İmamlar hür, camiler özgür olmalı

Çocukluğumun bir hatırası beni hep düşündürür. Köyde evimize yakın camiye giderken, caminin dış kapısında, ezanı bitirip çıkmak üzere olan görevli ile karşılaşmam ve eve dönüp namazı kılmam belki sizleri de düşündürecek.

Camilerle alakalı bu yazıyı yazacakken, bir anda hafızam o hatıraya gitti. Günümüzde ise camilerin çok farklı ihtiyaçları var. Caminin yeniden tanımı gerekiyor. Toplumun dini ihtiyacı göz önüne alınarak belki.

Mesela, camilerin namaz saatleri dışında kapalı olması ciddi bir ambargo. Geçenlerde yapılan bir araştırmada bir kısmının tuvalet ve abdest mahallerinin olmaması ise ayrı bir mevzu.
Sonra Cuma ve bayram namazları dışında, orta yaşın ve yaşlıların ağırlıklı olarak camiye gitmeleri de düşündürücü.

Saf arasında, babalarıyla gelen çocukların yeterince tolerans görmemeleri, hatta rahat hareketlerinden dolayı uyarılmaları da kayda geçilecek bir konu.
Bazen imam hatiplerin, namaz bitince geç gelenleri beklemeyecek kadar hızlı hareketleri de camiyi bir an önce boşaltma hamlesi olarak algılanır.

Hanımlara yeterince mekan ve ihtiyaçlarını karşılayacak bir tanzim olmaması da ayrı bir gündem.
Müminlerin haftalık bayramı olan Cuma günleri okunan hutbelerin son yıllarda 28 Şubat’tan tevarüs eden haliyle zaman zaman sığ, resmi ve haftanın devlet gündemine paralel olması da ayrı bir açmaz.

Bütün imamların merkezi yayınla adeta “hoparlör”  durumuna düşürülmeleri, inisiyatiflerinin olmaması, camilerinin sosyolojik ihtiyacına uygun ve çevrenin iklimine yakışan bir hutbe yazıp okuyamamaları ise vahim bir durum. İmamın hutbesine güvenemeyen bir sistemin tablosu bu.
Doğrusu, cumalarda, özellikle hutbede mümin insanları incitecek bazı şahısların ismi zikredilerek  resmi propagandalarının yapılmasını  izah etmek çok zor.

Camide, özellikle hutbede Mustafa Kemal’in ne işi var? Burası  kışla mı, devlet dairesi mi, propaganda merkezi mi, yoksa bir ibadethane  mi?

Ecdat; camiye, kışlaya ve okula siyaseti sokmamış. Bir kişinin ismi verildiğinde dini şahsiyet değilse, dini karşılığı yoksa, üstelik dinle problemli biri ise, onu Müminlerin kulağına haykırmak, bilhassa camide çok eziyet verici.

Özellikle bu dönemde, bilhassa Ankara’da sıkça bu tür “genelge”ler dinlemek, doğrusu diyanetin ruhuna uygun değil.

Peki, neler yapılabilir? Kısaca değinmek isterim:
Camilerimizin temizliği, şehir toplumuna ve endüstri insanına uygun olmalı. Mekan, sergiler, mahfiller, imam odaları, sohbet mekanları ve avlu; davetkar bir ahenk içinde camiyi cezb ettirmeli.

Cami çevresinin, bahçesinin, abdest yerlerinin, alnın değdiği secde mahallinin temiz ve itinalı olması da camileri cazip ve ferah kılar.

Camiler; ailece gidilebilecek, hanımların ve beylerin kendi bölümüne çıkabileceği, çocukların ve gençlerin ilgi duyabileceği, bilhassa genç kızların dini tedrisat için yakın çevreden daha güvenli ve sıcak bir karşılama ile gelebileceği şekilde yeniden tasarlanmalı.

İçecek, ikram, internet, okuma ortamı, kütüphane, uygun oyun düzeni, mütevazı bir seminer salonu, cep sineması türünden müspet filmlerin seyredildiği bir sosyal hayat alanı, ayrıca her camide kapasiteye göre planlanmalı ve hayata geçirilmelidir. Her caminin halka açık, ucuz fiyatlı, hatta gerekirse ücretsiz hizmete sunulan kültür ve sanat merkezleri olmalı. Caminin etrafında eğitim kurumları olmalı ve gençleri cezbetmeli. Okulla cami yönetimleri ortak programlar yapmalı.
Cami dernekleri, birer STK statüsünde cazip hale getirilmelidir. Sadece emekli, yaşlı ve hayattan elini ayağını çekmiş dernek yönetimleri yerine, her yaş grubundan temsilcinin katıldığı bir istişare ve cami kurulu gibi çalışmalıdır.

Cami kurulunda muhtar, imam, ilahiyatçı, eğitimci, işadamı, psikolog, sosyolog, iletişimci ve mahallede temayüz etmiş, şahsi ihtiraslarını aşmış şahsiyetler olmalıdır.

Camilerde, dini cemaat ve grupların dini programları için imkan tanınmalıdır. Onlarla işbirliği yapılmalıdır. Teşvik edilmelidir.  Camileri yapan toplum, aynı zamanda bünyesinde çok güçlü olarak cemaatleri de barındırıyor. Kaynak verimliliği açısından, cemaatler camilere akmalı ki, camiler toplumun merkezi, kalbimizin inşirah alanı ve tefekkürün merkezi olsunlar.
İmam Hatiplerimiz de buna göre sürekli insan gelişimi üzerine psikoloji, iletişim, müzakere ve beraberlik eğitimleri almalı.

İmam Hatipler, adı üstünde imam olarak hitap ederken, muhatabını doğru algılama, cemaatinin düzeyine, önceliğine ve hassasiyet derecesine göre tebliğ yapacağı ve irşat edeceği konuları doğru seçmeli.

Sürekli bir araştırma içinde cemaatini okumalı, onlarla hem hal olmalı, diyanetten gelecek genelgelerle sınırlı kalmamalı meslek hayatı. Bir anlamda imamlarımız daha hür olmalı, rahat düşünmeli ve asla siyaset yapmamalı, taraf tutmamalı ve ticaretle dolaylı da olsa uğraşmamalı.
Sonuç olarak; Diyanet, merkezi sistemin kablolarını kesmeli. Camileri hayatın merkezi yapacak kadar hür iklimin merkezi yapmalı. Ayrıca imamlar daha özgür ve vicdani ihtiyacın tercümanı olmalılar.

21. yüzyılın 2. Onlu basamağına giriyoruz bu günlerde. 2011’e merhaba derken içimdeki ses diyor ki;

İmamlar Hür, camiler özgür olmalı.
DİB’nın başarılı çalışmalarının yanı sıra, tefekkür ve tecdit eksenli açılımlara girmesi gerekir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum