Ahmet AY
İnsan Allah'tan alınır mı?
İmanımızın bir delili de 'alınganlaşmamız'dır. Fakat nasıl bir alınganlaşma? Allah'a ve Onun marifetine dönük bir alınganlaşma bu. Bir duyarlılık ve farkındalık artımı. Ama önce duyarlılık. Sonra farkındalık. Meseleyi ille de aşk üzerinden konuşmak istemiyordum. Lakin bu derece somutlaştırır başka örnek bulamadım. Çaresiz zikredeceğim:
İnsan, birisine âşık olursa, onun yaptıklarına yönelik ister-istemez alınganlaşır. Umursamazlık azalır. Ülfet azalır. Duyarlılık artar. Duyular eskisinden fazlasını hisseder. "Platonik zordur, herşeyi üzerine alınırsın" cümlesinde altı çizilen, benim de bencileyin hakverdiğim birşeydir bu. Sevmenin delili ilgi göstermek değildir sadece. Öncesi vardır.
Aktif olanı ilgidir. Fakat sevgi bundan ibaret değildir. Pasif (daha doğru bir ifade 'içte yaşanan' manasında 'enfüsî' olmalı) bir yanı da vardır. O ise alınganlaşmadır/duyarlılıktır. "Bana mı söyledi? Beni mi işaret etti? Benden mi bahsediyor? Beni mi takip ediyor? Bana mı kızdı? Beni mi ima etti?" Böylesi soruların tamamını soruyor âşıklar. O zaman kilit soruya gelelim: Peki böylesi bir alınganlık Allah'a karşı da yaşanmaz mı?
Bediüzzaman, Fatiha'da atlanan eşikten ( yani 'Maliki yevmiddin/O hesap gününün sahibidir...'den 'İyyake na'büdü ve iyyake nestain/Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz...'e geçişten) ders aldığı 'gaibane' ve 'hazırane' muhatabiyetlerde, bu geçişin aşamalarından birisini şöyle tarif eder: "Sonra, kalem-i kudretin mektubatı hükmünde olan mevcudat sahifelerini, arz ve semâ yapraklarını mütalâa edip hayretkârâne tefekkürdür..." Kainatı bir mektup olarak görmek, yani 'sana onunla birşey söylenmeye çalışıldığını farketmek' mürşidimin tedrisinin en açık nakışlarından birisidir. Ve mürşidim böylesi bir alınganlığı kendisi ve talebeleri adına her yerde arttırmaya çalışır. Hatta Kur'an'ın da böylesi bir alınganlık oluşturmak için, özellikle insanların sıradan saydığı, "Bundan da birşey öğrenilir mi?" diyeceği şeyleri misal verdiğini anlatır.
Risale-i Nur'da, "Allah sivrisineği ve onun üstününü misal olarak vermekten çekinmez. İnananlar bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. İnkar edenler ise 'Allah bu misalle neyi murad etti?' derler, O, bu misalle birçoğunu saptırır, birçoğunu da yola getirir. Onunla saptırdığı yalnız fasıklardır ki onlar Allah'la yapılan sözleşmeyi kabulden sonra bozarlar. Allah'ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar; zarara uğrayanlar işte onlardır..." ayetlerinin izahı sadedinde söylenilenler dediklerime kuvvet verecek niteliktedir. Fakat ben, yazıyı uzatmamak için, onları buraya alıntılamıyorum.
Demek alınganlık da kulluğun bir parçası. Allah'a yüzü dönük bir alınganlık 'gaibane/gıyabında' bir muhatabiyetten 'hazırane/huzurunda' bir muhatabiyete geçişin temel şartı. Şuurlu bir farkındalığın hemen öncesi. Zaten bu denli 'kolay etkilenir' ve 'hisli' yaratılmış insanın böylesi bir işlevi olmayacağı düşünülemez. Allah bize bunca duygu ve latifeyi 'onları bastıralım' diye değil, 'Onun tasarruflarına daha alınganlaşalım' diye vermiştir. Ve biz, dökülen yapraklardan da, ağlayan çocuklardan da, rüzgarda sallanan kavak ağaçlarından da ve hatta buzullarda sıkışan balinalardan da etkileniriz. Elhamdülillah üstüne elhamdülillah. Üzülecek ve sevinecek ne çok şeyimiz vardır bizim!
Mürşidimin tedrisinde (bir yönüyle spesifik/göreceli çağrışımlara sahip olmasına rağmen) külliyatın genelinde sahip olunan burhan-ı yakini/kesin delil yolunun bir açıdan terki gibi görünen 'tevafuk' gibi 'ebced/cifir' gibi şeylere karşı sergilediği meyili de biraz böyle anlarım:
Allah'ın mesajlarına karşı alınganlaşan insanın bunu her yerde okuma arzusudur şu incelikler. Her yerde Vahidiyet içre Ehadiyetin izlerini, sürprizlerini, hediyelerini aramasıdır tevafuklar. Ve en önemlisi: En küçük hareketlerine kadar 'takip edildiğini, ilgilenildiğini, sevildiğini' bilmesidir kulun. Şu meyilin hikmeti bu sırda saklıdır Allahu'l-Alem.
Ve bu refleksin külliyatın öğretisini içselleştirmiş her Nurcuda geliştiğini gözlemliyorum. Hiçbir şeyi tesadüf olarak nitelemiyorlar mesela. Hemen 'tevafuk' diyorlar. (Nurcunun nurcuyu dilinden tanıma kelimesidir tevafuk.) Bu, küçük bir Nurcu geleneği gibi görünse de, aslında büyük bir bakış açısı farklılığı işareti. Biz ne kadar başarıyoruz, elbette tartışılır, ama Risale-i Nur'un oluşturmaya çalıştığı alınganlığın böylesi birçok delili var.
Bu yazıyı karalamama sebep hoş bir anı. Hızlı ve Öfkeli 7 filmini izlediğimde yaşadığım birşey. Özet geçeyim: Filmi izlerken, film boyunca gidilen ülkelere bakarak, gafletle şöyle demiştim içimden: "Ne güzel meslek be. Hem çalışıyorlar hem de dünyayı geziyorlar." Sonra her gün yapmaya çalıştığım Kur'an okumasında şu ayete rastladım: "Kâfirlerin diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın." Yaşadığım ürpermeyi size tarif edemem. Varmak istediğim nokta ise şu: Eğer mürşidim vesilesiyle yukarıda bahsettiğim alınganlık dersini almasaydım, muhtemelen, bu ayeti üzerime hiç alınmadan okuyup geçecektim. Başka biriyle konuşuyormuş gibi okuyacaktım. Sonra "Niye Bediüzzaman'ı bu kadar abartıyorsunuz?" diye soruyorsunuz. Rabbimize karşı alınganlaştırıyor bizi, yetmez mi?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.