Mustafa ORAL
İlim Yolcusu Bediüzzaman
Bediüzzaman’ın Entelektüel Hayatı- 4
Molla Said, Doğu’daki birçok ilim merkezine giderek, o dönemin medrese âlimleri arasında gelenek hâline gelen ilmî münazaralara katılır. Keskin zekâsı ve güçlü hafızasının yardımıyla katıldığı bütün münazaralardan başarıyla çıkar. Doğudaki meşhur alimlere rüştünü fiilen ispatlayan Said’in genç yaşta ulaştığı ilmi seviye herkesin dikkatini çeker. Anlaşılması en zor konuları kısa sürede kavraması, kitapları bir kere okumakla ezberine alabilmesi gibi özellikleri sebebiyle, zamanın âlimleri tarafından kendisine “Bediüzzaman (zamanın eşsizi)” unvanı verilir.
Bediüzzaman Bitlis’te
Siirt’ten ayrılan Bediüzzaman tekrar Bitlis’e gelir. Bitlis’te bazı şeyh hanedanlarının, âlimlerin ve talebelerin arasında geçimsizlik olduğunu işitir. Duruma müdahale eder. Fesadı netice veren sözlerin, bilhassa gıybetin İslâmiyete yakışmadığını belirtir. Bunun üzerine Bediüzzaman’ı, Şeyh Emin Efendi’ye şikayet ederler. Şeyh Emin Efendi durumu yumuşatmaya çalışır:
-Henüz çocuk olduğundan, kabil-i hitap değildir, der.
Bu sözler Bediüzzaman’ı çok sarsar. Şeyh Emin Efendinin huzuruna çıkarak elini öper:
-Efendim, beni imtihan ediniz; kabil-i hitap olduğumu ispat etmek isterim, der.
Şeyh Emin Efendi değişik ilimlerden oluşan on altı soru tertip eder. Bediüzzaman, sorulara mükemmel şekilde cevap verdikten sonra, Kureyş Câmiine gider, ahaliye vaaz ve nasihat etmeye başlar. Haberi alan Bitlis halkının bir kısmı Bediüzzaman, bir kısmı da Şeyh Emin Efendi safına geçer. Olayların endişe verici boyutlara ulaştığını düşünen Vali Bediüzzaman’ı sürgün eder.
Bediüzzaman Şirvan’a gelir. Yüksek ilmi şahsiyeti, hakkın hatırını yüksek tutmak için gösterdiği pervasız tavırları benlik davasına düşmüş bazı ilim adamlarının tepkisini çeker. İlmi sahada mağlup edemedikleri Bediüzzaman’ı halkın nazarında küçük düşürmek için planlar yaparlar.
Kazaya Kalan Namaz ve Arkasından Meydana Gelen “Kazalar”
Bediüzzaman her nasılsa bir gün sabah namazını kazaya bırakır. Durumdan haberdar olan hasımları, ‘Molla Said, namazı terketmiştir’ diyerek halk arasında Bediüzzaman hakkında kara propagandaya girerler.
Durum Molla Said’e sorulur:
-Niçin herkes bunu böyle söylüyor?
Molla Said yapılan eleştirileri büyük bir olgunluk içinde karşılar:
Evet, esassız bir şey âlemin içinde çabuk yayılmaz. Hata bendedir. Onun için, iki cezaya uğradım: Birisi Allah'ın itabı, diğeri nâsınta'rizi. Bunun esas sebebi ise, geceleyin âdet edindiğim vird-i şerifi terkettiğimdir. İşte âlemin ruhu bu hakikata temas etmişse de, tamamını kavrayamayarak ismini bilemeyip şu vechile hatayı isimlendirmişler.
Şirvan
O günlerde Siirt civarından bir zat Şirvan’a gelir. Bediüzzaman’ın ilmi derinliğinin farkına varır ve onu Siirt’e davet eder:
-Aman efendim, Siirt’e bir çocuk gelmiş, kendisi ondört-onbeş yaşında, bütün alimleri ilzam etti. Şunu ilzam etmek için sizi davete geldim, der.
Bediüzzaman davete icabet eder. Siirt’e gitmek için hazırlanır. Yola koyulurlar. İki saat sonra, Siirt’teki küçük hocanın vasıflarını ve kıyafetini sorar. Adam izahat verir:
-Efendim, ismini bilmiyorum; fakat ilk gelişte derviş kıyafetinde olup omzunda bir posteki vardı. Bilâhare talebe kıyafetine girdi ve umum ulemayı ilzam etti.
Bediüzzaman kendisinden bahsedildiğini ve bir yıl önceki hadiselerin civar köylere de yayılmaya başladığını anlayarak geriye döner.
Mola Said’in İç Yolculuğu
Bediüzzaman’ın doğu vilayetlerindeki seyahatleri ve buralarda yaşadığı hadiseler ruhunda derin izler bırakır.Dünyaya karşı alakası azalır. İnsanlarla olan bağı zayıflar. İnzivaya çekilmek ister. Bunun için Siirt’e bağlı Tillo kasabasına gider.
Tillo’da meşhur bir türbe olan Kubbe-i Hasiye’ye kapanır. Dört-beş ay kaldığı bu kubbede zikir, fikir ve ezber ile meşgul olur. Kamus-u Okyanus’u Bâb-üs Sin’e kadar ezberler. Bu durumun sebebi sorulduğunda:
-Kamus her kelimenin kaç manaya geldiğini yazıyor. Ben de bunun aksine olarak her manaya kaç kelime kullanıldığını gösterir bir kamus vücuda getirmek merakına düştüm, der.
Mısır’da bir heyetin böyle bir çalışma yaptığını duyunca ‘emeğinin boşa gittiğini’ söyleyerek yarısına kadar ezberlediği Kamusu ezberlemekten vazgeçer.
15’inci yüzyılda Firuzabadi tarafından yazılan Kamus-u Okyanus Arapçadaki bütün kelimeleri içermektedir.
Eski Said dönemi eserleri medrese dili olan Arapça ile yazılmıştır. Bediüzzaman’ın Arap diline vukufiyetinde Kamus-u Okyanus’un büyük etkisi vardır. Bu durum başta Kur’ân ve hadis-i şerifler olmak üzere kutsal metinleri hem dil, hem de içerik olarak daha iyi kavramasını netice vermiştir.
Cumhuriyetçi Molla
Bediüzzaman, Tillo’da türbeyken küçük biraderi Mehmet yemeğini getirir. Bediüzzaman, yemek içindeki taneleri kubbenin etrafında bulunan karıncalara verir. Kendisi ekmeği yemeğin suyuna batırarak idare eder.
Durumun farkına varanlar yemek tanelerini karıncalara vermesinin hikmetini sorarlar.
Türbede münzevi yaşamaya başlayan Molla Said, her ne kadar insanlara kapısını kapasa da, gönlünün kapılarını kainattaki diğer varlıklara karşı sonuna kadar açmıştır. Hiçbir varlığın hakkını zayi etmeyecek kadar hayatın içindedir. Türbenin dışında insanlarla dostluk kurmaya çalışan Molla Said, gerçekte ne kadar çok paylaşımcı, ne kadar cumhuriyetçi bir insan olduğunu karıncalar üzerinden anlatmaya çalışır.
-Bunlarda hayat-ı içtimaiyeyemâlikiyet ve fevkalâde vazifeşinaslık ve çalışma bulunduğunu müşahede ettiğim için cumhuriyetperverliklerine mükâfaten kendilerine muavenet etmek istiyorum.
Cumhuriyetin kurulması birlikte ‘Cumhuriyet düşmanı’ olarak yansıtılmaya çalışılan Molla Said değişik vesileler ile İslam’ın ruhunda cumhuriyete aykırılık olmadığını ve kendisinin de Cumhuriyet düşmanı olmadığını, fakat Türkiye’de uygulanan şekliyle Cumhuriyet rejimini tasvip etmediğini ifade eder.
1935 yılında Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde Mahkeme reisi Bediüzzaman’a Cumhuriyet hakkındaki fikrini sorar.
Bediüzzaman ‘Eskişehir mahkeme reisinden başka daha sizler dünyaya gelmeden benim dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder’, diyerek yukarıda zikredilen ‘Karınca hâdisesini’ anlattıktan sonra sözlerini sürdürür:
-Hulefa-yıRaşidînherbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddık-ı Ekber, Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.