Hüseyin YILMAZ
İçimdeki çocuk!
Anneciğim! İçimdeki çocuğu sadece sen görüyordun, sen seviyor, sen merhamet ediyordun. Bırakıp gittin! Şimdi onu kim farkedecek, kim sevecek onu? Onun küçücük bir çocuk olduğunu bilmiyorlar. Kırlaşmış saçlarıma, kırışmış yüzüme bakıp onu da koskocaman bir adam olmuş sanıyorlar anne.
Halbuki o hiç büyümeyen, hiç büyümeyecek olan küçücük bir çocuktu hep, senin çocuğun. Ama bilmiyorlar anne, hiç bilmiyorlar. Şimdi o sensiz nasıl yaşayacak? Yaşayamaz ki... O küçücük bir çocuk, başı okşanmadan, göz yaşları silinmeden, sımsıcak bir kucak tarafından sarılmadan nasıl yaşasın? Bırakıp gitmemeliydin anne, anneler gitmemeli.
Tabutunun altında o küçücük çocuk için için ama hıçkırıklarla ağlıyordu. Kimse ağladığını görmüyor, hıçkırıklarını işitmiyordu. Çünkü onlara göre, o koskocaman bir adamdı, erkekti. Erkekler hiç ağlar mı? Yalan söylüyorlar anne hep ağladım. Onlar işitmese de, görmeseler de hep ağladım.
Sonra derince bir çukurun başında durduk. Tabutunu yeni kazılmış toprağın üzerine koyduk; ıslak, soğuk, ürperten bir toprak! Seni buraya koyacakmışız anne! Hiç olur mu? İçimdeki küçük çocuk itiraz ediyor, ama işitmiyorlar.
Sonra, iki kişi kabre insin, diyorlar. İsmim geçiyor, Hüseyin, diyor birileri. Olabilir mi anne? Ben seni bu daracık yere, bu karanlık ve soğuk çukura nasıl koyayım? Senin başımın üstünde, gözlerimin içinde, damarlarımda olman gerekmiyor mu?
Kendimi birden o derin ve soğuk çukurda buluyorum. Kim itti, niçin ittiler bilmiyorum. Yok, biraz da küçük bir ümidim var, belki beni de yanına gömerler, ikimizin üstünü birlikte örterler diye ümid ediyorum anne.
Başını kucağıma alıyorum. Kuşlar kadar hafifsin anneciğim. Oysa sen büyük, sen heybetli bir kadındın. Uzun hastalık günleri bedenini kemirmiş, alıp götürmüş. Birilere ipleri açmak gerektiğini söylüyor. Küçük çocuğun hıçkırıklar içinde iplerini çözüyor.
Seni bağlayan bağları çözerken o şefkatli kucağını açıp beni sımsıkı sarmanı bekledim. Sarmadın anne, sarmadın.
Yüzünü hafifçe kıbleye çevirmek lazım, diyorlar. Bir miktar yan çeviriyorum. Öylece durman için arkana bir şeyler yaslamak gerekiyor. İçimdeki çocuk beklediği ânın geldiğini hissediyor ve arkandan sımsıkı sarılıp yanına uzanıyor.
Birileri Hüseyin’e çıkmasını söylüyor. Yaşlı, çökmüş bir ihtiyar, bir ceset ikimizi bırakıp çıkıyor. Gitsin anne; ben buradayım, küçük çocuğun burada. Hiç korkma...
Ve üstümüzü örtüyorlar anne. O soğuk, ıslak toprağı yüzlerce kürek üstümüze savuruyor. Fakat artık umurumuzda değil, birlikte olduktan sonra ne farkeder ki anne?
Ama küçük olduğumu unutma anne, başımı okşa, sımsıkı sar beni, büyümeme hiç izin verme. Büyümek istemiyorum anne. Büyümek çok zor...
Birlikte neleri aşmadık ki, bunu da aşacağız inşallah. Haşir sabahına aynı kabirden birlikte çıkacağız; mes’ud ve bahtiyar inşallah. Bir daha hiç ayrılmamak, hiç ölmemek üzere kalkacağız anne. Sen annem, ben çocuğun. Sen büyük, kocaman; ben küçücük bir çocuk anne. Küçücük bir çocuk...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.