Alaaddin BAŞAR

Alaaddin BAŞAR

İlim mi hurafe mi?

Nur Küliyatında geçen şu cümlede çok ince bir hikmet ve rahmet tablosu sergileniyor:

“Toprağın, kudret-i Rabbâniye ile nebâtâta analık edip yetiştirdiği gibi, kudret-i İlâhiye ile taş dahi toprağa dâyelik edip yetiştiriyor.”

Bu cümleyi okuduğumda, bir anda Otuz Üçüncü Söz’deki, “Mayi haline gelen bir madde-i seyyaleden, taş ve taştan toprak halkedilmiş” cümlesi aklıma geldi. Bu iki harika cümle ile hayalimde şöyle bir tablo canlandı:…

Bir anne… Kucağında çocuğunu emziriyor.

O çocuğun kucağında bir başka çocuk, o da onu emziriyor.

İkinci çocuğun kucağında da bir üçüncüsü, o da ona annelik yapıyor.

Her safhada bir başka yaratma fiili gerçekleşiyor ve ayrı bir kudret ve rahmet mucizesi sergileniyor.

Her gram toprak milyonlarca bakteriye analık yapıyor. Bu çocuklar el ele veriyor ve birlikte çalışıyorlar. Bu samimi yardımlaşmada onlara gaybî bir yardım geliyor: Su.

O gaybî imdat ile deniz buhar haline, buhar yağmur haline getiriliyor. Ve karşımıza yeni bir anne çıkıyor: Bulut.

Yağmurun yağması hakkında Üstat Hazretlerinin kullandığı çok harika bir teşbih var: Damlaları sağmak.

Demek ki yağmur damlaları da süt gibi… Toprağın imdadına koşuyor.

Toprak taştan doğuyor, yağmur ise buluttan… Böylece iki annenin yavruları birleşiyorlar… Bu birleşme ile o nemli topraktan nice yavrular doğuyor.

Bu yavrulardan birisi bir meyve ağacı… Ondan da başka yavrular yaratılıyor… Ağaç, topraktan emdiği suyu yavrularına içiriyor…

Ve güneş, torunlarının torunları olan o güzelim meyveleri, o renk renk çiçekleri zevkle seyrediyor.

Bir zamanlar Güneş’ten bir yavru kopmuştu… Henüz ismi konulmamıştı… Yavrusu yüz elli milyon kilometre ötelere gitmişti. Annesinden uzak kalınca üşümeye başladı… O soğuyan yavru farklı safhalardan geçti… Milyonlarca sene ile ifade edilen, bu terakki yolculuğunun her safhası bir anne gibi, bir sonraki safhayı doğuruyor ve onu besleniyordu… Ve sonunda Güneş’in iki ayrı cins torunu ortaya çıktı: Deniz ve kara…

Çok uzun bir süre sonra denizin de milyonlarla çeşit yavruları oldu… Hepsine birden, cins ismi olarak, balık dediler… Karanın yavruları da milyonu aşkın türdeki bitkiler olarak boy gösterdiler.

“Yaratılış Tarihi”ne göz atarak biraz daha gerilere gidelim: Kâinat altı devrede yaratılmış da bu hali almış… Her tarafı kaplayan buharımsı bir maddeden güneş sistemi doğmuş. Altıncı devrenin sonunda kâinat ağacı meyvelerini vermeye, arz ve sema evlatlarını sergilemeye başlamışlar.

Üstat Hazretleri arz ve semanın izdivacından söz eder… Bu izdivaçla yaratılan canlılar da erkek ve dişi olmak üzere ikiye ayrılırlar, onların izdivacıyla da yeni canlılar dünyaya gönderilirler… Bunlardan sadece birisi insan nevi…

Bir insanın da ana rahminde geçirdiği safhaların her biri bir sonrakine annelik yapar…

***

Fizikî ilimlerin hepsi Allah’ın Hakîm isminin eşyadaki tecellilerini konu almakla büyük birer marifet ve tefekkür dersi verirken, bu ruhtan uzak kalındığında “faydalı ilim” olmaktan çıkarlar. Hurafe yollu anlatımlar sergilenir, yahut bütün bu harikaların tabiî olarak kendiliğinden meydana geldiği iddia edilerek materyalizme ve tabiatperestliğe kapı açılır.

Örnek olarak, yukarıda kısaca değindiğimiz ve ders kitaplarında hurafevarî bir şekilde anlatılan bir hadiseyi hatırlamakla yetinelim:

Güneş’ten bir parça kopuyor. Sonra yüz elli milyon kilometre kadar Güneş’ten uzaklaşıyor. Bu noktada nedense uzaklaşmaktan vaz geçiyor ve Güneş etrafında dönmeye başlıyor. Bir süre sonra o ateş parçası tam zıt bir tabiata bürünüyor; denizlere, okyanuslara dönüşüyor. Bir kısmı da kara oluyor. Denizlerinde balıklar yüzmeye, ormanlarında ceylanlar koşuşmaya, ovalarında karıncalar kaynaşmaya başlıyor. Böylece milyonlarca canlı türü, dünün ateşinde bugün mekân tutmuş oluyor. Bir o kadar da farklı bitki türü boy gösteriyorlar.

Kısacası, dünün o ateş parçası ileride misafir edeceği canlıları nazara alarak kendini onlara göre hazırlıyor; gece ve gündüz olsun diye kendi etrafında dönüyor, bu dönüşünü mevsimler teşekkül etsin diye yirmi üç derece eğimle gerçekleştiriyor.

Ateş deniz oluyor, ateş kara oluyor, ateş taş oluyor, toprak oluyor, ateş nehir oluyor, göl oluyor…

Bilim adamları güneşin hidrojenden ibaret olduğunu söylüyorlar. Ona bir şey demiyoruz; ancak şunu da sormadan edemiyoruz. Hidrojen gazından bugün yeryüzünde mevcut demir, nikel, bakır ve sair elementler nasıl meydana geldiler. Bunlar Güneş’te olmadığına göre yeryüzüne hangi ülkeden göç ettiler?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum