İkinci Şuayı anlamak-7

Gelin hayal edelim; yemek pişireceğiz ve tencereye koymak üzere olduğumuz bir parça et nutka geliyor ve konuşmaya başlıyor… ne hissederdik? Ne düşünürdük?

Acaba ağzımızdaki bir parça et vasıtasıyla konuşuyor olmak bu kadar acib bir durum değil mi? Normal mi yani bir parça etle konuşuyor olmak? Bir parça etle işitiyor olmak. Bir parça etle görüyor olmak. Madde temelinde bakacak olursak hepsinin aynı maddelerden teşekkül ettiğini görüyoruz: karbon, azot, oksijen ve hidrojen. Maddesi bir olan şeylerin ayrı ayrı işler görüyor olması garip değil mi?

Göz ile görmek arasında, kulak ile işitmek arasında, dil ile konuşmak arasında ne kadar fark var değil mi? İkisi arasında hadsiz bir mesafe olduğunu ve bu hadsiz mesafenin de Esma-i İlahiyye’nin matlaı (doğuş yeri) olduğunu Yirmi Beşinci Söz’den öğreniyoruz. Sebeb (mesela göz) ile müsebbeb (mesela görmek) arasında nihayetsiz bir mesafe var ve bu mesafede Esma-i İlahiyye (mesela Basîr ismi) tulu ediyor.

Öyle ise kendi mahiyetimizi okumak, Esma’yı talim etmek manasına geliyor. Görüyor olmamız Basîr ismi ve Basar sıfatını, işitiyor olmamız Semi’ İsmini ve Semi’ sıfatını, konuşuyor olmamız Mütekellim ismini ve Kelam sıfatını okutturuyor ve hakeza...

Bu okumayı yapabilmek, hiç şüphesiz kendimize manay-ı harfî ile bakmayı gerektiriyor. Yani: “ Ben bana ait değilim, başkasının manasını okutturuyorum, başkasına işaret ediyorum.” Sanırım ilmin başlangıç noktası da burası olsa gerek çünkü ilimlerin başı olan marifetullah bu noktadan sonra başlıyor. Kendimizin kendimize ait olmadığımızı idrak ettiğimiz nokta. Bizi Allah namına başlayıp Allah namına işleyecek kaliteye ulaştıracak başlangıç noktası. Hayatımızı Allah’a ait bir kelime olarak okuyabileceğimiz nokta. Dört kelime ve dört kelamın makes bulacağı nokta. (Mesnev-i Nuriye, Katre Risalesi’nin başında izahı olan dört kelime ve dört kelam)

Allah her şeyi bir noktanın içinde dercetmiş sanki. Umum ağaçların programlarını bir çekirdek noktasında, umum hayvanatın programını bir katre suda, umum kainatı; kainat içinde bir nokta gibi olan insanın içinde…

Allah’ı bize anlatacak bir kitap olarak kainatı okumak, kendimizin de Allah’ı anlatan bir kelime olduğumuzu kabul etmekle mümkün oluyor. Ama öyle bir kelime ki İsm-İ Hakem’den gelen bir tecelli-i azam ile umum kitabın manası içinde dercedilmiş bir kelime, hatta umum kitabın bir fihristesini içinde taşıyan bir nokta…

(Kainatı tarif eden külli bürhanlardan biri olan ve bir tek Nokta Risalesi’nde zikredilen ‘vicdan’ acaba neden sair risalelerde zikredilmemiş? Vicdan-ı umumî yaralı olması sebebiyle vicdanlarımız manevî vücudumuza marifet-i Sani’i pompalayamaz mı olmuş yoksa? Bu da sedece nokta kelimesinden bir intikal ile buraya girdi.)

Madem nokta bu kadar önemli, Bediüzzaman Hazretlerinin ‘nokta’ başlığı altında anlattığı meseleler de bu açıdan bir önem arz ediyor olmalı. Yani ‘nokta’ları, nüktelerden ve remizlerden ayırd edici bir nokta olmalı. Elbette bunu anlamak için ‘nokta’ başlığı altındaki meselelerin tümünün nükteler ve remizlerle karşılaştırmalı okunması gerek.

