Mehmet ÖZÇELİK
Kardeşlik
Kâinatın mayasını oluşturan maya muhabbettir. Muhabbetin neticesi ise uhuvvettir.
Kur’an-ı Kerim’de şu ayetlere bakalım:
”Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz. Ey inananlar! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar, belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın; inandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir addır. Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerdir. Ey inananlar! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin suçunu araştırmayın; kimse kimseyi çekiştirmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksinirsiniz; Allah'tan sakının, şüphesiz Allah tevbeleri daima kabul edendir, acıyandır.”(1)
“Toptan Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.”(2)
Allah Kur’an’da sürekli uhuvvete teşvik ederken,bir yanda kardeşliği engelleyecek manileri ortadan kaldırmak için bazı esaslar ortaya koymaktadır.
Mesela cemaatla kılınan namazın yirmi yedi derece sevabının olduğunu söyler, bununla teşvik ederken,diğer yandan da mü’minin mü’mine ancak üç gün küs olup,ondan sonrasının da düşmanlığa,kin ve nefrete sebeb olacağından dolayı yasaklamıştır.
Efendimiz;Mü’minlerin bir binanın taşları gibi olduğunu,bir bütünlük içerisinde ve birbirinden ayrılmaz parçalar olduğunu söylerken,her bir parçasını da bir bütün olarak değerlendirmektedir.
Bir vücudun âzaları gibi olduklarını ifade ederken;aynı şeyi düşünen,aynı şey için kalbi çarpan,aynı kıbleye yönelib aynı kitabı okuyan,aynı peygambere inanıp aynı dünyanın atmosferi altında yaşayarak,farklı farklı da olsa,hepsinin aynı hedefe yönelik olduğunu ifade eder.
Hazırlanan bir yemeğe göz,kulak,ağız,dil,burun,mide farklı farklı kendi açısından o yemeğe baksalar da, birbirlerini tamamlayıp,birinin eksikliği o nimetten alınacak zevki de eksik bırakır.
Bütün organlar hep birden o yemek üzerinde bir birlik içerisinde düşünür,eğilir ve hareket ederler.
Mü’minler başkalarının günahıyla sorumlu tutulamazlar.
Mü’minleri birbirine bağlayan ortak noktalar gayet çokluktadır.Bütün bunlar birlik ve beraberliği gerektirirken,geriye kalan farklılıklar da af ve musafaha ile değerlendirilmelidir.
Kardeşliğin en güzel örneği asrı saadettir.Bu konuda Efendimiz bizler için nümune-i imtisaldir.
İsar hasleti olan;kardeşinin nefsini kendi nefsine tercih etmede en önde onlardır.Nitekim âyette:”Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile onları kendilerine tercih ederler.”(3)
Bu âyetin nüzulüne sebeb olan olay ise şöyle gelişir:
Peygamber Efendimize bir ihtiyaç sahibi gelerek,aç olduğunu,ihtiyaç durumunda olduğunu söyleyince Efendimiz evine haber salarak bir şeyler,yiyecekler vermelerini söyler.
Evden gelen haberde “Yiyecek hiçbir şeyimiz yok.”cevabı olur.Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav), “Bu arkadaşımızı bu gece misafir edecek kimse yok mu? Ki Allah ona rahmet buyursun” der. Derhal Ensar’dan Ebu Talha bir ok gibi yerinden fırlayarak, “Ben ya Resulallah, ben misafir edebilirim!” der. Ve misafiri alıp evine götürür.
Ebu Talha (ra) hanımına, “Rasulullah’ın misafiridir, açtır, bir şeyler ikram edelim” der. Hanımı ise, “Rasulullah’ın misafiri başım üstüne bey, ama vallahi şu anda benim yanımda bir kız çocuğumuzun yiyeceğinden başka bir şey yoktur!” diyerek ızdırabını dile getirir. Bunun üzerine Ebu Talha, “O halde kızımız akşam yemeği istediği vakit onu uyutuver ve kandili de söndürüver ki, misafirimiz, benim kaşığı boş götürüp boş getirdiğimi fark etmesin ve Rasulullah’ın misafiri için biz bu geceyi aç geçiriverelim” der. Ve gerçekten de öyle yaparlar.
Ertesi gün misafir Rasulullah’a hoşnutluğunu bildirir ve Rasulullah (sav) da Ebu Talha (ra)’yı çağırarak o gece onun hakkında inen âyeti okuyarak, Allah ve Rasûlü’nün hoşnutluğunu müjdeler.
Bunun üzerine bu âyet nüzul eder.
“Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.”(4)
Yermük savaşında da bunun benzeri görülür.
Yermük savaşında yaralılar arasında dolaşan ve amcasının oğlu Haris'i arayıp bulan Hazreti Huzeyfe,ona su isteyip istemediğini sorar. Tam su vereceği sırada İkrime'nin (ra) su isteyen sesi duyulur. Bu ses üzerine suyu içmeyen Haris (ra), suyu İkrime'ye götürmesini işaret eder. Hz. Huzeyfe İkrime'ye su içireceği sırada da, Hazreti İlyas'ın (ra) su isteyen sesi duyulur. Sesi duyan İkrime (ra) de suyu içmeden İlyas'a götürmesini işaret eder. Hazreti Huzeyfe, Hazreti İlyas'a suyu götürünce vefat ettiğini görür ve suyu içiremez. Bunun üzerine hemen geri dönüp önce Hz. İkrime'ye ve akabinde amcası oğlu Haris'e ulaştırmak istediyse de bu ikisine de yetiştiremeden vefat ettiklerini görür. Son nefeslerinde bile diğerlerinin nefislerini kendi nefislerine tercih eden bu mübarek sahabeler Hakk'ın rahmetine kavuşurlar.
”Len tenâlul birre hatta tünfiku mimma tuhibbun.Vemâ tünfiku min şey’in feinnallâhe bihi alim.”
“Muhtaçlara ve fakirlere yardım ederken malınızın kötüsünü değil de iyisini vermedikçe, olgun bir imana kavuşamazsınız. İmanda en yüksek mertebeye çıkmak istiyorsanız, yoksullara malınızın en hoşuna gidenini bağışlayınız.”(5)
Birinci Ebu Talha örneğinde görülen o ki;yanlarında hiçbir şey yok iken veren bu insanlar,vereceğimiz ikinci örnekte de var olan her şeylerini yine vermektedirler.
Bu âyet-i kerimeyi büyük bir dikkat ve hassasiyetle dinleyen Ebû Tâlhâ, Medine’de Peygamberimizin mescidine yakın bir yerde, içinde altı yüz hurma ağacı bulunan pek kıymetli bir bahçesi vardır. Sık sık dâvet ettiği Rasûlûllah’a burada ikramda bulunurdu.
Bu zât derin bir çoşku içinde âyet-i kerimeyi dinledikten sonra ayağa kalkarak şöyle dedi:
“Yâ Rasûlûllah benim servetim içinde en kıymetli ve bana en sevgili olan, şehrin içindeki sizin de bildiğiniz bahçemdir. Bu andan itibaren Allah rızası için onu, Allah’ın Rasûlüne bırakıyorum. İstediğiniz gibi tasarruf eder, dilediğiniz fakire verebilirsiniz.”
Bu sözleri söyledikten sonra Ebû Tâlhâ, sevinçli ve neşeli bir hâlle kararını uygulamak için Mescid’den çıkarak bahçeye doğru gider.
Ebû Tâlhâ’nın hanımı Rumeysâ, bahçedeki bir hurma ağacının gölgeliğinde oturmuştu. Tâlhâ, bahçe duvarına kadar geldi ama içeriye girmedi.
Onun geldiğini gören hanımı Rumeysâ:
“Ebû Tâlhâ, duvarın dışında ne bekliyorsun? İçeri gelsene” dedi.
Ebû Tâlhâ: “Ben içeri giremem, Rumeysâ, sen de eşyânı toplayıp dışarı çıkar mısın?”
Rumeysâ biraz şaşırdı:
“Neden, bu bahçe bizim değil mi?”
Ebû Tâlhâ:
“Hayır, artık bu bahçe bizim değil, şu andan itibaren Medine fukârasınındır” dedi. Sonra da, Hz. Peygamber’den dinlediği âyet-i kerimeyi ve verdiği kararını hanımına anlattı.
Rumeysâ hanım bu sözler karşısında, hiç tereddüt etmeden şunu sordu:
“İkimiz nâmına mı, yoksa sadece kendi şahsın için mi bağışladın?”
“İkimiz namına bağışladım” cevabını alınca da:
“Allah senden razı olsun Ebû Tâlhâ. Etrafımızdaki fakirleri gördükçe, ben de aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir türlü cesaret edemezdim; Allah bu hayrımızı kabûl buyursun, bekle öyleyse bahçeden çıkıp ben de yanına geliyorum!”(6)
Nefsin menfaat düşüncesi kardeşliğin önündeki en büyük engeldir.Nitekim:
”O zaman Davud'un yanına giriverdiler de onlardan telaşa düştü. Ona « Korkma!» dediler, biz iki davacıyız , birimiz diğerinin hakkına tecavüz etti. Şimdi sen aramıza doğrulukla hükmet ve aşırı gitme de bizi doğru yolun ortasına çıkar.
(Onlardan biri şöyle dedi:) Bu, kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken «Onu da bana ver» dedi ve tartışmada beni yendi.
Davud: Andolsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirlerinin haklarına tecâvüz ederler. Yalnız iman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar da ne kadar az! dedi. Davud, kendisini denediğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah'a yöneldi.(7)
Bizler Hz.Ademden beri kardeşiz.
Peygamberimizin Veda hutbesinde belirttiği gibi:’Hepiniz Âdemdensiniz,Âdem ise topraktandır.”
Hayır,benim toprağım daha kalitelidir,birinci kalite değerindedir,senin toprağın kıymetsizdir,demekle,neden yaratıldığının farkında olmamak demektir.
Sonuçta hepimiz bir toprak,çamur ve balçık ve de bir damla sperm ve meniden yaratıldık.
O halde üstünlük nerededir?
Kur’an-ın ifadesiyle takva ve Allah-dan korkmanın dışında,O’na yakın olmanın haricinde bir üstünlük yoktur.
Hem neyi beğenmiyoruz?
Hacda iken bir beyaz zenciye bakar ve taaccüble güler.
Durumu anlayan zenci sorar:
-Beyefendi,acaba boyayı mı beğenmiyorsunuz yoksa Boyacıyı mı?
Her iki durumda da beğenmemek,ona o özelliği vereni beğenmemektir.
Fatih’e yaklaşan bir dilenci para ister.Fatih tutar bir altın verir.
Dilenci biz kardeş değil miyiz?Hiç kardeş kardeşe bu kadar mı verir?deyince, Fatih kulağına eğilerek şunu söyler:-Aman ha,diğer kardeşlerinde duymasın, yoksa sana bu kadar da düşmez,der.
Hepimizin sayısız ortak noktaları bulunmaktadır.Rabbimiz bir,peygamberimiz bir,kitabımız ve dinimiz bir,dünyamız ve güneşimiz bir,tarihimiz ve vatanımız bir,bütün bu ve bunun gibi birlikler kardeşliği iktiza etmektedir.
İşte dostluğun ve kardeşliğin güzel bir örneği:
Cephede kıyasıya çarpışıyordu.Arkadaşı gözünün önünde vurulmuştu.Daha ölmemişti,o dostunu kurtarması gerekti.Komutanından izin isteyip kurtarmayı istedi.Komutanı kendisinin de vurulacağını düşünerek razı olmadı.Israrını sürdürdü,komutanından izin aldı.Sürüne sürüne arkadaşının yanına vardığında her tarafı kanlar içindeydi.Sırtlayıp sipere getirdi.
Komutan baktığında ölmüştü.Değdi mi,deyince evet komutanım deydi.Çünkü gittiğimde daha hayattaydı,son sözünü söyleyip öyle gözlerini kapadı.
Son sözü ise;Mutlaka geleceğini biliyordum,sözü oldu.
İşte sadakat..beklenen ve bekleyen sadakat…
Bu gün doğu ve güneydoğunun en büyük hastalığı ihtilaf ve adavetin içlerinde yayılmasıdır. PKK’dan daha büyük tehlike ve de PKK’nın gündemde sürekli tuttuğu konu düşmanlıklardır.
Kardeşlik ise bunun ilacıdır.
1-Hucurat-10-12.
2-Âl-i İmran.103.
3-Haşr/9.
4-Haşr/9.
5-Âl-i İmran, 92.
6-Buhâri, Müslim, Tirmizî
7-Sad suresi-22-4.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.