Dr. Selçuk ESKİÇUBUK
II.Dünya Savaşında Bediüzzaman
Üzerinde yaşadığımız şu Dünya, iki büyük dünya savaşına meydan oldu. Her ikisinin kendine göre sebepleri vardı ve neticeleri oldu. Bunların içinde 2.Dünya savaşı, insanlık tarihindeki en kanlı savaştır. 100 milyondan fazla askeri personel görev alırken, savaş boyunca 60 milyona yakın her yaştan ve cinsten insanlar hayatını kaybetmiştir.
Bu savaş 1939 yılında başlamış ve 1945 yılında son bulmuştur. İkinci Dünya Savaşı şeklen Almanya’nın Polonya’ya harp ilan etmesiyle başlamış kabul edilse de fiiliyatta 9-10 Kasım 1938 gecesi Nazilerin Yahudi evleri, iş yerleri ve Sinagoglarına yapmış oldukları kanlı ve ölümcül saldırılarla başlamıştır. Devletler kendi menfaatleri doğrultusunda savaşa katılmışlar, bir kanadında “İngiltere, ABD, Rusya ve Fransa“ gibi devletler “müttefik devletler”, adıyla karşı kanatta ise ”Almanya, İtalya ve Japonya” gibi devletler de “mihver devletler” olarak yer almışlardır.
Savaş, 1945 yılında müttefik devletlerin Almanya ve Japonya'ya karşı kesin zaferiyle sonuçlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı dünyanın politik düzenini ve sosyal yapısını derinden etkilemiş ve Savaş sonrası hiç öngörülmeyen bir şekilde ABD ve Rusya gibi iki süpergüç doğurmuştur. Bu iki devletin arasında 46 yıl sürecek olan soğuksavaş da böylece başlamış oldu. Diğer dünya devletleri de bu dönemde ABD yanlısı veya Rusya yanlısı olarak siyasi konjonktürde yerlerini aldılar.
Türkiye bu savaşa girmemek için çok ayak diredi. Her iki tarafın baskılarına rağmen Türkiye denge politikası güttü ve savaşa girmedi. Ancak Şubat 1945′te Yalta Konferansı′nda bir araya gelen Müttefik liderler yeni kurulacak Birleşmiş Milletlere yalnızca 1 Mart 1945′e kadar Almanya′ya savaş açmış ülkelerin katılmasıyla ilgili bir karar aldı. Türkiye savaşın sonlarına doğru 23 Şubat 1945 tarihinde Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmiş ve bu sayede San Francisco Konferansı’na davet edilerek Birleşmiş Milletlerin kurucu üyeleri arasında yer almıştır. Ancak Almanya’nın yenilgisi kesinleşmiş olduğundan fiilen savaşa dahil olmadı.
Bediüzzaman 1. Dünya savaşına talebeleriyle katılıp Rusya’da esir düşmüştür. Ama o, 2. Dünya savaşı çıktığı 1939 yılında Kastamonu’da sürgün hayatında, tek parti devletinin baskısı altında yaşamaktadır. İnönü Cumhurbaşkanı’dır.1939-1942 yılları arasında Başbakan, Refik Saydam, 1942-1946 yılları arasında ise Şükrü Saracoğlu’dur.
Bediüzzaman tek parti hükümetin ağır baskısı altında yaşamasına, onların iç politikadaki din karşıtı uygulamalarına muhalif olmasına rağmen, mesele Türkiye’nin geleceği olunca, hükümetin 2.Dünya savaşına girmeme konusundaki dış politikasına itiraz etmemiştir. Dünya savaşı gibi bir tehlike kapıya dayanmışken bile o, en büyük tehlikenin fen ve felsefeden gelen dalalet olduğunu ve bozulan kalpler ile zedelenen imanın kurtarılmasının savaşa katılmaktan daha önemli olduğuna inanmaktadır.
1.Dünya savaşına katılan Bediüzzaman, gerektiğinde düşmanla maddi cihadın yine yapılacağını, ama şu zamanda bu görevin ona düşmediğini söyler. Ve iki eli değil yüz eli de olsa siyaset topuzu yerine, iman hakikatleri gibi nurların, muhtaçlara iletilmesi görevinin yerine getirilmesinin daha önemli olduğunu şöyle anlatır:
*Beni tazyik eden ehl-i dünyanın lehinde olarak bir fikirde bulundum. Bazı zatlar hayret içinde hayrette kaldılar. Dediler ki: "Sana işkence eden bu mübtedi' ve kısmen münafık baştaki insanların takip ettikleri siyaseti nasıl görüyorsun ki ilişmiyorsun?" Verdiğim cevabın muhtasarı şudur ki:
Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır, nifaka inkılâp eder. Hem nur, hem topuz-ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için, bütün kuvvetimle nura sarılmaya mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor.
Amma maddî cihadın muktezası ise, o vazife şimdilik bizde değildir. Evet, ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok. (LEMALAR, 16.Lema)
28 Ekim 1940 tarihinde İtalya’nın Yunanistan’a saldırması Türkiye’yi ciddi anlamda endişelendirmiştir. Türk ordusu ağırlık merkezini bu bölgeye kaydırmış ve Türkiye’nin tehdit algılaması bir anlamda değişmiştir. Ağırlık doğu sınırlarından batıya çevrilmiştir.
Savaşta Yunanistan’a yardım, Türkiye'ye sığınan mültecilerin bakımı, ordunun silâhaltında tutulması, dış ticaretin ciddi zarar görmesi sebebiyle ülkede yokluk ve pahalılık yaşanmıştır. Memurlar bu yokluğu daha az hissederken halk çok ağır yaşamıştır.
Savaşın gidişatı boyunca tarafların Türkiye’yi savaşa sokma gayretleri itina ile devam etmiştir.1943 yılında İngiltere′nin savaşı daha çabuk sona erdirmek için Türkiye′yi savaşa sokma çabalarına hız verdiği görülmüştür. İngiltere Başbakanı W. Churchill 30 Ocak 1943′te Adana′ya gelerek İsmet İnönü ve Başbakan ile görüştü. Türkiye′nin en geç 1943 yılı sonunda savaşa katılmasını istedi ancak ikna edememiştir.
Bediüzzaman, Türkiye’nin bu savaşa girmesine karşıdır ve barış yoluyla sorunun çözülmesinden yanadır. Eğer savaşa girilse geçmişte olduğu gibi hükümet yine İslamiyete, dine, imana sarılacak, vatanın kurtarılması, dinin muhafazası için savaşa davet edecektir. Bu vesileyle de ülkede 1932 yılından itibaren dinde reform adına yaygınlaşmış olan bidaların kalkmasına(Türkçe-ezan,-sala,-tekbir ve -Kur’an gibi), din üzerinde hükümetin uyguladığı baskıların azalmasına neden olabilecektir. Fakat Bediüzzaman, kendisinin ve talebelerinin çektiği eziyetlerden kurtulacağına ve savaşa girince bu gibi yasakların kalkması gibi muhtemel faydalara rağmen, savaşa yine de karşıdır. Çünkü o düşman kılıcıyla bu ülkede kazanılacak haklara karşıdır. Çünkü İslamın getirdiği şeylere gerçekte inanmayanlar, bu savaş nedeniyle dinden istifade etme adına münafık olurlar. Bu konudaki fikirlerini de açıkça şöyle söylemektedir:
*Bu yakında İngiliz ve İtalya gibi ecnebîlerin bu hükümete ilişmesiyle, eskiden beri bu vatandaki hükümetin hakikî nokta-i istinadı ve kuvve-i mâneviyesinin membaı olan hamiyet-i İslâmiyeyi tehyiç etmekle şeâir-i İslâmiyenin bir derece ihyâsına ve bid'aların bir derece def'ine medar olacağı halde, neden şiddetle harp aleyhinde çıktın ve bu meselenin âsâyişle halledilmesini dua ettin ve şiddetli bir surette mübtedi'lerin hükümetleri lehinde taraftar çıktın? Bu ise, dolayısıyla bid'alara tarafgirliktir.
Elcevap: Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz-fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil. Zaten o mütemerrid ecnebîlerdir ki, münafıkları ehl-i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler. (LEMALAR, 16.Lema)
Bediüzzaman, bu harbi ülkenin başına gelecek bir felaket olarak görür. Ülkemizdeki Kuran hizmetine zarar vereceğini düşünür. Çünkü bütün talebeleri askere alınacak ve bu kutsal görevi bırakıp askere gitmeye mecbur olacaklardır. Parası olsa böyle bir askerlik görevinden talebelerini muaf tutmak için o gün için çok fazla bir miktar olan bin lirayı bile ödemeye razıdır. Onlar savaşta belki gazi belki şehit olacaktır. Cihada katılarak Kuran’ın nurlu ve kutsal hizmetinden geri kalacaklarından savaşa karşıdır.
2. Dünya savaşı dönemi, Risale-i Nur adını verdiği iman esaslarının izahı üzerine yazılan tefsirin büyük oranda yazımının tamamlandığı ama Kuran harfleriyle yazılması, çoğaltılmasının devam ettiği dönemdir. Ve onların geleceğe emanet bırakılması, dinde reform yapmaya kalkışanlara karşı asırlardan beri kullanılan dilin ve dinin korunması dönemleridir. Bediüzzaman’ın bu dönemde talebelerine çok ihtiyacı vardır ve bu savaş nedeniyle onlardan uzak kalmak ve kaybetmek istememektedir.
Bugün elliden fazla dile çevrilmiş, bütün dünyaya yayılmış olan Nur Risalelerinin sahiplenilmesinin avam halktan başlayarak mekteplilere, Üniversitelilere ve akademik personele ve başka ülkelere kadar uzanması, her renkten her ırktan ve dilden milyonlarca talebelerinin bulunuşu, her ülkede aynı eserlerin okunduğu Nur dersanelerinin açılması, onun ne kadar da haklı olduğunu göstermektedir.
*Hem harp belâsı ise, hizmet-i Kur'âniyemize mühim bir zarardır. Bizim en fedakâr ve en kıymettar kardeşlerimizin ekserisi kırk beşten aşağı olduğundan, harp vasıtasıyla vazife-i kudsiye-i Kur'âniyeyi bırakıp askere gitmeye mecbur olacaktılar. Benim param olsa, hüsn-ü rızamla, böyle kıymettar kardeşlerimin herbirisini askerlikten kurtarmak için, bedel-i nakdiye bin lira kadar da olsa verirdim. Böyle yüzer kıymettar kardeşlerimizin hizmet-i Kur'âniye-i Nuriyeyi bırakıp maddî cihad topuzuna el atmakta, yüz bin lira kendi zararımızı hissediyordum. Hattâ Zekâi'nin bu iki sene askerliği, belki bin lira kadar mânevî faydasını kaybettirdi. (LEMALAR, 16.Lema)
Böyle nazik bir davanın devamlı ilerleme kaydetmesi, kalpleri, ruhları kendine bağlaması için "Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz, yöneticiler düşünsün diyerek" eserlerini yazmış, bu uğurda bedeller ödemek gerekince de Bediüzzaman ve onun talebeleri, diğer İslam alimleri gibi bedel ödemekten asla kaçınmamışlardır. Allah onların hepsinden razı olsun, amin…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.