Şahin DOĞAN
İhsan Fazlıoğlu ile ‘Kendini Bulmak’ üzerine
“Övgüye ve sövgüye değil, bilgiye ihtiyacımız var”
Adını çok duydum ama okumak yeni nasip oldu. Bir haftadan fazladır okumaya, daha doğrusu teemmül etmeye çalışıyorum “Kendini Bulmak” isimli eserini. Çendân ondan önce “Kendini Aramak” okunmalı ama sipariş henüz geçmedi elime. Geçmişte değişik vesilelerle İtibar dergisinde çıkmış olan yazıların bir araya getirilmesinden oluşuyor. Bütün iyi eserler gibi makalelerden oluşuyor. Kitap çok ağırbaşlı ve ciddi. Bir dâvâsı, bir meselesi var. Kavram analizleri, mefhûm tahlilleri, kelimelerin (lafızların) şecerelerine inmek ve zaman içerisinde geçirmiş oldukları semantik anlamları (anlam kayıplarını ve kazanımlarını) tespit etmek, alamet-i farikası üstadın.
Başlıkların her biri ayrı bir motto, ayrı bir aforizma: “Meta-fizik’e Durmak”, “Kebedin Bedeli”, “Siz Mahzun mu Olmak İstersiniz”, “Gözel Özün Göze Gelmesidir”, Beşerden İnsana Kişi-olmak”, “Kemale, İman ve Eman ile Ermek”, “Bilgi Aklın Kulluğudur,” Nedenin Yokluğu, Yokluğun Nedenidir”, “Anlam Arayışı, Arayışında Anlamıdır”, “İçtihad mı Tahkik mi”, “Türkleri Hâdım Etmek”, “İnsan Doğulmaz, İnsan Olunur”, “Yeri Yurt Yapmak”…
Câlib-i dikkattir, bilhassa kavram analizleri ve mottolu/aforizmalı deyişler bakımından Dücane Cündioğlu ile çok benzerlik arz ediyor. Kim kimden aldı, kim kimin tesirinde, kim talebe kim hoca, kestirmek zor. Yazıların tarihlerine bakılırsa Cündioğlu daha eski bir tarihi işaretliyor gibi. Ama durum bunun aksi de olabilir. Aslında böyle bir dedikoduya (kiyl-u kal) kapı aralamak manasız belki de. İki hakikat arayıcısı aynı zamanda birbirinden habersiz aynı hakikati keşfedip dile getirebilir. Bu gayet olağan, kültürel anlamda hiç kimse babasız (mazisiz) değildir çünkü. Cündioğlu’nu Fazlıoğlu’ndan büyük bir fâsıla ile ayıran, yani Cündioğlu’nu Cündioğlu yapan ahenkli ve revnak üslubu.
Evet üslup açısından ikisi arasında büyük farklar var. Fazlıoğlu’nda üslup çok daha akademik, ansiklopedik ve hantal. Akmıyor hemen. Derince düşünmeniz, birazcık yorulmanız ve çözümlemeniz gerekiyor. Dücane’de fazla olan sanat, dolayısıyla hissiyat. Fazlıoğlu kavramsal döngüye daha akademik ve daha ciddiyetle nüfûz ederken; Cündioğlu daha serbest, hissi ve de üslup hassasiyetiyle eğiliyor meseleye. Bir de Fazlıoğlu, okuru mâlumata da boğarak daha derine inmesini salık veriyor. Ama itiraf etmeli ki mottolar bir kelimeyle şahane. Kısaca, Fazlıoğlu ararken bulanlardan, Cündioğlu ararken kaybolanlardan. Arayan bulmak ister, kaybolan ise bulunmak…
Bir fikir eserini okumakla bir cebir kitabı okumak aynı şey. İkisi de çok yoruyor insanı. Durmak, duraklamak, çözümlemek, altını çizmek, teemmül, tefekkür, tedebbür etmek gerekiyor. Sadece manaları değil, o manalara giydirilen elfazları da. İlk okuyuşta mahremini açmıyor size. Sebat ve sadakat gerekiyor. Zekâ dikkat demektir, bir anlık akışı kaçırdınız mı her şey bozuluyor, geriye dönüp baştan başlamanız gerekiyor. Fazlıoğlu, geleneği mâkul ölçüler içerisinde müdafaa açısından bir parça Cündioğlu, bir parça Bedri Gencer, bir parça Yusuf Kaplan. Yoksa bunların üçü mü ondan birer parça? Gencer ve Kaplan’ın yer yer spesifik olan mezhep vurgusu ve ısrarı Fazlıoğlu’nda görülmez. Bu, hür-endiş bir düşünce adamı için büyük bir başarı.
