Afife ARTIK
İkinci Şuayı Anlamak- 28
İkinci Şuaya giden yolda Otuzuncu Lem’a içinde ilerlemeye devam ediyoruz. İsm-i Ferd’in Dördüncü İşaretinin İkinci Noktasına gelmişiz.
Bu İkinci Noktada eşyanın îcadı iki tarz ile olduğu izah ediliyor. Birisi hiçten ve yoktan îcad demek olan ‘ibda’ ve ihtira’dır, birisi de mevcud unsurlardan ve şeylerden toplamak şeklinde vücud vermek olan ‘inşa ve terkib’dir.
“şey” demek yaratılmış olan demektir. Her ne ki vücudda vardır yani îcad edilmiştir biz ona “şey” diyoruz. Günlük kullandığımız dilde söyleyecek kelimeyi bulamadığımızda bu kelimeyi kullanıyor olmamız yazıktır ki bu kelimeyi zihnimizde bir boşluğu ifade eden kelime olarak anlamsızlığa hapsetmişir. Risale-i Nur ise kelimelerin anlamı ile bizi buluşturuyor. Bizi, Kur’an terminolojisinde o kelimenin ifade ettiği derin mana bütünlüğüne kavuşturuyor.
İçi hayli boşaltılmış olan günlük dilimizde boşluk ve anlamı ifade edecek kelimeyi bulamamışlık ifadesi olan “şey”, Kur’an dilinde hakiki bir “var”ı ifade ediyor. Halık-ı kainatın ilim irade ve kudreti ile ademden vücuda çıkarttığıdır “şey”. Çoğulu ise “eşya”dır.
Eşyanın yaratılış serüveni, Allah’ın ilim sıfatının yokluk üzerine tecellisi ile başlıyor. Neden Allah’ın “vücud” sıfatı yokluğa tecelli etmekle değil de “ilim” sıfatı tecelli etmekle bu serüven başlıyor?
Bunun makul izahı şu olsa gerektir ki; “vücud” sıfatı selbî bir sıfattır. Yani; o var iken hiçbir şey yoktur ve olamaz. Vücud sıfatı; mukabilinde her ne ki var, onu selb eder, ortadan kaldırır. Allah, öyle bir vardır ki o var iken ve biz onu “vücud” sıfatı ile düşündüğümüzde hiç bir şeyin haddi değildir ki vücuddadır diyebilelim. O’nun varlığı karşısında hiçbir şey var olmaya takat getiremez.[i]
Bununla beraber şu da var ki; Allah’ın isim ve sıfatlarını birbirinden bir evin odaları gibi ayrı düşünemiyoruz. Bütün isim ve sıfatlar nur ve nuranî olduklarından birbiri içinde düşünülmesi vâkidir ve haktır. Fakat her isim ve sıfatında ayrı ayrı hükümleri olduğu da haktır. Birbirlerine hem aynı hem gayrdırlar yani.
Eşyanın yaratılmasında evvela[ii] ilim sıfatı tecelli ettiğinden, göz ile görünen vücudundan evvel her şey için ilmî bir kalıp vardır. Rabb-i Rahîmin emirlerine mukabil duran ve her an emre hazır bekleyen zerreler Ferdiyetten gelen gayet kolaylık ile bu kalıba uygun hali kolaylıkla alıverirler. İnşa ve terkip dediğimiz yaratma yani îcad bu şekilde gerçekleşir. Ferd ismi Vahid ve Ehad isimlerini tazammun ettiğinden Ferdiyetten gelen kolaylık Vahidiyyet ve Ehadiyyetten gelen kolaylıktır aynı zamanda. Her şeyi elinde tutan ve bir şey kadar kolay idare eden ve bir şeyi her şey kadar kıymetli ve sanatlı yapan Zat, ilm-i ezelisi ile taktir ettiği, kaderini tayin ettiği şey’i teşkil için emrine hazır bekleyen zerreleri sevk ve idare eder ve o zerreler de şevk ile vazifeperverlik ile emre imtisal ederler. Bu imtisali de o şeyin müekkel meleği temaşa ederek Rabbini hamd ile tesbih eder. Daha doğru bir ifade ile; mülk ve melekutun Rabbi olan Allah, bu harika sanatı seyredip taktir edecek ve istihsan edecek bir meleği de beraberinde yaratır. İnşa ve terkib suretinde yaratma bu şekilde cereyan eder. Kainat kuruldu kurulalı Allah’ın iradesi ile bu böyle gelmiş ve kıyamete kadar da kudretin faaliyeti böyle olacak. Çünkü Allah’ın âdetinde bir değişme göremeyiz ve yoktur.
İbda ve ihtirada ise, mevcud zerrelerin bir şeyin vücudunu teşkil etmeye koşmalarından ziyade hiçten ve yoktan o vücudun zerrelerinin icadı vardır. Esasen her yaratma yeniden yeniye bir yaratmadır. Mesela bizim bir yaşımızdaki halimiz ile iki yaşımızdaki halimiz iki ayrı yaratılmış gibidir. Hatta her anımız yeni bir yaratmanın muhatabıdır. An ve an her şey ama her şey yeniden yeniye yaratılmaktadır. Rabbimizin hadsiz lütuflarından bir lütfu olan “insicam” sebebi iledir ki biz bunu devamlılık olarak algılarız. Her an yeniden yaratılmamıza rağmen her aynaya baktığımızda aynı tanıdık yüzü görürüz. Ruh katiyyen baki olduğundan ruh aynı ise o ruha hizmet eden zerreler de o ruha münasib halde yaratılırlar.
Mesela: bir gülün gonca hali ile iyice açılmış hali iki ayrı yaratmadır aslında; tıpkı her anı da ayrı bir yaratma olması gibi. Fakat o gülün beka alemi ile irtibatının ilancısı olan müekkel meleğinin tesbihinin tekliği iledir ki biz “gül açmış” deriz de “Allah yeni bir gül yaratmış” demeyiz. Goncanın devamı olarak kabul ederiz gülü.
Bu hal de Cenab-ı Hakkın Rahmetinde ve Hikmetindendir. Dilese idi Cennetteki gibi sebebsiz de yaratabilirdi. Dünya hikmet diyarı olduğundan önce goncayı veriyor sonra gülü. Yoksa mesela yolda yürür iken bir anda hiç vücudunun emaresi olmayan bir şey bir anda önümüzde peyda oluverirdi de şaşar kalırdık ve “her an her şey olabilir” ve ‘biz önceden ne olacağını bilemeyiz’ gibi bir kaos yaşardık. Bir annenin gerekli zemin hazırlanmadan ve duygusal ve fiziksel hazırlık olmaksızın bir anda kucağında bir yavruyu buluvermesi ne garip olurdu değil mi?
İntizam, tekamül, tedriç kanunları dünyada hüküm sürmektedir. Esasen mana aleminde birden oluverme halini yaşıyoruz. Hiç yok iken ve sebeblerini de biz fark etmeden bir fikir, bir his, bir duygu bizi sarıverir de şaşakalırız. Eğer maddi şeyler de bu gibi yaratılsa idi tam bir korku ve panik içinde kalıverirdik.
Aslında niyet ve nazarın eşyanın mahiyetini değiştirmesi de sanki birden yaşanan bir haldir. Ağlayan adam aynı kainatı ağlar görür iken gülen adamın yine aynı kainatı güler görmesi bunun delillerindendir. İçinde bulunduğu zahiren zor ve ezici halleri Rabbinin ikram ve iltifatı olarak gören için şartların ağırlığı ile beraber yaşanan ferahlık da bunun delilidir. Risale-i Nur’da bunun misalleri çoktur. Of of dan kurtulup oh oh demek sadece bakış açısını değiştirmek ile alakalıdır. Zindanlarda iken “Kardeşlerim beni merak etmeyin, Rahmetin iltifatı devamdadır” diyen Bediüzzaman, bize harika bir bakış açısı farkı misalini vermektedir. Yine harap olan medresesi ve şehit talebelerini düşünmenin derin hüznünü bir çiçeğin teselli etmesi ve ene fenerini kırmakla zulümatın nura inkılabı da bunun misallerinden sadece bir kaçıdır.
Netice olarak; nihayetsiz ilim irade ve kudret sahibi olan Halık-ı Kainat Ferd olduğundan her türlü yaratma ona gayet rahattır ve bir andadır. Hiçbir karışıklığa mahal olmaksızın işte gözümüzün önünde biz ve her bir şey sürekli yaratılmaktadır ve biz bu yaratmayı hakkıyla tefekkür edebilsek bir camekanın ardından Cenneti seyretme ferahlığını yakalayabiliriz. Zaman zaman soğuk kışlar yaşasak da sıcacık bir Rahmetin kucağında olmak ümidi bizi diri tutar. İmanımızın kuvvetine göre kış içinde bile o Rahmetin kucağında olduğumuzu derk edebiliriz. Bir kere nazarımızı Rahmete dikmeye odaklanınca zahmetler Rahmetlere inkılab eder bi iznillah. Rahmetin frekansında kalmak duası ile…
[i] Vahdet-ül Vücud mesleğinde gidenler vücud sıfatı ve “mevcud” gibi isimler üzerinden Allah’ı tefekkür ettiklerinden “la mevcude illa hu” diyerek kendi mesleklerinin tefekkürüne münasib bir ifade kullanmışlardır.
[ii] Bizim tefekkürümüz noktasında “evvela” diyoruz yoksa Allah için eşyanın evveli ve ahiri ve aradaki tüm serencam bir an-ı seyyalededir. Başı sonundan önce değildir. Öyle bir manzar-ı âlâdan nazar eder ki eşyanın öncesi ile sonrası birden nazarındadır. Kader Risalesi bu meseleyi tam izah etmiş.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.