Afife ARTIK
İhlaslı olmak
Kastamonu lahika düsturları – 7
Risale-i Nur’un en temel meselesi olan ihlas hakkında kısa bir yazı yazmak, ciltler dolusu yazmaktan daha zordur. Sadece bir toplama yapılıp ihlasla alakalı Risalelerde geçen yerler bir araya getirilse bir kitap olur. Hele ki ihlası kazandıracak hakikatler bir araya getirilse birkaç cilt kitap olur. İlgililerine de duyuralım. İnşallah yazılır da biz de istifade ederiz.
İhlas risalesinde yer alan ihlasın düsturlarını hepimiz biliyoruz. Sağlam bir niyet ile eyleme geçme kararlılığı olmadıkça bu ilim bizi bir yere taşımayacağı açıktır. Günümüzde bilgisiz insan yok. Nurculardan da elbette ihlasın düsturlarını bilmeyen yok. Uygulama noktasında eksiklerimiz ise elbette vardır. Bildiklerimizi hayata taşımak fevkalade önemli ve en temel işimizdir.
Uygulayıp yaşama konusunda Bediüzzaman Hazretleri bize en güzel örnektir. Hayatını tetkik etiğimizde Risalelerdeki düsturları titizlikle yaşadığını görürüz. Bu yaşamakladır ki Risaleler her gönülde iş görüp tesir etmektedir.
Bizim yaşamamız noktasına bakalım şimdi de. Okumadan önce bunları bilmiyorduk dolayısıyla uygulama imkanımız da yoktu.(gerçi önceki kuşakta ilmi olmadan bu hali kazanmışlar da çoktur) Sonra okuduk ve anladık. Sonra zaman zaman bunlara uygun hareket etmeye muvaffak olduk yani; bir hal gibi oldu bizde ve zaman zaman riayete muvaffak olduk. Bunun bir ileri aşaması da bu halin bizde artık makam haline gelmesi yani aynı nefes almak gibi her anda ve zamanda bunun yaşanmasıdır. Bediüzzaman öyle fevkalade yaşamıştır ki ihlası, ihlasa münafi olan küçücük bir işi bile yapmamış ve yapamamıştır. Mesela hayatında bir düstur olarak kimsenin malını kabul etmemiştir. Bazen birinin gönderdiği yemeği yiyecek olsa hasta olmuş ve bunu da kader-i İlahinin tokadı olarak yorumlamıştır. Bunu yapamıyorum bunu yapmaya mezun değilim demiştir. Demek ihlas onda öyle bir makam halinde yaşanıyormuş ki ihlasa uygun olmayan ufacık bir hali dahi yaşaması mümkün olmamıştır. Bu fevkalade ihlası eserlerinde, konuşanın yalnız hakikat olmasını netice vermiştir. Kendisi ders verir pozisyona girmemiş ve Kur’an hakikatlerinin dellalı, ilancısı olmuştur. Onun eserlerinde doğrudan Allah Resulünün (asm) ve Allah’ın ders vermesi vardır. Allah ilham ve sünuhat nev’inden ona yazdırdığından her okuyucu Hulusi Ağabey gibi Cenâb-ı Hakkın huzur-u lâmekanisine çıkabilir. Bu yol her kes için açıktır.
İhlasın yaşantı haline gelişini seyir etmek için şüphesiz Asr-ı Saadete bakabiliriz. Medine’yi vatan edinmiş ve imana erişmiş insanlar olan Ensar, kendi vatanlarına ve bir cihette kendilerine hicret eden Muhacir kardeşlerine nasıl da kucak açmışlar ve onların nefislerini kendi nefislerine tercih etmişlerdir. Hem de kendileri ihtiyaç içinde iken. Kendi ihtiyacını karşılamış birinin elinde arta kalanı kardeşine vermesi çok zor değildir ama bir düşünün elinizde bir lokma ekmekten ibaret yiyeceğiniz var ve günlerdir de bir lokma yememişsiniz. İşte o lokmayı muhtaç olan kardeşine vermek Kur’an tarafından da övülen harikulade bir ahlaktır ve Ensar bu ahlak ile tahalluk etmiş.
