İbrahim KAYGUSUZ
Işık Doğu’dan yükselir
Birinci Şua risalesinin hemen önünde fakat, On beşinci Şua’ya dahil son mektup hep dikkatimi çeker.
Mektup, konu itibarı ile Birinci Şua’ya dâhilken, On beşinci Şua’nın ruhuna uygun görülmüş olmalı ki, o makama dâhil edilmiş. Sayfa itibarı ile zaten peş peşe gelirler.
İtiraz eden eski bir dost bir zata, ehl-i dikkate ve mektuba muhatap herkese yazılan bir mektuptur.
Lahikalara hâkim üslupta ve Üstadımızın femm-i mübareklerinde yemine çok fazla yer yoktur. Fakat bu mektupta bir “yemin” bir de Risale-i Nur’un şeref ve haysiyeti ile takviye edilmiş yemin kuvvetinde bir “temin” yer alır.
Lahika’da, Yeni Said’in iman’da yaptığı inkılâbın gerisindeki “takviye kuvvetleri”nden bir kısmı resmedilir: Kudret & Rahmet-i İlahiye, Kur’an-ı mucizül beyan, Hazret-i Ali, Gavs-ı Azam…
Mektup, iddialı bir çıkış ile başlar: Avrupa feylesofları Risale-i Nur’a teslim oluyorlar.
İddianın dayanakları Risale-i Nur’daki “mantık” ve “hakikat” delilleridir.
Mantık: kelamın, felsefenin, bilimin, tekniğin ve medeniyetin banisidir.
Mantık, Aristo’dur. Yani kadim Yunan’dır, sonra Roma’dır, sonra Avrupa’dır, Rönesanstır, Aydınlanma’dır, Batı medeniyetidir.
Yani bugünkü Avrupa, Amerika, Japonya ve topyekün Batı’dır.
Peki “Hakikat” nedir ki, Risale-i Nur’da hep izahların serlevhası olmuş?
Üstadımız delilleri sıralarken hakikati bir metafor olarak kullanır. İzahlar hep “Hak” ism-i azamının incileri yakutları ve cevherleridir: Birinci hakikat, ikinci hakikat, üçüncü hakikat.
Hakikat “tasavvuf”un zirvesidir. Yunus’un adresi, Mevlana’nın kalbi, Rabbani’nin sesidir.
Yani bizim mahallenin dükkanlarında satılan bihemta elmaslardır!
Ondandır ki fart-ı zekaya malik mualla Üstadımız mektubun devamında “bizim mahalleye” de bir cümle sarfeder: “Risale-i Nur, ehl-i imanın imanını takviye eder!”
Risale-i Nur’un bu çift kutuplu mesleği, zülcenaheyn mesleğidir, ashabın turukudur, cadde-i kübra-i kur’andır.
Avrupanın kafir zalimleri ve Asya münafıkları “bizim mahallenin” de elmaslarını hırsızlayıp paslanmaya ramak bıraktıkları için, cilalanmaya ihtiyaçları vardı.
Risale-i Nur, Kur’anın feyzi ile onları cilalamıştır.
Etrafında surları yıkılan ve doğrudan doğruya kendini müdafaa eden Kur’an, i’cazını kendine çelik zırh yapmış ve elmaslarını âleme dağıtmaya devam etmiştir.
İşte Risale-i Nur, o i’cazın bir manevi mucizesidir.
Risale-i Nur birbirinden küstürülen dini ve bilimi tekrar barıştırmıştır.
“Hakikat ve mantık”, “bilim ve din” Risale-i Nur ile doğru istikametlerine yönlendirilmiştir.
Bunun müjdesini hem Allah’ın kelamı olan Kur’an, hem onun Habibinin risaletini omuzlarında taşıyan Hazret-i Ali, hem de sekiz yüz sene sonrasını “gayb-bin nazarı ile gören Gavs-ı Azam vermiştir.
Şu ses ise İmam-ı Rabbani’ye aittir: “Mütekelliminden ve ilm-i kelam ulemasından birisi gelecek, bütün hakaik-i imaniye ve islamiyeyi delail-i akliye ile kemal-i vuzuhla ispat edecek.”
Bediüzzaman’ın yorumu: “Zaman ispat etti ki; o adam, adam değil, Risale-i Nur’dur.”
Eski Said, Sünuhat misüllü risalelerinde hep şu hissi-i kablel vukuyu yaşamıştır: “Bir nur çıkacak, bu Osmanlı memleketinin afakında bir nur zuhur edecek!”
Büyük bir ehl-i velayet, Eski Said’e parmağını uzatarak şu sözü haykırmıştır: “Şark tarafında bir nur zuhur edecek, bid’alar zülumatını dağıtacak!”
Bu sesler ve müjdeler sadece Doğu’ya ait değildir.
Eski Said’in “Risale-i Nur”u aradığı bir dönemde (1912) hidayete gelen Batılı büyük mütefekkir ve Filozof Rene Guenon, bütün Batılıların vicdanı namına şöyle haykırmıştır:
“Işık (Nur!) tekrar doğudan yükselecektir”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.