İnkılap ve Bediüzaman’ın değişim anlayışı

Türk tarihi Türklerin Anadoluya gelmesi ile bir inkılap yapmış. Hıristiyan olan Anadolu, Türklerin İslami gayretleri ve cihad ruhu ile Müslümanlığa yavaş yavaş inkılap etmiş,  Anadolu İslamlaşmıştır. Bundan tarikatlerin, Baciyan-ı Rum’un, Anadolu erenlerinin büyük himmet ve gayretleri olmuştur. Toplum öylesine değişmiştir ki Selçuklu devleti bu topraklar üzerinde kurulmuş. Allah Anadoluyu büyük tarikat şeyhleri ve evliyalarının nefesleri, ilahileri ve gazelleri ile mayalamış ve büyük manevi bir toplum meydana gelmiş. Selçuklu’nun arkasından Osmanlı devleti ortaya çıkmıştır. Yunus ve Mevlana, büyük veli hazretlerinin öğretilerinin Anadolu’da halkı etkilemesi sonucu üzerine devlet kurulacak mümin ve muttaki, abid ve asker bir millet ortaya çıkmıştır. 
 
Bediüzzaman, terakkiyi bir milleti karargah ittihaz edip oradan ayrılmayan bir olguya benzetmez. Kim çalışırsa terakki onların eline geçer. Mevsimler gibidir terakki ve tedenni gibi medeniyet olguları, hangi millet çalışırsa fıtrata uygun hareket ederse o terakki mevsimine uğrar. Yoksa tedenni ve yıkılış mevsimlerine uğrar. Atalarımız terakki mevsiminde asırlarca dolaşmış, cihana ilmi öğretmiş insanlardı, ama ne zaman dünyanın haracını yiyip sevk ü safaya dalmışlar duraklama ve yıkılma dönemlerine girmişlerdir. 
 
Lale Devre süfliyatın devri idi. Nedim’in; 
“Bir safa bahşedelim gel şu dili naşade
Gidelim servi revanım yürü sadabade
İşte üç çifte kayık iskelede amade 
Gidelim servi revanım yürü sadabade
Bir cam sun Allah için bir kadeh de ol mah için
Ta medhisahenşah için alam ele levhü kalem” demesi, bütün bu mısralar varlığın  doğurduğu şımarmaların tezahürleridir. 
 
Bizim lale devrimiz Roma’nın izmihlali hep sefahet yüzünden olmuştur. 1908’den sonra meydana gelen ahlaksızlıklar yüzünden Yakup Kadri o günün İstanbul’unu Sodom ve Gomore‘ye benzetir. Bunu romanında anlatır. Sodom ve Gomore livata ve eşcinselliğin hakim olduğu lut kavminin, Babil bölgesinin hastalıklarıdır. 
 
1908’den ta 1920’lere kadar bu hasta toplumu Allah savaşlarda ölen binlerce şehit ile temizler. Toplumun yağı ayranından ayrılır. O savaşlardaki çektiklerimizi dini yaşamadaki laubaliliklerimize göre izah eder, Bediüzzaman. Günde beş vakit namazı kılmayan insanlar günlerce savaşırlar. Bedenleri Allah için eğilmeyince yerini başka eğilme kalkmalar alır. Bediüzzaman bu hasta toplumu bilir ama daha derin hastalıklar ortaya koyar. Davutoğlu bunları teşhis etmiştir. Hutbe-i Şamiye bu hastalıkların psikanalitik izahlarıdır. Bediüzzaman namazın hayatın yerini bildiği için savaşları da namaza göre izah eder, felaketler namazsızlık yüzündendir. Hayatında her safhada, her gittiği yerde namazı emreder, sorar soruşturur. En ceberutlara da en sıradan insanlara da hapishanelerdeki on kişiyi öldürmüş insanlara da, uçaklarda çalışan insanlara da… Çünkü namaz dinin direğidir din toplum olduğuna göre namazı olmayan toplum yıkık veya tezezüldeki toplumdur. Bediüzzaman namazın önemini eserlerinde siyasi, ferdi, toplumsal, idari, uhrevi, sosyolojik, hayatı tanzim, temizlik bütün boyutları ile izah eder.  
 
Sultan Abdülmecid, Sultan Selim yenilik hareketleri başlattılar. Askerin giyimini halkın giyimini değiştirmekle yenilik gelir zannettiler. Ruhsal değişimi bilemediler. Sarığı çıkarıp fesi koymakla biçimsel bir değişimi sağlamış olabilirler. Yeni mektepler açıldı; tıp okulları, askeri okullar, idadiler ama bu okullar da gerekli değişimi ve yeni nesilleri ortaya çıkarmadı. Bu  okullarda Fransız ihtilalinin tesirleri ile ihtilalci, atalarını beğenmeyen bir nesil ortaya çıktı. Medrese kendini yenileyemedi, okul medreseden koptu. 
 
Bediüzzaman zekilerin okullara gittiğini derken bir izmihlalin işaretlerini verir. Okullarda din milliyet dengesi kalmadı. Frenkmeşrep bir nesil ortaya çıktı. İhtilalciler, itttihad terakki ondan önce jön Türkler bütün bu yenileşme hareketlerinin tezahürleridir. Namık Kemal Ali Suavi, Ziya Paşa ihtilallerle ülkeyi kurtaracaklarını sandılar ama olmadı. Ömürlerini, ideallerini kaybettiler, maceraperestlikten öteye geçemediler.
Ne Osmanlı padişahları ne Tanzimatçılar, ne Birinci ve İkinci Meşrutiyet, ne jön Türkçüler, Gökalp ve arkadaşları Bediüzzaman’ı anlayamadılar. Onu Barla ve civar köylerdeki saf insanlar anladılar, hayatlarını vakfettiler. Tavuklarının yumurtalarını kitapların kağıt parası için iktisad eden insanlar, Sav köyündeki bin kalem ile yazan “Köy Matbaa” nerede, o sırada  klasikleri tercüme eden devrin idaresinin yaldızlı kuşe kağıtlı kitapları nerede… Gidin ortaokulların, liselerin kütüphanelerine mahzende olgunlaşmayı bekleyen şaraplar gibi o klasik tercümeler. Zola vesaire yazarların kitapları. 
 
Birinci meclisteki birçok insan daha sonrakilerde daha sonrakiler de hep Avrupa’da tahsil yaptılar ama değişim sağlayamadılar. Değişimi Bediüzzaman’ın varisleri ve talebeleri ve vakıfları, dergahların yıllarca uzlette “Lailahe illallah” ile zikreden insanları anladılar.   Dünya risale okuyor, o kütüphaneler ise küf kokuyor. Bediüzzaman’ın yaptıkları mazinin yanılmışlarına cevap, geleceğin kalkınmasına güzel uygulamalardır. Ama onun hareketlerini mazi ile değişim tarihi ile bağlantılı anlamak ve anlatmak lazım. Entelektüel nurcular haydi beyler, Davut oğlu gibi bakın tam yirmi yıl önce ne biçim bir tekamül anlayışı ile düşünmüş. 
 
Bediüzzaman’ın yenileşme ve değişim tarihi bir büyük tarih ve sanat ve edebiyat, felsefe doktorası olur. Çünkü o değişimi dini, sanatsal, estetik, siyaset, itikadi,  çok boyutlu olarak alır. Burada anlattığımız nesillerin yeni ülkeler için yapacakları değişimdir. Bugünkü siyasi değişme o değişim anlayışının bir tezahürüdür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.