geçildiğini, insanlığın iman buhranı yaşadığını, bu işin tarikat değil iman meselesi olduğunu söyleyince ikna olur.
Ahmed Nazif’e gider. Kastamonu’nun Şaban-ı Veli’si varsa İnebolu’nun da Nazif’i vardır. Nazif uzun uzun Üstaddan bahseder. Onuncu Söz’ü verir. İbrahim tamamen teslim olur. Risale yazmaya başlar. Gülcü Hüseyin ile halleşirler. Zamanı geldi, deyip Kastamonu’ya Üstadı görmeye giderler. Çaycı Emin evin sürekli gözetim altında olduğunu, dikkatli olmalarını söyler. Evi uzaktan göstererek döner.
Ev hayli eskidir. Tam karşısında karakol vardır. Polisler gelen gideni rahat takip etmek için pencerelere perde takmasına müsaade etmemişlerdir. Fakazlılar sağı solu iyice kontrol ederek kapıya yaklaşırlar. İpi çekerler. Kapı açılır. Tahta merdivenleri basa basa üst kata çıkarlar. Birkaç adım sonra Üstadın eşiğindedirler. Kapı açıktır. Önce Gülcü, arkasından Fakazlı odaya yönelir. Üstad birkaç tahtadan yapılmış ve üzerine ince bir şilte gibi basit bir yatak konmuş divanda oturmaktadır. Onları görür görmez bir ok gibi fırlayarak ayağa kalkar. Fakazlı şok geçirir. Zira Peygamber Efendimizin rüyadaki kıyafetiyle Üstadınki aynıdır. Aynı sarık, aynı kıyafet ve aynı endam ve nuraniyet içindedir. Şaşkın ve perişan bir halde Üstadın ayaklarına kapanır. Gözyaşları derya olur, hıçkıra hıçkıra ağlar. Kaldır İbrahim’in başını Üstadım. Yoksa kuş yavrusu gibi öldü ölecek. Üstad mübarek elleriyle İbrahim’in başını kaldırır. Yanına oturttur. İbrahim ateşler içindedir. İçindeki ormanlar bir daha ateşe verilmiştir. O rüyanın harı geçmeden başka bir yangın başlamıştır. Dili lâl kesilmiştir. Üstadı daha önce ziyaret etmediği için büyük pişmanlık içindedir. Ancak gelebildim Üstadım, diyecektir ama bir türlü kalbi diline söz geçirememektedir.
Üstadın sır kâtibi Mehmet Feyzi bir köşeye çekilmiş Risaleleri temize çekmektedir. Feyzi alışkındır İbrahim gibilerin hâllerine. Bu kapıya kanaya kanaya gelinir, ağlaya ağlaya gidilir. Ama bu İbrahim’in gözyaşları bambaşkadır. Onlar rüya âleminde daldığı Peygamberimizin rahmet deryasından damlalardır. Üstad ziyaretçi istemediği zaman kapı ipini içeride tutar. Mehmet Feyzi de buna özen gösterir. O gün evden en son o çıkar. Tevafuk eseri ipi dışarıda bırakınca İbrahimler de rahatça içeri girer. Üstad da bu duruma dikkat çeker. Risalelerin imanı kurtardığını ve Risale-i Nur’un şahsı manevisinin on iki tarikatın temsilcisi olduğunu anlatır. Böylece İbrahim’in kalbindeki tarikatla ilgili şüpheleri de kaldırmış olur.
O gün İbrahim’e Üstadın kapıları açılır.
O gün İbrahim’e iki âlemin saadeti Risale-i Nur’un kapısı açılır.
O gün İbrahim’e yeni âlemlerin kapıları açılır.
O günden sonra hayatını Nur’a vakfeder. Dokuz ay Denizli, altı ay Afyon hapsinde Üstadla yatar. Küçük Sözler’i beş yüz nüsha, Asay-ı Musa ve Zülfikar gibi risaleleri, ayrıca Üstaddan gelen birçok lahikayı yazarak çoğaltır.
Rüyalarında Peygamber, düşlerinde Bediüzzaman gezen Fakazlı
İbrahim Risale-i Nur’u yaşamaya çalışırken o kadar nuranileştir ki etrafındakiler onda birçok harikulade hale şahit olurlar. Hizmette rahmet zahmetten daha çoktur. Risale-i Nur Rahmet Peygamberini anlatır. Sevgili (sav) gâh rüyalara, gâh kendinin anlatıldığı Nur sohbetlerine katılır. Bir gece ocaklar yakılır, nur meclisi kurulur. Ders başlar. Sohbet o kadar nurani bir hâl alır ki Fakazlı ağlamaya başlar. Yanındakiler “Hayrola ağabey, niçin ağlıyorsun?” derler. “Sizler şu anda benim gördüğümü görseydiniz belki benden daha çok ağlardınız!..” Sohbettekiler “Ne olur gördüğünü bize söyle ağabey!” derler. İbrahim gözlerini bir noktaya diker. Anlatmaya başlar. “Önde Resulallah (asv), onun peşinden Üstad Hazretleri aramıza teşrif ettiler. Şu anda karşımızda oturuyorlar. Siz de bu durumu görseniz ağlamaz mısınız?”
Sözlerini bitirirken tekrar kendi âlemine dalar. Bir iç dalgaya tutulmuşçasına içli içli ağlamaya başlar. Çekildikçe çekilir içine. Sohbettekiler şaşkın halde fener alayını hatırlatan bu manzarayı seyrederler. Şaşmayın İbrahim’in hallerine. Siz onu Rasim Sürav’a sorun. İbrahim’in gençliğinden vefatına kadar aşikâr veya perdeli olarak günah işlememiş, takva sahibi, tertemiz bir hayat yaşadığını söyler. Enbiyalar, evliyalar rüyalarında kol gezer. Evliya ruhlu insanların rüyalarına girer. Siz onu Ali Osman Burgaz’a sorun. Mahpustaki İbrahim keramet göstermiş, Ali Osman’ı Hamidiye Camiinde namaz kılarken ziyaret etmiştir. Siz onu İstanbul Yeni Camideki evliyaya sorun. Üstada götürmesi için kutsal emaneti sadece İbrahim’e teslim etmiştir.
Üstadın yollarında İbrahim
İbrahim peygamber ateşe atılacağı zaman karıncalar tulumbalarını almış, söndürmeye koşmuştur. Yol uzun, dudaklarında taşıdıkları su azdır. Maksat İbrahim’in yanında olduklarını göstermektir. Asırlar sonra İbrahim peygamberin torunu Bediüzzaman da çağın Nemrutları tarafından ateşlere atılmıştır. İbrahim Fakazlı da kendine yakışanı yapmış, İbrahim peygamberin karıncaları misali söndürmeye koşmuştur. Karşısında müthiş bir yangın vardır. İçinde Üstadı ve gençliğin imanı yanmaktadır. Denizli ve Afyon hapsi yangınlarında Üstadla ateşe dalar. Hapisten çıktıktan sonra Üstaddan ayrılır. Bir güzel yangın başlar içinde. Hasretle yanan kalbini söndürmek için sık sık Üstada koşar.
Son ziyareti Emirdağ’da gerçekleşir. O gece Üstadın evinde kalır. Üstad, İbrahim’le musafaha eder, pek çok müjde ve dualarda bulunarak uğurlar. İbrahim ise ellerini öpmekte, nasıl ayrılacağının perişanlığı içinde hıçkırıklarla ağlamaktadır. Sonradan anlar ki bu bir elvedadır.
O gün sanki ruhu cesedinden ayrılmıştır. Nereye bastığını, ne yaptığını bilemez. Annesinden, babasından görmediği bir şefkat, bir samimiyet, bir arkadaşlık, tarifi mümkün olmayan bir zevk ve lezzet havası içindedir. Gözleri yaşlı, ruhu sevinçlidir. O geceyi hayatının en büyük ve unutulmaz mesut anı olarak hatırlar.
Uğurlar olsun Üstadım
Bir sabah radyodan Üstadın Urfa’da vefat ettiğini işitir. Ahmet Nazif ve Hacı Dursun’la Urfa’ya giderler. Şehre vardıklarında Üstad defnedilmiştir. Hasret bir kat daha katlanır. Kavuşma ahirete kalmıştır. Üstadın vefatıyla sonu gelmez, dalga dalga bir hüzün başlar içinde. Yüzünü ahirete, kalbini Üstada dönerek Rabbine kavuşacağı günü bekler. Necati Us, son şahitlerden Ziya Arun’u vefatından bir gün sonra rüyada gördüğünü, kendisine “Necati merak etme, ben burada rahatım. Üstad beni yanına aldı” dediğini söyleyince Fakazlı birden ellerini yüzüne kapatır, hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla ağlamaya başlar. Bu bardağı taşıran son damladır. Damla iken derya olma vaktidir. Kalbi tetikte, dili duada Üstadın davetini bekler. 2 Kasım 2003 tarihinde davet çıkar. İcabet eder, biricik Üstadına kavuşur. İnebolu’da bir Ramazan sabahı Ramazan Risalesini yazarken tutuklanıp Denizli’ye Üstadının yanına getirilen Fakazlı altmış yıl sonra yine bir Ramazan ayında Ramazan risalesini yaşarken akşam saatlerinde geçirdiği kalp sektesiyle 91 yaşında bir daha ayrılmamak üzere Üstadına sarılır. İnebolu’da Üstad hasretini kendisinde giderdiği Nazif Çelebi’nin yanına, Hastane Üstü Kabristanına defnedilir. Rabbim Rahmetine erdirsin. Âmin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.