İtaat meselesi ve ‘Nazar’

Biz ehl-i hal olsak da mutabık-ı muktezayı hal’e tam mutabakat etmekle mükellefiz.
Yani her olayı kendi şartları çerçevesinde, o hale uygun tarzda yorumlamak ve o yoruma uygun tarzda davranmakla mükellefiz.
Üstad, 1900’lerin başında verdiği aşağıdaki nutku da bu şekilde değerlendirmekle mükellefiz.

“Ey şanlı asakir-i muvahhidin!
 ........
Cemal ve kemaliniz intizam ve inzibattır! Bunu da hakkıyla en müşevveş zamanda gösterdiniz! Ve hayatınız, kuvvetiniz itaattir! Bu meziyet-i mukaddeseyi en ufak amirinize karşı bile irae eylediniz! Otuz milyon Osmanlı ve 300 milyon İslam’ın namusu artık sizin itaatinize bağlıdır!
Rayet-i tevhid-i ilahî, sizin yed-i şecaatinizdedir! Sizin o mübarek elinizin kuvveti de itaattir!
Sizin zabitleriniz müşfik pederlerinizdir! Kur’an, hadis, hikmet ve tecrübe ile sabittir ki amire itaat farzdır. Malumunuzdur ki 33 milyon nüfus, yüz sene zarfında böyle iki inkılabı yapamadı. Sizin o itaatten neşet eden hakiki kuvvetiniz umum milleti ve İslamiyet’i, medyun-ı şükran etti. Bu şerefi hakkıyla teyid etmek zabitlerinize itaatledir!
Bilirim ki müşfik pederleriniz olan zabitlerinizi mesul etmemek için işe karıştırmadınız, şimdi iş bitti, zabitlerinizin ağuş-ı şefkatlerine atılınız! Şeriat-ı garra böyle emrediyor! Zira zabitler ulu’l-emirdirler! Ve ulu’l-emre itaat farz-ı ayndır. Şeriat-ı Muhammediye’nin muhafazası da itaatledir!”

Şimdi bu nutka ‘kim söylemiş, kime söylemiş, ne zaman söylemiş ve hangi şartlar altında söylemiş” gibi kıstaslar ile bakmaz isek yanlış hüküm çıkarırız.
Öncelikle bu nutuk askerlere verilmiş. “Şanlı asakir-i muvahhidin” diye başlıyor çünkü.

Nutku veren ise Molla Said ile maruf Şarktan İstanbul’a gelip tüm vaktini Alem-i İslam’ın birliği ve Osmanlı’nın bütünlüğüne kafa yormaya ayıran Bediüzzaman.

Nerede vermiş bu nutku? Eski Osmanlı’nın payitahtında yani İstanbul’da vermiş.

Hangi şartlar altında verilmiş? Osmanlı Devleti, parçalanma tehlikesi ile karşı karşıya iken vatanı, milleti korumakla mükellef olan Ordu, Subaylar ve Erler şeklinde ikiye bölünmüş ve çatışmaya başlamış olduğu bir durumda bu nutuk verilmiş.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Padişah 2. Abdülhamid tahttan indirildikten sonra kontrolü ele alan İttihat ve Terakki’nin yaptığı rahatsızlık verici ve irrasyonel uygulamalara karşı, bu Fırka’nın kurucuları olan Subaylara karşı ayaklanan erlere hitaben yapılmış bir konuşmadır.

Çatışmalarda her iki taraf silaha başvurduğu, bir çok askerin ve kumandanın telef olmasının muhakkak olduğu bir durumda bu nutkun verilmesi çok yerindedir.
Bu sayede hariçte düşmana karşı Vatanı, milleti korumakla mükellef olan ordu kendi arasında çatışarak tüm kuvvetini boşu boşuna harcama tehlikesi biraz da olsa engellenmiştir.

Mamafih, bu nutuk o zaman için çok da karşılık bulmamış, imamet cübbesi ancak kurtarılabilmiş ama tarihe ciddi bir kayıt düşülmüştür.
Ordu içerisinde yaşanan bu zararlı ve tamamen faydasız iç çatışmadan sonra Ordu bir daha toparlanamamış ve ardından 1912’de ve sonraki yıllarda büyük mağlubiyetler yaşamıştır.

Halbuki dahilde hak dava etmenin yolu müsbet hareket etmektir. Müsbet harekette şiddete başvurmak yoktur. Şiddete başvurmadan, her türlü hak dava edilebilir ve bu yolla talep edilen haklara büyük bir oran ile kavuşulması mümkündür.

Osmanlı Devleti’nin son yıllarında Başkent’te yaşanan menfur 31 Mart hadisesinde müspet hareket edilmemiş, menfi yollara sapılmış ve bu yüzden de çok büyük sayıda kişi telef olmuştur.

Amma bugüne baktığımızda İslam Coğrafyasındaki çoğu kraliyet ile yönetilen Devletler’de yaşanan olayları iki kısma ayırabiliriz.

nursi_arap_isyanlari.jpg1-Mısır ve Tunus olmak üzere daha çok haklı talep üstünde yürüyen ve muvaffak olan halk hareketleri. Bu halk hareketlerinin “müsbet hareket” bağlamında değerlendirilebileceğini düşünüyorum. Özellikle Mısır’da halk, olabildiğince şiddete bulaşmamaya, silaha sarılmamaya, mahalle timleri kurarak güvenliği sağlamaya çalışmıştır. Bu tarz bir hareket kısa sürede başarılı olmuştur. Kayıplar minumumda kalmış, halk arasındaki kırgınlık çok büyük tahribatlar oluşturmamıştır.

2-Yemen ve Libya’daki hareketler ise baştan itibaren şiddete dönük halk hareketleridir. Özellikle bireysel silahlanmanın çok yaygın olduğu (adeta hobi derecesinde) ve kabilelerin en küçük bir olayda hemen silaha sarıldığı bu iki ülkede halk hareketleri uzun süre başarıya ulaşamayacaktır. Rejimler devrilse bile bu halk hareketleri menfi hareket üstüne bina edildikleri için dışsal müdahalelere açık olacaklar ve iç huzuru uzun vadede ancak bulabileceklerdir. Tüm değişkenlerin değiştiği vade olan uzun vadede belki hiç birimiz bu ülkelerde huzuru görememiş olacağız. Fakat, bu ülkelerdeki halk, menfi hareket etmeyi bırakıp müspet harekete dönerse o zaman tüm dinamiklerde olumluya dönük gelişmeleri hep beraber görebileceğiz inşallah. Aksi takdirde, Kaddafi ve Salih rejimleri yıkılsa bile halk arasındaki kırgınlık ve düşmanlık bitmeyecek ve uzun süre silahlar kılıflarına konulamayacaktır.

Yani, olaylara tek bir açıdan bakıp ta “bu olaylar Üstad’ın bakış açısına aykırıdır” ya da “Üstad, tam da bu tarz halk hareketlerini isterdi, zülme karşı mutlaka karşı koymak gerektiğini düşünürdü” diyemeyiz.

Her ülkede yaşanan olayları, ülke bazında, olay bazında, yerel ve uluslararası dinamikler bazında değerlendirmek ile mükellefiz.

Bizim Risale-i Nur’dan öğrendiğimiz şey, toptancı olmamak, derinlemesine analiz sonrasında kanaate ulaşmaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum