Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Komşum Hâlis Toprak!

1993 yılı... Gazeteciliği bırakıp, ticarete adım attığım, hayatımı alt üst eden, ömrümün tâlihsiz yılı. İstinye Koyu, Emirgân Koruluğu ve Boğaz’ın muhteşem manzarasının mühim bir kısmına nâzır, hâkim bir tepede oturuyorum. Hemen altımızdan sahile kadar uzanan geniş ve bakımlı bahçenin muhteşem peysajını, bahçenin sağ üst tarafında, konduğu yerden uçmaya hazır vaziyette duran beyaz deniz kuşları gibi, güzel bir köşk tamamlıyor: Aslanlı Köşk...

Haftada bir iki gün, köşkün sâkinleri, ziyâfetler verirlerdi... Günler öncesinden başlayan faaliyetleri ya şehrâyinleri andıran ışıklı ve müzikli bir akşam partisi taçlandırır, yâhûd debdebeli bir bahçe nümâyişi. Bu, haftalık ziyâfet ve partilere; devrin siyâsilerinden, bürokrat ve diplomatlara; şöhretli iş adamlarından, emekli askerlere kadar; geniş bir câmiadan dâvetliler iştirak ederdi. Zaman zaman dâvetlerin mâhiyeti ve iştirak edenlerin bir kısmının isimleri magazin basınına da malzeme olurdu...

Köşk sahiplerinin bu pırıltılı ve mutantan hayatlarını, sair komşularının hangi hissiyatla tâkib ettiklerini bilemem; ama zaman zaman, kendi kendime yaptığım bütün fânilik telkinlerine rağmen, içimde bır gıbta damarının hareketlendiğini itiraf etmeliyim. Fıtraten dünyâ ve güzele meyyâl yaratılmışız... Dehrin şartlarının da derinleştirdiği şifâ bulmaz bir gafletle, hiç değilse arada bir dünyevîleşmekten yakamızı sıyıramadığımızı, itiraf etmesek de; inkâr edemeyiz. Her ne ise, mevzua dönelim...
  
* * *

Aradan upuzun ve dağdağalı yıllar geçmiş... Önceki gün, televizyonda haberleri tâkib ederken muhayyilemin onaltı yıl öncesini sarsan karelerle ürperdim... Bir Pazar günü, Aslanlı Köşk yine hareketli, misafirleri var köşkün... Ama, dâvetsiz misafirler: İcrâ memurları, polisler ve hamallar... Köşkün önüne dayanan, herbiri servet değerinde son model, ışıl ışıl otomobiller, yerini kamyonlara bırakmış... Misafirleri, ilk defa köşkü mâteme boğmuş görünüyorlar...

Yıllar öncesinden tanıdığım Köşk’ün sahibini kameralar, elim bir vaziyette insafsızca yakalıyor: Yetmişini devirmiş bir insan... Hasta yatağında, şaşkın gözlerle bakınıyor; hiddet ve elem içinde... Burnu ve ağzı, vakkumlu bir sistem ve hortumlar vâsıtasıyla oksijen tüplerine bağlanmış. Allah’ın yarattığı hava, soluklanmasına, artık kifâyet etmiyor; daha fazlasına ihtiyacı var... Evet; bu, o adam; yıllar önce oturduğum yerde, debdebeli hayatını seyrettiğim adam: Hâlis Toprak, Liceli Hâlis Ağa, Toprak Holding’in sâhibi...

TMSF’nin bu Pazar günü baskınına sebebiyet veren şartları bilmiyorum... Çok mu gerekliydi? Olması gereken, gerçekten olup bitenler miydi? Aslanlı Köşk’ün eşyası TMSF’den kaçırılma riski altında mıydı? İcrâ ile kaldırılan bu eşyalar Ağa’nın borcu yanında devede kulak mesabesinde bile olmadığına göre, yapılmak istenen ne? Bu soruların mâkûl, ya da gayr-ı mâkûl cevapları ile meşgul değilim; merak da etmiyorum...
Beni meşgul eden, derin düşüncelerin girdâbına atan; varlığımdan bile haberdâr olmayan eski komşumun bir hayat muhasebesinde neler hissettiğiydi... Düşünüyorum da; ikbâlin o debdebeli yıllarında, dünyâ hayatının şuh dâvetleriyle sermest Hâlis Ağa’ya; beklenmedik bir anda, perde-i gayb bir tarafından yırtılsa ve yıllar sonra bugün yaşadıkları, o gün kendisine görünseydi, neler hissederdi?

