Metin KARABAŞOĞLU
Kaptanımız kim?
Marshall Mcluhan'ın “Medium is message” cümlesi, iletişimin altın kuralı olarak aktarılır her keresinde. McLuhan’ın belirttiği üzere, “Mesajı, aracı belirler.”
Esasında bu, koca Mevlânâ’ya atıfla duyduğumuz bir sözü çağrıştırır: “Ne kadar söylersen söyle, anlatabildiğin, karşıdakinin anladığı kadardır.”
Vâkıa buysa, destansı bir hayat yaşayıp kalblerde ve zihinlerde tınısı hep işitilecek ‘hoş bir sadâ’ bırakarak bu dünya gurbetinden göçüp giden güzel insanların eserlerine hususî bir dikkatle teveccüh etmekliğimiz gerekir. O güzel insan o eserinde ne demek istediyse onu dosdoğru ve tastamam anlayacak; eksik anlama, fazladan mânâ yükleme, hele ki söylenmek istenen sözü çarpıtma veya saptırma gibi arızalardan bizi uzak tutacak azamî bir dikkatle… Bediüzzaman’ın bir mektubunda Nur’un talebesini tarif ederken kullandığı iki ifadeden biri ‘teselli ve taltifte birer şefkatli kardeş’ iken, diğerinin ‘ders müzakeresinde birer zeki muhatap’ olması bilmem ki bu sırdan mıdır?
Risale-i Nur’la ilgili okumalara ve bu okumalara dayanarak geliştirilmiş anlayış ve yaşayışlara baktığımızda, zaman zaman, McLuhan’ı da, Mevlânâ’yı da maalesef bir kez daha haklı çıkaran örnekler çıkar karşımıza.
Benim açımdan, İhlas Risalesi üzerinden geliştirilen birçok yorum ve birçok anlayış (ve elbette bu yorum ve anlayış üzerine bina edilen kimi uygulamalar) insana ‘maalesef’ dedirten durumlar arasındadır.
Risale-i Nur ortak paydasında biraraya gelen mü’minlerin küçük-büyük, genç-yaşlı, avâm-havas, eski-yeni ayrımına girmeden ‘kardeşlik’ temelinde buluşmasının zeminini tesis eden bu risale, yazık ki, müellifinin asla murad etmediği iki yönde de istimal olunabilmiştir ve olunabilmektedir:
“Kardeş kardeşe peder olamaz; mürşid vaziyetini takınamaz” gibi, “Birbirinin önüne tekaddüm ederek tahakküm etmez” gibi uyarılar içermesine rağmen, bu risale kimi zamanlar kardeşin kardeşe babanın oğluna baktığı gibi bakıp mürşidin müridine davrandığı gibi davranabildiği; bu hizmette bir tekaddümü, yani yaşça veya daireye giriş tarihi itibarıyla veya hizmetçe bir tekaddümü olanın tahakküme de teşebbüs edebildiği durumların da ‘dayanağı’ olarak kullanılmak istenebilmiştir.
Özellikle iki İhlas Risalesi beraberce düşünüldüğünde, Risale-i Nur talebelerini sair mü’minlere ve sair mü’min cemaatlerine yönelik muhatabiyetinde itidal ve dikkate davet ettiği halde, bu risaleden sair mü’minlere bir derece yabancılaşmış, bir derece soğuk ve uzak dar bir ‘cemaatçi’ anlayışın meşruiyet zemini olarak okunabilmiştir.
Böylesi bir sonuca yol açan okumaların nasıl bir dikkatsizliğe eşlik eden anlam kaymalarıyla mümkün olabildiğini, Bediüzzaman Said Nursî’nin İhlas Risalesi’nin “ikinci düstur”u içinde yer alan bir cümleyle görürüz. “İşte ey Risale-i Nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları” gibi, ilkinin yol açması muhtemel bir ‘ayrıştırma’ya karşı Allah’ın kelamına hizmet eden herkesi yol arkadaşları hanesine dahil eden bir ifadenin dikkatle ve rikkatle eklendiği bir paragrafta, ardı ardına üç cümlede üç teşbih kullanır Bediüzzaman:
“Sizler ve bizler, öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselam’a ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz…”
En başta, “İşte ey Risale-i Nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları” ifadesinin hemen ardından gelen ‘sizler ve bizler’in ayrıştırıcı değil kucaklayıcı ‘farklılık içinde birlik’ mesajına elbette dikkat! İlk iki cümledeki, bu yolda çalışan herkesi aynı bütünün imtiyazsız cüz’leri olarak gören kardeşâne bakışa da. Ama dikkatimi bilhassa celbeden, üçüncü cümledir; ve bu üçüncü cümlenin okuyanlar tarafında hatırı sayılır bir ekseriyetle gördüğüm algılanış biçimidir.
Dikkat edersek, ‘Risale-i Nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları’ sıfatını taşıyan ve ‘sizler ve bizler’ zamiriyle tarif edilen insanları ümmet-i Muhammed’i sahil-i selâmet olan ebedî Dârüsselam’a çıkaran bir ‘sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeler’ olarak tarif eder Bediüzzaman.
İfadeler, manidardır. İçinde olduğumuz hizmet-i Kurâniye gemisi, bir ‘sefine-i Rabbâniye’dir bir kere. ‘Sizler ve bizler’ ise, o rabbânî gemide çalışan ‘hademe’ler.
Peki kimdir bu geminin kaptanı?
Kimi zaman dilimizin, dilimizin konuşmaktan çekindiği zamanlarda ise lisan-ı halimizin söylediği şey; ya kendimizi o geminin ‘kaptanı’ konumuna oturtmaktır, ya Risale câmiası içinde ait olduğumuz grubu veya onun önderini ‘kaptan’ olarak görmek, veyahut bir bütün olarak Risale-i Nur şakirtlerine bir ‘kaptan’ misyonu biçmek… Baksak, Risale-i Nur câmiası içinde fertler veya gruplar arasında yaşayan bunca rekabet ve gıll ü gîşın ardında gizli veya açık bir ‘kaptanlık’ dâvâsının tesiri vardır. Hâkeza, Risale-i Nur câmiası ile başkaca vesile ve yollar ile Kur’ân’a hizmet etmeye çalışan sair cemaatler arasında yaşanan gerilimlerde de.
Halbuki, Bediüzzaman’ın o bir cümlede söylediği söz açık, ‘sizler ve bizler’e biçtiği konum berraktır: hademelik.
İster dün bu hizmete gönül koymuş olalım ister elli senedir, ister şu istidadda olalım ister bu istidadda, ister şu gruptan olalım ister bu gruptan, ister Risale camiasından olalım ister başka bir hizmet-i Kur’âniye okulundan, konumumuz da, işimiz de bellidir: hademelik. “Sizler ve bizler (…) sahil-i selâmet olan Dârüsselam’a ümmet-i Muhammediye çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede çalışan hademeleriz.”
Cümle apaçık; bizler ancak hademeleriz.
Peki, kaptan kim?
Aslında, onun tarifi de cümlede açıklıkla duruyor: Bir ‘sefine-i Rabbâniye’de, Rabbin kendisinden başka, kim kaptanlık dâvâ edebilir ki?
Sözün kısası; âlemlerin Rabbi, ümmet-i Muhammed’i sahil-i selamet olan Dârüsselam’a çıkaracak rabbânî sefinede, bir ‘ihsan-ı ilâhî’ olarak hepimizi istihdam ediyor. (Sahil-i selâmet olarak Dârüsselam’ın, yani ebedî esenlik yurdu olarak cennetin tarif edilmesindeki uhrevî vurguya ve dünyevîlikten azamî uzaklığa ayrıca dikkat!)
Hepimiz bu gemide çalışan hademeleriz; ve hepimiz bu gemide bulunmakla Rabbimizin istidadımıza münasip bir işte çalıştırılıyoruz. Bir de gizli açık ‘kaptanlık’ dâvâsı işin içine girmesi, sanırım herkes birbirini daha iyi anlayacak, birbirine daha fazla arka çıkacak ve birbirini daha fazla sevecek…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.