Himmet UÇ
İlk çağ filozoflarından Bediüzzaman çağına
İlkçağ filozofları, eski Yunan düşünürleri yaratılış konusunda ilk fikirleri ortaya süren filozoflardır.
Bu filozoflarda bakmak, görmek, yorumlamak varsa da topyekün bir tasarım fikri yoktur. Yani bir birliği meydana getiren cüzlerin nasıl olur da nisbetlerini ve orantılarını düşünerek bir araya geldiklerini düşünemezler. Varlığı cansız ve şuursuz bir maddeye hasrederek koca kainatı bir garabet fikir halinde izah ederler. Aşağıdaki gibi
"Thales'in ‘su’ ana maddesinin yerini, Anaksimenes'te ‘hava’ alır. Böylece Anaksimandros'un aksine, ana maddeyi sınırlandırır, yani belirli bir madde ile bir tutar. Ama Anaksimenes'in her biri maddenin farklı biçimlerine özgü yoğunlukların karşılığı olan farklı nem yoğunlaşması derecelerinin varlığına inandığı açıktır. Aer ‘en eşit biçimde’ dağıldığında, atmosferin bildiğimiz ve göze görünmez havasını oluşturur. Ama yoğunlaşma sonucunda önce buğu ya da bulut, sonra su, en sonunda da taş, toprak gibi katı maddelere dönüşür, gözle görülebilir hale gelir." (Wikipedia)
Bediüzzaman “hakikat-ı mutlaka mukayyed enzar ile ihata edilmez” diyor. İnsan nazarı mukayyed, sınırlı bir varlıktır ama kainatın topyekün tasarımı ve sayısız layüadd parçaların bir araya oranlarına ve mesafelerine dikkat ederek bir araya gelmesinin arkasında bir tasarımcının olduğunu düşünmek vahiy ve onun izahçısı olan peygamberlerden başkasına nasib olmamıştır.
Anaksimenes ve Anaksimondros varlığı ana bir maddeye, havaya bağlamışlardır. Bir cansız maddenin akıllara tahayyür veren bu kainatı ve nesneler olaylar dünyasını nasıl idare ve izah ettiklerini düşünemişlerdir.
Hazreti Ömer zeki bir insandır. Taha suresini dinleyince “bu bütün varlıklar sizin Rabbinizin mi" demiş. Kız kardeşi "evet" demiş. “Bizim kabede bu kadar putumuz var, hiçbirinin bir karış toprağı yok." İşte vahyin büyülü ve tevhid edici dünyası koca Ömer’i bir anda tavhidi kavrar hale getirmiştir. Kabedeki putları ilah görmektense Anaksimenes gibi düşünmek daha mantıklı. Hava yine hareketli bir şey.
Anaksimenes'in, Thales'teki su yerine neden havayı koyduğunu anlamak güç değildir. İlk öğenin Thales'in ana madde olarak ‘su’ yu alması, suyun yaşam açısından taşıdığı önemden kaynaklanır. Aynı şeyler ve hatta daha da çoğu, ‘hava’ için de söylenebilir. Öncelikle havanın kapladığı alan sudan daha geniştir. Havanın fırtınaları suyunkinden daha şiddetlidir. Son olarak, yaşayan varlıklar için hava sudan çok daha önemli ve gereklidir. Anaksimenes doğanın oluşumuyla ilgili çok daha somut, çok daha açık olan düşünceler üretmiştir. Ona göre her şey havadan oluşur. Hava hem gevşeyen ve hem de sıkışabilen bir şeydir. Hava gevşeyince yukarıya doğru yükselen ateş olur. Hava sıkışınca önce buhar ve duman olur. Bu duman ve buhar bulutları daha çok sıkışınca yağmur olur, su olur. Suyun sıkışması sonunda önce çamur, sonra toprak, en sonra da taş olur. O halde ateş-su-toprak, öz olarak hava ve onun gevşeyip sıkışmasının dereceleridir. Bu nedenle sıcaklık ve kuruluk seyrekliği ifade ederken soğukluk ve ıslaklık yoğunlaşmış maddeyle ilişkilidir.
Ana madde olarak düşündüğü ‘hava’yı Tanrı gücüyle dolu olarak düşünür. İnsan nefesini, bedeni dolduran havayı insana can veren ilkeyle,insan ruhu (psyche) ile bir tutmuştur. Ruh kavramı ile ilk kez Anaksimenes'te karşılaşıyoruz. "Tüm canlıların ruhu vardır" diyen Anaksimenes, doğada canlı-cansız ayırımını da ilk kez yapan düşünürdür." (Wikipedia)
Bu filozoflarda hikmet fikri yok, yani neden su hareket ediyor, hava hareket ediyor, sayısız şekillere giriyor? Onu farklı şekillere büründüren ve her şeklinden hayatın devamı için sayısız canlıları ortaya çıkaran hakîmi düşünememektir. Hakim bütün varlığa hükmeden ve onları yerli yerine koyan ama yerli yerine fonksiyonel olarak koyanı düşünememektir. Yıldızlardan karıncaya kadar herşey nasıl yerli yerini aldılar, hayata hizmet eder hale geldiler. Hakimiyet ve hikmetini düşünememişler.
İlkçağdan başlayarak bütün felsefe tarihi ve simalarını okuyarak Bediüzzaman’la mukayese ederek ortaya bir "Bediüzzaman ve Felsefe" eleştiri diye kitap çıkarmak gerekir çünkü bunların ta modern döneme kadar fikirlerini Bediüzzaman eleştirmiş yerine makul ve yerinde bir felsefe getirmiştir.
“Nihayetsiz kemalat-ı ilahiyeyi (her varlık en ideal şekilde yaratılmış, yani kemali ile hiçbir varlığın daha güzel şekli düşünülemez, ilk ve en son şekil yani ibdadır, bütün varlıklar. En küçük canlıda bile herşey yerli yerine konmuştur. Zerreleri kamil yani yerinde ve birlikte istihdam eden, çalıştıran maksatlarına sevkeden Allah’ın kemalatıdır. Bunu gariban bu büyük isimli filozoflar düşünememişler.)
“Hadsiz celevat-ı cemaliyeyi..." Celevat-ı cemaliye ne demek, orjinal bir imaj. Hareket halindeki sıvı veya hava benzeri şeyleri yani hadsiz şekle giren maddeleri bir güzel denecek şekle sokan, gökten düşen suyu kaysının vücudunda yerli yerinde kullanmak... İşte celevat bu. İçtiğin cilveli suyu vücudunda her türlü güzelliğle dünüştüren O'dur işte. Beni hayrete getiren bu cümleyi kurmak, celevat-ı cemaliye, suyu sayısız güzelliklere dönüştürmek, celevat-ı cemaliye.
Geçen gün maarif davamız kürsüsünde birisi kendine gelen 15 başörtülü kızın neredeyse ateist olduklarını söylemişti, beynimden vüruldum. Bediüzzaman bir gün Sarıyer'de kız ve erkek iki genci sarmaş-dolaş görür ağlar. Hassasiyet ve diğergamlık şampiyonu. "Kur’an'ımız yeryüzünde cemeatsiz kalırsa cenneti de istemem" diyen büyük insan.
Kuşlarla ilgili bir kaç ayet var, o kadar birliktelik içinde uçuyorlar konuyorlar, bir onbaşıları, yüzbaşıları var. Hadsiz geometrik şekiller çiziyorlar. Geçen seyrederken yere kapandım secde ettim. Kırlarda o mübarekler nasıl böyle geometrik ve tasarımlı uçuyorlar? Geri dönüyorlar, birlikte hareket ediyorlar, zikrediyorlar, hu çekiyorlar. Bir baksana hu çeker dağlar, taşlar, sular, bir baksana. Onlar hu çeksin sen para çek Himmet baba.
Tecelliyat-ı celaliye, bulutların intizamlı ve haşmetli gürüntüsü, suyun akarken haşmetli akışı, yağmurun bir edep dairesinde kimseyi incitmeden yere inmesi, herkese kibarane muamele etmesi, hem celal hem cemal, dağların hakimane oturuşları, heybetli görüntüleri bütün bunlar celalin tecellisi. Hz. Nuh’un ümmeti gemiyi yaparken gelip geçip alay ederler. O da "ben de bir gün sizinle alay edip size güleceğim" demiş. Gemi giderken hadsiz el bağırmış "ya Nuh bizi de al" demişler. Oğlu da dahil, "leyse min ehlik" siz onun ehli değilsiniz demiş. Garkolup gitmişler. İdrakimiz celalini istiab etmiyor sacdeye kapanıyoruz. Bir papatyanın tasarımına hayran oluyorsun, kundaktaki çocuk gülüyor işte cemal, bir muzun görüntüsü işte cemal.
"Gayri mütenahi tesbihat-ı Rabbaniyeyi..." Eğer mahlukatın tesbihlerini duysaydık, bizim zikir meclislerimiz gibi herkes kulağını tutardı. Bütün sesler, durumlar, tavırlar, birlikler, görüntüler hepsi tesbihat-ı Rabbaniye.
Şu dar ve mahdud zeminde namütenahi ve az bir zamanda göstermek için zerratı kemal-i hikmetle kudretiyle tahrik edip kemal-i intizamla tavzif ederek, mütenahi bir zamanda mahdud bir zeminde gayr-i mütenahi tesbihat yaptırıyor.
Layüadd ve layühsa bütün zerreler, atomlar, yerli yerine gidiyor o trafiği bir görseydin. Ashabın biri savaşta şehid olur, onu kabre koyarken o kadar çok melek vardır ki, Resullullah (asm) bir meleğin ayağına bastım diyor, böyle bir Resulümüz var yüreğimizde hareket yok.
Ya Allah "heyecanını nerede kullandın" derse ne deriz? Stadyumlarda heyecanla bağıran insanlar bir topun arkasında milyonlar. Bir secdegahta on kişi.
"Zerratı kemal-i hikmetle kudretiyle tahrik edip..." Cümleye bak cümleye. O nihayetsiz eloktro mikroskoplarla görülen zerreleri, atom zerratını en faideli yerine göre kudretiyle itiyor, hareket ettiriyor. Herkes talim görmüş asker gibi yerine gidiyor, sonra tam bir intizamla kemal-i intizamla onlara vezifeler veriyor, tahriki ediyor yerine gönderiyor. Oradaki duruşuna göre vazifesini yerine getiriyor, havadan, topraktan, sudan aldıklarını ağacın boruları ile yukarı çıkarıp bir kaysının vücudunda ona kaysı görevi veriyor. Mütenahi sınırlı bir zamanda, dar bir zeminde, mahdud bir yerde sonsuz tesbihat yaptırıyor. Cümleye bak mütenahi bir zamanda, mahdud bir zeminde gayri mütenahi sonsuz tesbihat yaptırıyor.
“Gayri mahdud tecelliyat-ı cemaliye (dünyadaki güzellikleri say sınırsız) ve celaliye (haşmetli korkutucu ürkütücü görüntüler) ve kemaliyesini gösteriyor."
Celal-cemal-kemal estetiğin üç önemli kelimesi. Batılılar bunlara yetkinlik, yerindelik, grandiozing, hoş, güzel, bedii diyor. Sanatın da dinin de kaynağı bu üç kelime. Subhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber, bu üç kelimeye terettüb ediyor. Sanat da bunlardan yapıyor ne yapıyorsa. Onlardan sanatçının zihnine akseden paçalarla. Selimiye'nin azameti, Sinan'ın zihninin azameti, o da Allah’ın azameti.
“Çok hakaik-i gaybiye ve çok semerat-ı uhreviye ve fanillerin baki olan hüviyet ve suretlerinden pek çok nukuş-ı misaliye ve çok manidar nusuc-ı levhiyeyi icad ediyor."
Nukuş-ı misaliye, nakış estetik kelimesi, nakış eğri çizgilerle yapılır, mimari düz çizgilerden oluşur. Tuğlalar üstüste üstütse, ama eline bak hep eğri çizgiler o binayı yapan bu eğri çizgden el. Yüzüne bak, hep eğri, yuvarlak çizgiler ama ondan aynada güzel görünüyorsun. Nüsuc da estetik yani nescediyor, yani mensucat buradan doğmuş, varlığı dokuyor. Nusuc-ı levhiye dokunmuş levhalar, gördüğün herşey dokunmuş levhalardan oluşuyor. Nerden bu terkipleri kurmuş hayret ne hayret.
"Demek zerreyi tahrik eden şu makasıd-ı azimeyi şu hikmet-i cesimeyi gösteren bir Zattır. Yoksa tek bir zerrede güneş gibi bir dimağ bulunması gerekiyor."
Kelimeye bak makasıd-ı azime, hikmet-i cesime. Topraktan semavata her birliktelik, büyük bir maksad için. Arka arkaya yaz makasıd diye bir kitap olur. Hikmet o maksatlar hikmetle olur, çünkü gaye maksat ancak düzenle hikmetle oluşturulur.
Sadece bir cümleyi tahlil etmeye çabaladım, işte ilk çağ filozofu, işte Bediüzzaman. Filozof mu deha mı, alim mi, müfessir mi, enterpiretor mu ne dersen de. Şu cümleyi soyut değil görsel tesbitlerle kurmak nasıl bir insanın, yazarın işi...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.