Kur’an Besmelede ve Besmele be harfinin altındaki noktada mündemiç olması ve koca kainatın insanda mindemiç olması, koca çam ağacının tırnak kadar çekirdeğinde mündemiç olması Allah’ın muazzam san’atını, hikmetini, Vahdet ve Ehadiyyetini gösteriyor.

Belki önceki asırlarda yaşayan insanlar zikirle kolaylıkla tüm kainatı birden görebilecek bir mertebeye çıkabiliyorlardı ve kainatın mecmuunu görerek Allah’ın sanatına Vahidiyet tecellileri ile muhatap olabiliyorlardı. Ama cüzlerde boğulan ve cüzlerle mübaşeret mecburiyetinde kalan bu asrın insanları olarak biz ancak Allah-u Ehad İsm-i Azamı ile yani her bir cüzde külle ait manayı görebilmek ile Allah’a muhatap olabiliriz, ki asrın imamı İkinci Şua için “bu risaleyi anlayarak okuyan imanını kurtarır inşallah” demiş. Bunu şöyle anlıyorum ki; madem sen ala külli hal parçalarla, cüzlerle iştigal edeceksin ve her daim nazarını külli olana çeviremeyeceksin öyle ise her bir cüzde, yani her bir fertte nev’e ait manayı görmekle Allah’ın kainattaki tasarrufatının tekliğine nazarını çevir. Yani her bir şeyde O’na giden yolu bul. İşte sana yol haritası.

Evet, İkinci Şua bize bir yöntem öğretiyor. Ferdden nev’e geçmeyi ve nev üzerindeki tecelliler ile fiile bakmayı, oradan da isme ve müsemmaya bakmayı öğretiyor. Bununla da kalmayıp sıfatlara baktırıyor. Bir tek ferdden; işitici, bilici, görücü bir Zât’ın varlığına intikal ettiriyor.

Bu yoldan gidebilmek için evvela kendimize manayı harfî ile bakabilmemiz gerekiyor ki; yaratılmışlardan yaratana giden yolu keşfedebilelim. Şüphesiz bunun yolu da ‘ene’den geçiyor. “Allah, ben’i bana kendisini tanıttırmak için verdi. Ben olayım diye değildir” bilincine ulaşabilmek.

Madem biz Allah’ı Allah’ın bize verdikleri ile tanıyacağız öyle ise bize verilenleri gasb edip temellük etmememiz gerek. Bize verilmiş olanların verilişini görmek ve bize ait olmadıklarını kabul etmek ile ancak ne işe yaradıklarını anlayabiliriz.

Hayatımız ve hissiyatımızı bize ait zannedersek taşıyamayacağımız bir yük altına girip, hissiyatımızla boğuşup durmaktan öteye geçemeyeceğimiz malum; ama aynı hissiyata şu mana ile baksak: “Hayatta hissiyat suretinde kaynayan memzuc nakışlar, pek çok Esma ve şuunât-ı zatiyeye işaret eder, gayet parlak bir surette Hayy-ı Kayyumun şuunat-ı zatiyesine ayinedarlık eder.” (Otuz Üçüncü Söz, Otuz Birinci Pencere’den) Bu noktadan bakınca hayatımız ve içindekiler ve dahi hissiyatımız Allah’ın isimlerini ve şuunatını bize anlatan kelimeler oluyor. Yani içlerinde boğulmuyoruz onları okuyup anlamlandırıyoruz. Allah’ı ne cihetle bize anlattıklarına bakıyoruz. Özünü alıp kışrı ile alakadar olmuyoruz.

Pencerelerden seyredip içlerine girmemek, hayatımızı ve içindekileri sahiplenmekten vaz geçmek, umulur ki hem kendimizi doğru tanımak ve anlamlandırmak, korku ve telaşlarımızdan kurtulmak ve en önemlisi Rabbimizi, Halıkımızı tanımak yolunda bizi ilerletecektir inşallah.

Kur’anı, kendimizi ve kainatı bütünlük içinde okuyabilmek ve bu okumayı Efendimiz Aleyihssalatü Vesselamın rehberliğinde yapabilmek duasıyla… 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.