Kitaptaki her yazı âlimâne, hâkimane ve ârifâne. Her biri onlarca kitaptan sağılmış bir hûlâsâ gibi. Ele aldığı mevzular çoğunlukla bilindik ve tanıdık ama bunları işleyiş tarzı (sunumu) yeni Fazlıoğlu’nun. Zaten öz, geleneğimizdeki bütün ustalarda aynı, bu özün söze dökülmesidir önemli olan. “Türkleri Hâdım Etmek” başlıklı yazıda şu cümleleri okuruz:
“…İslam bizi Türkleştirmiştir…Türk milleti için en önemli şey devlettir ki, deyiş yerindeyse Türk milletinin varlık koşuludur; bu nedenle bekâ-i devlet her şeyin önünde gelir; bizatihi milletin bile… Yani devlet, millet için bile feda edilmez, edilemez. Başka bir deyişle, devlet, Türk milletinin boy abdestidir; müminin boy abdestsiz gezememesi gibi, Türk milleti de devletsiz yaşayamaz. Bu nedenle siyaset Türk milletinin varlık duyuşudur…” (s.234)
Biliyorum, İsmet Özel geldi aklınıza hemen, normaldir çünkü bu satırlarda dile gelenler, İsmet Özel’in dilinden dökülenlerle aynı. Ama sadece bu satırlardan yola çıkarak ikisini de aynı görebilir miyiz? Asla! Bir yazarı ona haksızlık etmeden tam ve bütün olarak anlamak/anlatmak için eserlerinin hepsine derinlemesine eğilmek/kucaklamak ve belki de yıllar boyu onlarla hâlvet etmek gerekiyor. Hâlvetsiz yapılan her okuma nâkıstır. Tek bir eseri üzerinden umumi değerlendirmelerde bulunmak sıhhatsiz neticeler doğurabilir. Bu ince noktayı mahfuz tutarak şunları söyleyebiliriz.
Fazlıoğlu, son zamanlarda bir çöle dönüşen ilmi ve fikri coğrafyamızda çalışkan, gayretli ve ufku açık biri. En büyük gayesi: Bize, bizi hatırlatmak, kendi öz kavramlarımızla düşünmeyi öğretmek, düşünmenin hakkını vermek, Osmanlı dönemi ilmi ve felsefi çalışmaları ön plana çıkarmak, bâhusus Seyyid Hüseyin Nasr ve Cabiri’nin farklı coğrafyalarda yapmaya çalıştığı “Gâzzâli sonrası felsefe durağanlaşmamıştır, sadece Türk bölgesinde durmuştur” benzeri tezlerine karşın Selçuklularda da, Osmanlılarda da ciddi felsefi çalışmaların olduğunu (ilgili el yazmalarını okumakla) gün yüzüne çıkarmak…
El-hak aşırı Türklük vurgusu -hangi anlamda olursa olsun- biraz muğlak ve bazı çevreleri rahatsız edici lâkin bahsi geçen el yazmaların düşünce hayatımıza kazandırılması ve bunun ciddi bir mâkulata ve nazariyata dönüştürülmesi hususunda tâlib-i ilim herkesin rahle-i tedrisine çiz çökerek istifade etmesi gereken kıymetli bir mütefekkir İhsan Fazlıoğlu.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.