Bediüzzaman ‘ın etrafında toplanan mübarekler de aynı ahlakı göstermişler. Onları kahraman yapan da budur. Serdengeçtidir onlar. Gülserver’dir onlar. Kendi hayatları pahasına iman hakikatlerinin biz muhtaçlara ulaşması için ne fedakarlık gerekiyor ise yapmışlardır. Hapis ise hapis, aile hayatından feragat ise feragat, maddi manevi azaplara sabırsa sabır. Zira fark etmişlerdir ki hayatlarını vakfettikleri hakikat güneşten daha parlak, kevser havuzundan daha ferahlatıcı, Cennet gibi bir hakikattir.
Her insanın ihlası hususidir, kendi fıtratına özgüdür. Dolayısı ile biz ihlaslı bir insanın davranış kalıplarını aynen hayatımıza geçirmekle ihlası kazanamayız. Elbette Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam müstesna. Onun davranışları olan sünneti seniyyesine ne kadar temessük edersek o kadar ihlaslı oluruz. Onun dışındaki insanları taklit etmek ise bizi ihlasa taşımaz. Mühim olan ihsasın sırrını kendimizde yerleştirmektir. Bu ruh gibidir. Hz. Ali de Hz. Osman da –Allah onlardan razı olsun- ihlaslıdır fakat tavır ve davranışları birbirini aynı değildir. Bir insan kendi yaratılışına uygun olanı tercih edip yapması ve kendi fıtratına uygun davranması ile ihlası yakalayabilir. Bunun evvel şartı elbette kişinin kendini bilmesi ve tanımasıdır ki Rabbini bilmesi ve bulması da buna bağlıdır.
İnsan kendini tanır ve kendine uygun olanları tercih eder ve kendi yaratılışına uygun tarzda Allah’ın dinine hizmet ederse ihlası elde edebilir. Bediüzzaman’ın saff-ı evvel talebelerine baktığımızda her birinin ayrı bir tarzda hizmet ettiğini ve her hepsinin de kendine uygun olan tarz ile hizmet ettiğini görüyoruz. Tahirî Ağabey’in tarzı farklıdır Zübeyir Ağabey’inki farklı. Her ikisi de ihlaslıdır, her ikisi de kendi fıtratınca hizmet etmektedir. Kimsenin de bir başkasına benzeme gayreti olmamıştır ve Bediüzzaman da böyle bir telkinde bulunmamıştır. Bir model olarak Abdurrahman vardır lakin bu bir çerçevedir. Üstadın Abdurrahman olarak kabul ettiği talebeler birbirinden farklı farklıdır.
Demek biz de ihlası kazanmak için kendimiz olmalı ve kendimiz olarak hizmette bulunmalıyız.
Bir mesele daha var ki ihlası elde etmekten daha zor olan ve sürekli emek ve çaba gerektiren “ihlası muhafaza etmek”tir. İhlası kazanan kişi önüne gelen her hadise ile tecrübe edilir. Bu ihlaslı tutumu her hal ve şartta sürdürebilecek midir? Evet, altın mısın bakır mısın nev’inden bir eleme daim devam etmektedir. Bu yüzden çok dikkat ve itina gerekir.
Malumdur ki ihlasın temel taşlarından biri kendi vazifesini yapıp Allah’ın vazifesine karışmamaktır. Yani hizmetini yapmak ve tesirini ve neticesini Allah’ın vazifesi olduğunu bilmektir. Yoksa muvaffakiyet insanı gurura, tersi ise ye’se götürür. Kendi vazifemizi yapmış isek karşılığında dünyevi ve uhrevi bir talepte bulunmamak ve sırf Allah rızası için yapmış olmanın lezzetini yaşamak kafidir. Hizmetinin mukabilinde bir üret talep etmek ihlası kırar.
Hırs, kıskançlık, maddi veya manevi beklenti, rekabet gibi hasletler de ihlası kıran sebeplerdir. Eğer Nur talebesi ihlası muhafaza eder ise, meleklerin kendisini alkışlayacağı ve Hz. Ali Radiyallahü Anh ve Abdülkadir-i Geylani kuddise sırrehu gibi zatların ona her zaman destekçi ve yardımcı olacağı müjdesi de Bediüzzaman Hazretleri tarafından verilmiştir. Böyle bir destekten mahrum kalmak elbette bir yılanın ısırması veya bir akrebin sokmasından bin derece korkutucudur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.