Kalpten Kalbe…

Bir kalp ki basiretlidir, bilir. Kalp vardır ağlar ve üzülür. Kalp vardır kainat kadar aşkı içine alır yine de doymaz.

Bazı kalpler oruçludur dünyaya ve günahlara, gözü ile Rabbini müşahede eder.

Yanılmaz ve huzurlu bir kalp vardır, yanlış yola sapmaz. Sevinçlidir ve huzurludur o kalpler “ircii” sesleri ile mugaddidir. Doygundur gözü ve gönlü… Sönmeyen bir kalp vardır narı aşk ile ateş alır, havaya biner hüdaya gider. Kalp vardır, yüzünü çevirir hakka veya halka.

Kalbin bazısı hiddetlenir, gadabına yenilir. Ama bazen olur ruhun derece-i hayatına çıkar ve yükselir muhatabiyet makamına. Allah ile konuşur, zirveleşir tüm koordinatlarıyla.

Bazen olur tokat yer mecazi sevgililerden. Kırılır o mücella elmas ve üzülür hayata ve insanlara karşı başını büker alır gardını ve büzülür tüm eşya ve hadiselere… Ama bazen olur ki o kalp, o et parçası, devasa bir ayna olur. Tüm esmayı bağrından açar kainata. Kainata meydan okur. Sonra alır tüm dağınıklığını içre doğru noktalaştırır ve küçülür nefsinde. Kainatın Allaha olan mazhariyetinin küçük bir misalidir artık o…ne de olsa kalbin açılımı olan kainatın özetidir o artık.

Kalbin bazısı çabuk kirlenir. Bazısı yasakçı bırakır. Bazı kalpler selimdir, emindir. Bazen olur ki eğlenir ve keyiflenir. Bazı zamanlar çekilir istirahatgahına, ve kulağını alemlerin mana yönüne çevirir. Onu bazen sözlerinden anlamayan nefisle yaka-paça olurken görürüz. Bazen de kapısına koyduğu vicdan yasakçısına emir verirken.

Bazen dünyaya sarılırken dikkatimizi çeker. Bazen kuvvetli bir şahenşah gibi coşarken… Olur ki bazı vakti zamanlarda hafifçe irtifa kaybeder, bazen de konuşur o Beytullah, dili vardır onun kuvveti kelimelerdir, kelimeleri ise aşk…

Ama bazen o kendisini, anlamayanların yanında bulur ve buruktur o kalbin gözbebeği. Bazen ziyası ile coşar, teneffüs eder o kalp ve uyanıktır. Niyeti sağlamdır, ürperir cehennemden –aynen cennet misalinde tebessüm eden siması gibi- ama gaflet boğamamıştır kalp(ettirmiştir) bütün müspet halleri menfiye. Hırsızlara karşı temkinlidir yol vermez ki girsin o kutsi mabede.

Aslında o’nun; Dışı sahray-ı kesrette içi umman-ı vahdettedir.

Ama bazı kalpler vardır, marifete karşı yorulmaz ve tok olmaz bir iştiha taşır, safiyeti, berraklığı ile göz kamaştırır, seyahat eder o ali seyyah. Asırlara basarak yükselir o saadetli asra ve kainatı karşısına alır yaratanını sorar ve ellibeş lisanla şahid olur kainat. Yolculuğu meraklıdır, hasbidir. Rabbim ne istiyor? Der o kalpler. Ruh cesede kalple galiptir, aşkla maşuktur, felah bulmuştur ve en önemlisi de ‘’akleder o akli kalpler. ’’

Ama imtihan dünyası ya işte bazen nispete girer kalpsiz bir kalp olur. Yerinde durmaz, aidiyetini/abdiyetini unutur. Ruhunda arkadaş edinememiştir. Basiret/feraset nurunu çaldırmış amele gibidir. Ruhu cesedinden sıyrılamamış, maddesi manasıyla hemhal olamamış. Fer kalmayan duygularıyla alem çarşısında müsrif edayla ayak sürter. Günahların o renkli hani o cıvıl cıvıl yollarında çamuru hamur zanneder. Tutmaz ekmeği. Bozuk maya çalmıştır.

Bazen İçini deldirmiş bir çekirdek gibi, kendisini insanların ağzına/midesine düşüren sahibinden yakınır ama nafile. Çürümeye yüz tutmuş güzide bir mecnun gibi girmiştir o çıkmaz sokaklara. Nefsini şefkatine boğdurmuş anne gibi serseri aylaklara çevirir benliğini. Hissetmeyi bilmez ki o, akletmenin hissetmeyle sarmalandığına inansın. Yolunu her kesen namahrem afişlere göz verir, ıssız sokak lambaların cızırtısı ile tutturur türküleri. Katre dürbün gözüyle isyan eder karanlık gecelerde gerçek güneşine.

Zühre çiçeği misali olarak dikilir karşımıza o kalp, başını eğmiştir nefsine. Güzele çevirmediği siması, nefsinde darmadağın olmuştur. ‘’Ben’’ der onu unutmak için. Sen demez ya da o’na gitmez. Yapayalnız şarkılarıyla hükmedemez kalbine. E tabi belki de haklı. Bin bir hislerle hislenmiş bir kalbin yalnızlığı da bir o kadar asildir.

Uğur böceği gibi güvenmiştir beline. Tüm karanlığa hapsettiği dostlarını bırakıp belindeki ışıkçığa güvenir, unutur hakikat güneşini, arkasına bakmadan nefsinde yanan her parıltıyla etrafını yalnızlaştırır.

Ama bazen İstiğfara mecali kalmayan cüretkar elleri ile tenkit eder rabbini. Bir gece yolcusu misali gibi bilmez güneşi. Tabiatı yarasalaşmıştır, reşhaya sormaz rabbini. Renkler ve hususiyetler dağıtmıştır onun kalbini.

Nakışlı bir çiçeğim BEN der. Kamere aşık olmuştur bilmez sonsuz güneşi. Reşha der ona, başını kaldır o hevayı nefisten safi bir niyetle muhabbet damarlarını aç. Genişle esmanın bağrına doğru. Tam denk gel ulvi alemlere karşı.

Ama gel gör ki, kalbin hikayesi ahzandır. Hüsnü hatimeye bağlayamamıştır kendisini.

Ölü ve mefluç olmuştur, hayra ve nura karşı. Maddi ve manevi gayelerini unutmuş, bir sonbahar yaprağı gibi sararıp solmuştur. Düşmesi an meselesidir toprağa. Hiçlik toprağında parçalanmayı göze alan merhametsizlere teslim etmiştir o aziz kalp emanetini. Aslına dönerken unutmuştur o, çürümenin dirilme olarak yenilendiğini.

O artık mağluğtur. Zafer nidalarını unutmuş paramparça bir nisyanvaridir.

Ölmüştür nefsi arzularda.

Pusulasını kaybetmiş, ifsad olmuştur artık o.

Abdullah Korkmaz

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.