Acaba; elindeki lokma düşmez, dizlerinin bağı çözülmez miydi? Acaba; kendisini bekleyen bu hazîn âkibete rağmen, o debdebeli hayata devam edebilir miydi? İnsan olarak, insânî mânâda yaptığı hataları yapmamaya, günâh işlememeye dikkat etmez miydi?

Bundan sonra kaç yıl yaşar? On-onbeş... Kimbilir?.. Hem, hasta yatağında ve yaşlılığın muhâsara altına aldığı bedeniyle yaşamak neye yarar ki? Dünyâ zevk ve lezzetleri, yerini bedenî ızdırab ve elemlere bırakmış. Keyfince bir sofraya oturup midesinin açlığını bastıramaz, damak zevklerini doyasıya tatmin edemez... Kırlara çıkıp hoplayıp zıplayamaz, yürüyüş yapamaz... Hüsnün bütün şuhluklarına bigâne kalan yıpranmış vücuduyla artık bir çok günâhın dâvetine, istese de koşamaz... Yâni başa dönemez...

Gaybı bilmemek, hayat lezzetleri noktasından, büyük rahmet şüphesiz, ama gafletimizi de katmerleştiren o... Gaybı bilmesek bile, idrâk edebiliriz. Hepimiz için muhakkak olan yaşlılık ve ölüm, tâlân edilen Aslanlı Köşk’ün hazîn hâlinden niçin daha az şey telkin ediyor olsun? Niçin bu fâni hayatın bir gün biteceğini, bu güzel dünyâ hayatının bütün nimetlerinin geride kalacağını, vâki olmadan düşünmüyoruz? Düşünmüyor ve yapabileceklerimizi yapmıyor, zâd-ı âhiret kabilinden iyilikler devşirmiyor, kulluk vazifelerimizi yerine getirmiyoruz...

Ezel ve ebedî olan Allah’ı bilmek ve ebedî hayatımızdan haber vermek üzere fıtratımıza yerleştirilen bekâ arzusunun, bütün kuvvetiyle dünyâ hayatına bağlanması gafletinden kurtulmanın yegâne âmilleri; neden sadece dünyâ hayatını acılaştıran hastalık ve musibetler olsun? Aklın muktezâsı, muhâkeme ve bilgi meşaleleriyle önümüzü aydınlatmak değilse, hayvandan farkımız ne? Arada bir olsun; bir nefis murakebesiyle, çürüyen vücudu, dağılan iskeletini tahayyül edip ürpermeyecek; ürpermeyecek ve dehşete kapılmayacak akla, akıl denebilir mi? 

İnsan olmanın mukteziyâtı; Allah’ı bilmek ve ona kul olmaktır... Kul olmak, bir nevî melekleşmektir; a’lâ-yı illiyine yükselmektir... Kul olmak, Dicle kenarında kuzu ile kurdun sulh içinde yaşamalarına zemin hazırlamaktır. Kul olmak; insan olmaktır; pençe ve dişlerinden kurtulmak, hayvanların en zâlim ve en canavar olanı vasfından sıyrılmaktır. Vesselâm...

Eski komşum Hâlis Ağa’ya, Liceli Hâlis’e gelince... Öncelikle hastalığından dolayı âcil şifâlar diliyorum; umarım şifâ bulur... Bence bu saatten sonra ne Aslanlı Köşk’e ihtiyacı var, ne bu fâni dünyânın aldatıcı debdebesine... Hadi komşum, hadi!.. Kulluk vaktidir, davran!.. Köşkün alt bahçesinin sâhili öptüğü noktadaki mütevâzı câmiin minâresinden günde beş vakit ezân-ı şerif okunuyor; kulluğun dâveti. Bu mukaddes dâvete icabet için daha fazla gecikmemelisin, necât orada; mâsivâda hayır yok... Ölüm sekerâtı, uyandırmadan evvel uyan kî, uhrevî köşklerden de mahrum kalmayasın. Nasılsa dünyâ gitti artık, başa dönülmüyor...

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.