B. Said ÇİFTÇİ

B. Said ÇİFTÇİ

Kaç dil biliyorsan o kadar küreselsin

Önce bir hususu açıklığa kavuşturmak lazım: Bir yazarın yazısında söz ettiği istekleri yazdıklarıyla ve esas anlam ile sınırlıdır. Bir yazıda ele alınan bir konudan söz ediyor olmak, başka konulara karşı-taraf olduğumuz anlamına gelmez. Böyle anlam çıkarmak demogoji-cerbeze olur. Kürtçe anadilinde eğitim hakkını savunmak, başka dillerin öğrenilmesine veya başka dillerde de eğitim görülmesine engel değildir. Bir yazıdan böyle anlamlar çıkarılamaz.

 

Kürtçe anadilinde eğitim alma hakkı Kürt bir ailede dünyaya gelmiş, Kürt dilini konuşan ve kendisini Kürt olarak tanımlayan insanların, vatandaşlarımızın hakkıdır. Bunu savunuyorum. Bunun ötesinde Kürtler Türkçe bilmesin, Arapça öğrenmesin, yabancı ülkelerde Kürtçe iletişim kursun şeklinde bir değerlendirme yapmak anlamlı değildir. Ben kendim için istediğim gibi, tüm ehli iman kardeşlerim için de isterim ki, keşke herkes Türkçe bildiği kadar İngilizce de bilse, Kürtçe ve Arapça da öğrense, keşke ben yarım bıraktığım Farsçayı da konuşabilsem. Keşke Kürtçe de öğrensem. Bunda bir sorun yok.

Çünkü ne kadar dil biliyorsam, o kadar insanım!

 

İnsanların bir emek sarf etmeden sahip oldukları bir şeyle övünmeleri anlamsızdır. İnsanın ırkı, derisinin rengi, fiziksel tipi, güzelliği, doğduğu aile, anne ve babası, soyu-sopu, aileden öğrendiği anadili, babasının zenginliği-fakirliği vb. bir övünç ya da bir sorgu nedeni olamaz. Çünkü bu sonuçlarda bir seçim ve bir irade söz konusu değildir. İnsan övünüyorsa –Allah’ın izniyle- mü’min olduğu, hidayet, muhabbet, dayanışma, yardımlaşma, anlayış gibi manevi değerlere sahip olduğu için övünmeli (ki, bunlar da övünç nedeni olamaz!), ekonomik gelişmişliği ve kalkınmışlığı, ürettikleri, icat ve keşifleri, insanlığa neler kazandırdığı, neler kattığı, vb. dini-dünyevi kazanımlarıyla övünebilir.

Bir insan kalkıp da “Ne mutlu Türküm diyene!” derse adama sorarlar: Neden Türk olduğunu söylediğin için mutlusun? Türk olmak senin seçimin değil ki! Kaldı ki özellikle Anadolu’da ırkların fena halde karışmışlığı nedeniyle bu yargı antropolojik olarak da doğru değil. Ama bir insan kalkıp Türklerin insanlığa ve dine yapmış olduğu hizmetlerden, bu hizmetlere kendi yapmış olduğu katkılardan dolayı övünüyorsa ve bu övüncüne -Allah’ın izniyle- bunda bir hakkı olduğu (belki!) söylenebilir. Bu kıyas tüm ırklar için geçerlidir.

Irkçılık demek sadece kendi ırkının üstünlüğünü söylemek değildir; ırkçılığı tarih ırkçılığı, dil ırkçılığı, kültür ırkçılığı vb. çeşitlendirebiliriz. Irkçılık belasının sonuçlarını tümüyle yansıtan 20.yüzyıldan sorun, bakın ne cevaplar alacaksınız!

 

Devlet yıllardır Almanya’daki Türklerin anadilinde eğitim almaları için çaba sarf ederken, kalkıp biz bunu neden yaptığımızı düşünüyor muyuz? Oysa şöyle düşünmek mümkün: Bir Türk Almanya’da Türkçeyi öğrense ne olacak? Zaten herkes Almanca konuşuyor. Okullar Almanca eğitim veriyor. Almanca sınavlar yapılıyor. Üstelik İngilizce de öğreniyorlar, çok azınlık bir grubun konuştuğu Türkçeyi öğrenmeye ne gerek var? Evet var, oradaki Türkler de Türkçeyi öğrenmeli. Almancayı da. İngilizceyi de. Zaten Latince zorunlu ders. Lütfen biraz empati!

 

Özetle: Bediüzzaman Hazretleri Medresetüzzehra projesinde ÇOK DİLLİ EĞİTİMİ savunmuştur. Bu dillerden biri yaygın konuşulan, İslami ortak dil olan Arapçadır. Bunu, bugün İngilizce ile birlikte düşünmek gerekir. İkinci dil okulun bulunduğu bölgenin yerel dilidir. Bu Kürtçedir. Başka bölgelerde bu dil değişebilir.  Üçüncüsü ise yazım dili olarak Osmanlı Türkçesidir. Bediüzzaman Kürtçe düşünüp Türkçe (Osmanlı Türkçesi) yazdığını söyler. Türkçe (Yalnız şimdiki iğdiş edilmiş Türkçe değil!) gerçekten edebiyat dilidir. Buna işareten Bediüzzaman Sünuhat’ta bizde gelişen tek şey olduğunu söyler, o da “edebşikenane (edeb kırıcı) fikr-i edebiyat!” der. 

 

Yine Sünuhat’ta Avrupa mukallidi sahte hamiyet maskesi takan Tanzimat aydınlarını Batıyı körü körüne ve hayranlıkla taklit etmelerinden dolayı kınayarak şöyle der: “Hamiyet ise, muhabbet, hürmet, merhametin netice-i zaruriyesidir. Onsuz olmaz ve illâ yalandır, sahtekârlıktır. Nefret, hamiyetin zıddıdır. Mutaassıplara hücum eden Avrupa’nın kâselisleri (çanak yalayıcıları), her biri yüz mutaassıp kadar meslek-i sakîminde (alçak mesleğinde) mutaassıptır. Bunlardan birisi Shakespeare medhinde ettiği ifratı, şayet bir hoca o ifratı Şeyh Geylânî medhinde etseydi, tekfir olunacaktı.”

 

Yani İngilizce, Fransızca veya Almanca konuşursan aydın oluyorsun, Kürtçe veya başka bir yerel dili konuşuyorsan bölücü oluyorsun! Yapmayın Allah aşkına!

 

Özetin özeti:  İnsan öğrenebildiği kadar dil öğrenmelidir. Anadilinde eğitim almak anasının diliyle doğan ve büyüyen her vatandaşımızın hakkıdır. Bu teorik düşüncenin Türkiye ölçeğinde uygulanma basamaklarını da yazdım. Burada, Türkçenin dışlanması veya başka dillerin öğrenilmemesi gibi bir durumdan söz etmiyoruz. Tüm bu çeşitlilikler ve “semâvât ve arzın yaratılması, lisanlarınızın ve renklerinizin farklılığı, O’nun ayetlerindendir.” (Rum, 22)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum