Yasemin YAŞAR
Kafirde mümin, müminde kafir vasıflar
Günümüzde kafir ve mümin tiplemelerine şöyle bir nazar ettiğimizde, kafirde zaman zaman mümince tavırlar, müminde de kafirce tavırlar gözlemlemek mümkün.
Yalan ile doğrunun aynı tezgahta satıldığı bir zamandayız. Gerek kafir gerek mümin çarşısında her ikisini de görmek mümkün. Gaddar siyaset ve zalim propaganda birbirini karıştırdığı gibi, beşerin kemalatını da karıştırmıştır. (Hutbe-i Şamiye, s. 41.)
Bu gün ehl-i küfür gerek ferdi ve gerekse millet çapında Müslümanlardan aldıkları güzel ahlak ve seciyelerle terakki ederken, Müslümanlar fiyat olarak kötü ahlaklarını ve seciyelerini bırakmışlardır. Müslümanlardan hırsızladıkları seciyeler onların terakki esasları olmuştur.
Kafirlerin müslümanca tavırlar taşıması onların ahlak-ı âliye taşıdıklarından değil, Müslümanların âlî ahlaklarını taklit etmelerindendir. Müslümanların kafirce tavırları da ahlak-ı seyyiatlarından değil, kafirin kötü ahlakını taklitten kaynaklanır.
Dünya üzerinde kafirleri geçici de olsa galip getiren onların müminane sıfatlarla muttasıf olmaları yatar. Müslümanların mağlubiyetinin altında da kafir sıfatlarla kirlenmiş olmaları bulunur.
Demek oluyor ki, bu gün galip olan Batının kendisi değil, onlarda Müslüman sıfatlardır. Mağlup olanlar da Müslümanlar değil, Batıdan alıp taklit ettikleri kafir sıfatlardır.
Bu durumun sonunda akla şöyle bir soru gelir: Ehl-i küfürden Müslümanlara ait sıfat ve seciyeler nasıl sudur eder?
İnsanlık tarihine bakacak olursak, ruhu geliştiren, vicdanı mükemmelleştiren, aklı inkişaf ettiren şeyler şeraitlerdir, dinlerdir, imtihan sırrıdır ve de peygamberlerin gönderilmesidir.
Tarihte hiçbir dava yalan üzerine bina edilmemiştir. Yani gerek maneviyat önderleri ve gerekse maddi buluşlar yapan insanların hayatları incelendiğinde hepsinde vicdanlarını, ruhlarını ve akıllarını inkişaf ettiren inançları olmuştur. Hak dinden beslenen veya faydalanan insanlar maddiyat ve maneviyat önderleri olmuştur.
Gerçi şeriat ikidir: Birisi bildiğimiz meşhur şeriattır. Diğeri ise şeriat-ı tekvinidir. Yani adetullahın ve fıtri kanunların tazammun ettiği şeriattır. İşte bu fıtri kanunlar ve adetullaha uygun her fiil ve davranış, tevfiki ve başarıyı netice verir.
Dolayısıyla bu gün kafirlerdeki bu vasıflar, şeriat-ı tekviniyeye imtisalin insanlık tarihindeki tezahürlerinden kaynaklanır. Yani nerede bir güzellik, hak, hakikat ve başarı varsa, muhakkak bir hak dinin izini ve özünü taşır.
Şöyle söylemek mümkündür ki, kafirlerin müminane tavır ve seciyeleri, ihtiyarî bir kabulden ziyade, dolaylı ve ızdıraren bir kabul niteliğindedir.
Cenab-ı hakkın Rahmeti umumidir. Bu rahmete küfür mani değildir. Eğer ilim ihsan edilmişse, ilimle amel etmek gerekir; eğer zeka verilmişse, onunla ilim kazanmak gerekir; kudret verilmişse, çalışmak gerekir; akıl verilmişse marifetullah gerekir.
Dolayısıyla kim bu tekvini kanunlara uyarsa, hem Allahın yardımını (tevfik) hem de başarıyı elde etmiş olacaktır.
Akla gelen ikinci bir soru da, ehl-i küfrün ehl-i hakka geçici de olsa galip gelmesinin hikmeti nedir?
Bu sorunun cevabı gerek şahsi ve gerekse içtimai hayata nazar edilerek verilebilecektir.
Her hakkın her vesilesi hak olmadığı gibi, her batılın her vesilesi de batıl olmak lazım gelmez. Yani Müslümanlar hedeflerine doğru yürürken, vasıtaları da hak kullanmak durumundadırlar. Eğer bir ehl-i küfür batıl davasında hak bir yolu kullanıyorsa, geçici de olsa batıl hakka galip gelir.
İkinci bir nokta, kafirlerin Müslim olan vasıfları Müslümanlardaki gayr-i meşru vasıflara galiptir. Çünkü Cenab-ı hakkın rahmeti umumidir. Bu rahmete küfür mani değildir.
Üçüncü bir nokta, yukarıda da geçtiği gibi, kafirlerin tekvini şeriate itaatleri, buna karşın Müslümanların meşhur şeriate uymalarıyla beraber tekvini şeriate uymamaları mağlubiyete sebep olmuştur. Oysa, dini şeriate uymanın sevabı da cezası da ahirettedir. Şeriat-ı tekviniyeye itaatin sevabı da cezası da dünyadadır. İşte bu noktayı idrak edemeyen Müslümanlar Cenab-ı hak tarafından tevfiksizlikle tokatlanmaktadır.
Dördüncü bir nokta ise, Müslümanlardaki müslümanca tavırların unutulmaya yüz tuttuğu yani hak kuvvetsiz kalmaya başladığı zaman, ona bir inkişaf gerekir. Hakkın parlaması ve yaşanılır hale gelmesi için, batıl ona musallat olur.
Elbetteki hak galip gelecektir. Fakat Müslümanların her vasfının Müslüman olmasının vacip olması gerektiği gerçeğini hatırlayıp, İslamiyetin esaslarıyla mücehhez oldukları zaman ve din için dünyayı dünya için dünyayı terk etmedikleri zaman galip olacaklardır.
Bu gün Avrupa, şeriat-ı tekviniyeye imtisalin sonucunda terakki etmiş, fakat manevi buhranlarından kurtulamamıştır. İşte bu yüzden bir arayış içine giren batıl Avrupa, yaşadığı hadiselerin hikmetlerini okuyarak, meşhur şeriate yaklaşmıştır.
İki dünya harbini doğru okuyan Avrupa, faniliğin anlamını ve maneviyat boşluğunun farkına varmış olmalı ki, hak din arayışlarına girmiştir. En son yaşanan küresel krizi de doğru okuyup, belki de İslam medresesinin en son ve önemli derslerinden biri olan iktisat düsturlarını kabul edeceklerdir. Zira bu olayları ilahi ikaz diye nitelendiren Avrupa, iyi bir hikmet okuması yaparak, yanlışlarından ders alacaktır. Daha bir Müslümanlaşacaktır.
Bizlerdeki durum ise, yaşananlardan ders almak yerine, birbirini suçlamak, Avrupa ortaçağ karanlığındaki Engizisyon Mahkemelerinin bir benzerini medya vasıtasıyla gerçekleştirmektedir. Bir an evvel, gerek kurumların gerek siyasi partilerin gerek halkın birbirlerini suçlamak ve şamar oğlanı aramak durumundan vaz geçip, İslam medresesi rahlesine oturup, tedrisata başlaması gerekir.
Korkarım ki, içtimai hayatı zir-ü zeber eden ve dünyayı bu hale getiren faizin haram olması düsturu, Avrupanın kanunlarına girip, oradan bize gelecektir. Biz Müslümanlar için ne kadar üzücü bir durumdur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.