İnsan Said Nursi, insan Abdülhamid

Said Nursi tenkit edilmez, sorgulanmaz birisi değildir; böyle biri olma isteği onda olmadığı gibi öyle görmek isteyenleri de iyi görmemiştir.

Nihayetinde insandı, o da nefsiyle mücadele ediyordu, şeytan ona da musallattı. Müslüman başka nasıl olur, Mü’min’den başka ne beklenir; bir Müslüman başka bir Müslümanı başka nasıl bakar ve görür?

80 yıla geçen ömrü ve yazdığı eser külliyatı ortada.

Abdülhamit de onca iyiliğine rağmen insan olması hasebiyle, hem de yönetici olması hasebiyle yanlışları vardı, hata da yapıyordu; niye tenkit edilmesin ki Abdülhamit, onu tenkit etmek de Bediüzzaman gibilere yakışır, Bediüzzaman gibiler tenkit etmese Bediüzzamanlığına noksanlık gelir.

Hem o zaman da yaptığı tenkitler ne kadar yapıcı, ne kadar da nezihane ve nazikâne; “şefkatli padişah” diyor, “veli padişah” diyor. Şahsına hakaret yok, fikri dile getiriyor, tavrı sorguluyor, fiiliyatı eleştiriyor.

O tenkitler dikkate alınıp eğitim reformu gerçekleştirilip, doğuda fen ve din ilimlerinin birlikte okutulduğu bir Üniversite açılsa; Kafkaslardan, Ortadoğu’dan, Anadolu’dan farklı ırklardan öğrenciler gelse ve tahsillerini alıp gittikleri diyarları aydınlatsa idiler bugün saydığımız coğrafya böyle mi olurdu?

Bediüzzaman’ın bu görüşünü bugün tenkit edebilecek biri var mı? Yüzyılı aşkın önce söylediği fikri halen geçerliliğini koruyor.

Hem Said Nursi ve Abdülhamit ne diye vuruşturulur da bugün bu vuruşma üzerinde sancılar oluşturulur?

İkisi de kendi içinde, kendi makamında, kendi konumunda değerlendirmeli değil mi? Biri ulemayı temsil ediyor, diğeri ümerayı. İkisi atomun çekirdeğini oluşturan proton ve nötron gibiler; birbirlerini hem iterler hem çekerler, hem zıttırlar hem birlikte. Böyle olmasalar proton ve nötron birleşir, atom atom olmaktan çıkar, varlığını yitirir.

Ulema uyarıcıdır, görevi uyarmaktır, vazifesi hakikati göstermektir; görevini yapar o kapıdan uzak durur.

Ümera da uyarıları dikkate alır, adalet ve hakkaniyet üzere yönetmeye gayret eder. Tenkit eden de, tenkit edilen de bundan gocunmaz, asıl olan omuzdaki vazifedir, ümmetin sorumluluğudur.

O denge yıkıldığından yıkıldık; o dengeyi kuramadığımızdan dik duramıyoruz.

Üniversal eğitim almış, hem de bunun hocalığını yapan biri, bilgiyi belge ile belgelendirdikten sonra hüküm verir; hevasına, hissiyatına göre, gelir geçer popülistliğe göre değil.

Böyle birilerine nasıl cevap verilecek? Bediüzzaman’ın dâhilde verdiği cevap gibi, Risale-i Nur’un verdiği cevap gibi. Usul, üslup orada net, yazılı, yaşanmışlıkla gösterilmiş.

Said Nursi ilk defa hakarete uğruyor, Risale-i Nur’a ilk defa saldırıya uğruyor değildir.

“Bu bana yazdırıldı” demiş ne var bunda? Risale-i Nur’un tamamı kavrandığı ve irfan geleneği anlaşıldıktan sonra müzakere edilecek bir konuyu TV ekranlarında münakaşa etmek doğru mu? İsminizin önüne koyduğunuz Prof. unvanı buna anlamınıza yetmiyor mu?

İnsan Said Nursi ile insan Abdülhamid’i, ulema Bediüzzaman ile ümera Abdülhamid’i ikisini de seviyoruz. Aralarındaki eksiklik ve noksanlıklar varsa ve konu ne ise ilim adamları bir araya gelip müzakere ve münazara etmesi daha doğru değil mi?

Ekranlar ve sanal âlem sağlam zemin değil; o zeminde münakaşayla zihinleri karıştırmanın, vesveseleri arttırmanın, şüpheleri çoğaltmanın ne âlemi var, kime ne fayda sağlar?

Kim sevinir bundan?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum