Abdulkadir MENEK
Jön Türkler ve Bediüzzaman Said Nursi
Avrupa'da Osmanlı Devletine karşı bir muhalefet hareketi örgütleyen Yeni Osmanlıları tanımlamak için Avrupalı bazı yazarlar tarafından kullanılan bir kavramdır. Jön Türkler'den Ali Suavi, "Civan Türk ya da Yeni Osmanlılar, Frenk mukallidi bir zümre değil, devleti yani idareyi tecdid edecek efkar-ı cedideye sahib olanlar" (1) diye tanımlamıştır. Avrupa'ya eğitim ve diğer sebeplerden dolayı giden ve yenilikçi fikirler edinen Genç Osmanlılar, birçok fikir ve itikad farklılıklarına rağmen, genel olarak "Jön Türkler" olarak ifade edilmiştir. Hatta daha da öteye gidilerek, Abdülhamid ve uygulamalarına karşı çıkan bütün muhalifler, Jön Türk diye adlandırılmıştır. Yoksa bunları birbirine bağlayan genel bir ideolojiden bahsetmek çok güçtür. Abdullah Cevdet bir ateist iken, Mizancı Mehmet Murad Bey, dini hassasiyetleri ön planda olan bir şahsiyetti.
1867 yılında Mustafa Fazıl Paşa başkanlığında "Yeni Osmanlılar Cemiyeti" kurulmuş ve daha sonra Fransa'da "Hürriyet" isimli bir yayın organ çıkarılmaya başlanmıştır. Bu şekilde başlayan ve yayılan bu hareket, İttihat ve Terakki Cemiyetine zemin hazırlamıştır. Hürriyet Gazetesinden başka, birçok ülkede farklı isimlerde çok sayıda gazete ve dergi yayınlanmıştır. Ahali, Balkan, Muvazene, Rumeli, Islah, Tuna, Meşveret, İstikbal ve Uhuvvet, bu yayın organlarının başlıcalarıdır. Bu yayın organlarında birbirine taban tabana zıt ve çok farklı görüşlerde makaleler yayınlanmıştır. Sultan Abdülhamid, bunların Osmanlı Devletine zarar verdiği düşüncesiyle Jön Türkler hakkında "müfsid" kelimesinin kullanılmasını istemiş ve bundan sonra resmi evraklarda "erbab-ı fesad" tabiri kullanılmıştır. (2)
1906 yılı itibariyle, Jön Türklerin faal mensuplarının 1500 civarında olduğu ve yayınlarına da abone olanların 1000 civarında olduğu belirtilmiştir. Önde gelen Jön Türkler arasında Abdullah Cevdet, Ahmet Rıza, Ahmet Niyazi, İshak Sükuti, Mahmut Celaleddin Paşa, Talat Paşa, Mizancı Mehmet Murat Bey, Dr. Nazım, Said Halim Paşa, Samipaşazade Sezai, Tunalı Hilmi ve Yusuf Akçura gibi isimler sayılabilir. Bu hareket daha sonraları, Ahmet Rıza ve Dr. Nazım Bey tarafından kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti ile siyasi mücadelesine devam etti.
Bu hareketin genişlemesi, kitlelere mal olması ve kan dökülmeye başlanmasından sonra Sultan Abdülhamid, 23 Temmuz 1908'de II: Meşrutiyet'i ilan etti ve Meclis-i Mebusan'ın toplanacağını belirterek, olayların önüne geçmeye çalıştı. Meclis-i Mebusan için seçim yapıldı. Bu seçimde 18 yaşını doldurmuş seçmenler oy kullanarak 2. seçmenleri belirledi. Bu 2. seçmenler de, sancaklarındaki milletvekillerini seçtiler. Nüfusu elli bine kadar olan sancaklara bir, elli binden fazla olan sancaklara iki milletvekilliği kontenjanı verildi. Seçime İttihad ve Terakki Partisi ile Prens Sabahaddin liderliğindeki Osmanlı Ahrar Fırkası katıldı. Osmanlı Ahrar Partisi, bu seçimde orduya dayanan ve devlet imkânları ile seçime giren İttihat ve Terakki Partisi karşısında hiçbir varlık gösteremedi. İttihad ve Terakki Cemiyeti, bu seçim sonuçları ile birlikte devlete ve bütün kurumlara kısa bir sürede hâkim oldu.
Jön Türkler tarafından kurulan İttihad ve Terakki Cemiyeti de, çok karışık bir yapıya sahipti. Bu cemiyetin üyeleri arasında vatanperver, dindar ve milletin menfaatini her şeyin üstünde tutan insanlar olduğu gibi, şahsi menfaatleri için teşkilata giren veya bilerek- bilmeyerek dış güçlerin tezgâhlarına alet olan insanlar da vardı. Tek ittifak noktaları Abdülhamid'e muhalif olmaları idi. Daha çok Harp Okulunda ve Askeri Tıbbiye'de teşkilatlanmış ve büyük bir taraftar kitlesine sahip olmuşlardı. Cemiyette en aktif görev alanlar arasında Posta Telgraf Görevlisi Talat Bey, Kurmay Binbaşı Enver Bey ve Piyade Kolağası Niyazi Bey gibi vatanperver insanlar başı çekiyordu. İttihad ve Terakki üyelerinin dillerinde düşürmedikleri kelimeler "hürriyet, müsavat, adalet ve uhuvvet" kelimeleri idi ve bunları hâkim kılmak için çalıştıklarını söylüyorlardı. 13 Nisan 1909'da patlak veren 31 Mart olayından sonra yönetimi ele geçiren bu kadrolar, tecrübesizlik ve duygusallıklarının kurbanı olacak ve İmparatorluğu da büyük bir felakete sürükleyeceklerdi.
Bediüzzaman, Münazarat isimli eserinde "Jön Türkler" ile ilgili olarak kendisine sorulan bir suale cevap verirken, sosyal ve siyasi hayatta dikkat edilmesi gereken çok çarpıcı bazı tespitlerde bulunuyor: "Sual: Bazı nâs, senin gibi mânâ vermiyorlar. Hem de bazı Jön Türklerin a'mâl ve etvârı pis tefsir ediliyor. Zira bazı Ramazan'ı yer, rakı içer, namazı terk eder. Böyle, Allah'ın emrinde hıyanet eden, nasıl millete sadakat edecektir?
Cevap: Evet, neam, hakkınız var. Fakat hamiyet ayrı, iş ayrıdır. Bence bir kalb ve vicdan fezâil-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadakat ve adalet beklenilmez. Fakat iş ve san'at başka olduğu için, fâsık bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. İşte, şimdi salâhat ve mehareti, tâbir-i âharla fazileti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cem edenler vezaife kifayet etmezler. Öyleyse, ya maharettir veya salâhattir. Sanatta maharet ise müreccahtır. Hem de o sarhoş namazsızlar Jön Türk değiller, belki şeyn Türktürler. Yani fena ve çirkin Türktürler. Genç Türklerin râfızîleridirler. Herşeyin bir râfızîsi var. Hürriyetin râfızîsi de süfehâdır." (3)
Yine Bediüzzaman Jön Türklerle ilgili olarak sorulan başka bir soruya cevab verirken, Jön Türklerin içindeki bu karışık yapılanmaya dikkat çekiyor: "Sual: "Eskiden beri işitiyoruz ki, bazı Jön Türkler masondurlar, dîne zarar ediyorlar." Cevap: İstibdat, kendini ibka etmek için şu telkinatı vermiştir. Bazı laubalilik dahi, şu vehme kuvvet veriyor. Fakat emin olunuz ki, onların masonluğa girmeyen kısmının maksatları dine zarar değildir, belki milletin selametini temin etmektir. Fakat bazıları dine layık olmayan barid taassuba müfritane ilişiyorlar. Demek, hürriyete ve meşrutiyete hizmetleri sebkat eden veyahut kabul eyleyenleri Jön Türk tesmiye ediyorsunuz. İşte, onların bir kısmı İslâmiyet fedaileridir, bir kısmı da selamet-i millet fedaileridir. Onların ukde-i hayatiyelerini teşkil eden, mason olmayan ekseri, İttihat ve Terakkîdir. Ve sizin şu aşairiniz kadar ulema ve meşayih, Jön Türkler meyanında mevcuttur. Vakıa onlarda bir takım edepsiz, çok sefih masonlar dahi bulunur; lakin yüzde ondur, yüzde doksanı sizin gibi mûtekid müslimlerdir. (Hüküm ekseriyete göre verilir.)" (4)
Jön Türklerden oluşan İttihad ve Terakkinin, "31 Mart Olayı" ile birlikte devlet yönetimine bütünüyle el koymasının ve Abdülhamid'in tahttan uzaklaştırılmasının bir dış tertip olduğu, daha sonraki yıllarda, bu olayların içinde aktif olarak bulunanların itirafları ile ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi de Rıza Tevfik'tir. Rıza Tevfik hatıralarında "İngiliz sefiri başta olmak üzere, Fransa ve İtalya sefirlerinden teşvik ve büyük oranda fikri yardım gördüklerini" ifade etmektedir. Rıza Tevfik hatıralarında daha sonra şu ifadelere yer vermektedir: "Nihayet hürriyeti de ilan ettik. Selim Sırrı(Tarcan) ile beraber ben de İstanbul sokaklarında üzerine çıkıp "Yaşasın Hürriyet" nutukları atacak nice basamak taşları aradık." Daha sonraları bir gün Talat Paşa'ya "bu ihtilal için ecnebi sefirlerden hayli teşvik gördüklerini, teşekkür için kendilerini ziyarete gitmelerinin uygun olacağını" söyleyen Rıza Tevfik, Galatasaray'daki İngiliz Sefaretine gittiklerini ve orada kabul edilmediklerini esefle ifade etmektedir.
Rıza Tevfik bu kabul edilmeyişin sebebini yıllar sonra bir İngiltere seyahatinde, eski dostu ve Türkiye Büyükelçisi Lord Nikılsın'dan öğrenecek ve bir kez daha büyük bir üzüntü duyacaktı. Lord Nikılsın bu görüşmede: "Dostum Rıza Tevfik Bey. Biz Jön Türkleri teşvik ettik. Onlardan büyük bir netice bekliyorduk. İhtilal olacak; istibdad ile beraber sultan da ve bahusus temsil ettiği Hilafet müessesesi de alaşağı edilecek. Fakat aldanmış olduk. Beklediğimiz neticeyi alamadık. Zira ihtilal yaptınız, gerçi Kanun-u Esasi geldi, fakat Sultan da ve hele hilafet müessesesi de yerinde baki ' Biz Mısır'da, bilhassa Hindistan'da İslam kitlelerini idaremiz altına alabilmek için milyonlarca altın harcadık, muvaffak olamadık. Hâlbuki Sultan? Yılda bir defa bir "selam-ı şahane", bir de Hafız Osman Kur'an-ı Kerim'i gönderiyor, bütün İslam ümmetini, hudutsuz bir hürmet duygusu içinde emrinde tutuyor. İşte biz ihtilalden ve siz Jön Türklerden ihtilal sonunda Sultanların da, Hilafet'in de, yani bir selam-ı şahane ve bir Hafız Osman Kur'aniyle kitleleri avucunda tutan kuvvetin de devrilmesini bekledik, aldandık. İşte bu sebeple bir soğuk âdem-i kabul gördünüz" (5) diyecek ve İngiltere'nin gerçek niyetini ortaya koyacaktı. İngiltere, bu menhus hedefinden asla vazgeçmeyecek, Hilafetin doğrudan Türk Hükümeti eliyle kaldırılması fikrini, 1923'te Lozan'da kabul ettirecekti.
Dipnotlar:
1- TDV İslam Ansiklopedisi, 23. Cilt, M. Şükrü Hanioğlu, Sayfa:584
2-TDV. Age, Sayfa: 586
3-Münazarat, Sayfa:56
4-Münazarat, Sayfa: 80-81
5- Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 6. Baskı, İstanbul 1990, Sayfa:135-137
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.