Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU
Kötülük problematiği/sorunu
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Problematik daima sorun olan, tam olarak çözülemeyen sorunlar yumağı olarak anlaşılabilir.
Kötülük (teodise) meselesi insanlık tarihi boyunca sorulmuş/ cevaplanmış bir soru.
Ama hiç bir zaman benliklerde tam çözümlenmiş değil.
Her nesil her devirde yeniden merak edip, yeniden soru ve cevap üreterek meselenin yaşamasını sürdürmüş.
Bu canalıcı zincirsorunu; geçen günlerde ehli tahkik bir arkadaşla münazara ve müzakere ettik.
Arkadaşımın muhatap alanında, bazı nurcu prof ve araştırıcı nur talebeleri de varmış. İletilerinden anlaşılıyor.
Araştırıcı kardeşimin zincirleme 3 sorusundan 1.cisi:
"Kitaplarda cevabını bulamadım;" "Halkı şer (şerrin yaratılması) neden, şer değildir.
Neden halkı şer, neden şer olmasın ki?"
Anlamak maksadıyla sorduğu sorunun devamında:
"Allah isteseydi şerri yaratmadan da amacına ulaşabilirdi. İmtihan sırrı gereği veya hayrı kesir için, şerri kalil gerekir savunması beni tatmin etmiyor."
"Şerrin yaratılmasını O'na yakıştıramıyor, şefkatime sığıştıramıyorum. Bu düşünceyle O'nu kötülemiş gibi hissediyorum. 'Eşyanın kabiliyetsizliği sonucu; görevi ihmal sonucu; tedbir almamanın sonucu, umumi ve neticedeki külli hayırlar, ziintikam, kahhar isimlerinin gereği gibi gerekçeler; beni tatmin ve ikna etmiyor" diyor.
Misal veriyor:
"Yanan bir ormanda yanarak ölen, sayısız börtü böcek hangi merhametle izah edilir. Hangi yetenek geliştirme gerekçesiyle anlaşılabilir? Hatta taciz edilen ve acı çeken bir bebeğin hali, Allah'ın rahmet şefkat ve cemaline nasıl sığar" diyor.
Ayrıca; "canlılar beslenmek için birbirini parçalayıp yemeye mecburlar mı? Bu sünnetullah gerçeğini Rabbimin şefkatine ve mantığıma yerleştiremiyorum" diyor.
Ayrıca, "Geliştirilmiş yapay zekalı robotlar" filminden örnek veriyordu. Bu robotlar şuurlu ve hisli oldukları halde; varedicisinin işkencelerine itiraz etmiyorlarmış. Yani; yaratıcımızın bir bildiği vardır, işkence karşısında büyük ödüle kavuşacağız gibi bir katlanma savunmasına girmiyorlarmış.
Yine;
"Ezeli ilmi ile bildiği halde; bazı cehennemlikleri bulüğ çağında öldürürken, bazılarını öldürmeyip cehenneme gitmelerine niye seyirci kalır" diyor.
***
Öncelikle:
"Allah (cc) Kur'an-ı Kerim'inde: "leyse kemislihu şeyun/O'nun-Allah' ın eşi benzeri yoktur" buyurdu. (Şura 11.)
Ayrıca; "muhalefetun lilhavadis/yarattıklarından farklıdır sıfatı sabit bir sıfattır."
Özellikle zatına ait; irade, murid sıfatının gereğini de kainatta konuşturur, konuşturmuş dedim.
Yine, "Sizin başınıza gelen her kötülük kendinizden, her iyilik ise Allah'tandır" ayetleri var.
Kısaca; insanın cüzi irade ve kesbi/çabası hayırda, yok hükmündedir.
Çünkü bir hayrın oluşması için; doğru zaman ve yerde, doğru usül ve şekilde bir oluşum zinciri yaratılmıştır. İnsanın cüzi irade ve çabası belki; en son ve en zayıf halkadır.
Kaldı ki; bu irade ve çabayı ikram eden de Allah olduğundan, irade ve kesbi yok saymak da doğru ve daha sağlamdır.
İtikadi Eşari mezhebi; cüzi iradeyi tamamen Allah'a verip kulun; hayır işledim diye, kibre/ dalalete girmesini kesip atmıştır.
Özellikle ehli sünnet; Üstad İmam Gazali'nin (ra) şu kaziyesinde mutabık kalmışlardır:
"Daireyi imkanda (olabilirlik/mümkünat/olasılık dairesinde) bu alemden daha güzeli yaratılamazdı."
Bu hüküm 1000 yıla yakın, ehli iman ve asfiyayı doyurmuş ikna etmiştir.
Gazali bu hükmü; "kainatın yaratılışındaki kemal ve güzelliği yeterli bulmayıp, hafife alanlar için söylemiştir" diyor üstad.
Değerli müzakereci arkadaş bu girişi yeterli bulmayıp sorularını yenileyince:
"Şunu unutma! Allah seni sınırsız yokluk karanlıklarından alıp varlık alemine çıkardı. Yokluk/ademin en büyük kötülük olarak kabul edildiğini unutmayalım."
Sonra, insanı eşrefi mahlukat/halifeyi ruyi zemin yapmış. Taş, toprak, pislik yapılmamışız. Kafir, münafık, zalim olmamışız. Ot, böcek olmadık. Güzel bir dünyanın güzel bir ülkesinde; mümin müslim olarak yaratılıp, müslüman ve iyi insanlar arasında sağlıklı, akıllı olarak kendimizi bulduk.
Tüm bunlar farkına varıp çalışmadan bize ikram ve ihsan edildi. Bu mutlak kıymetleri fark edip şuuruna varabiliyor muyuz? Değerini kavrayıp şükredip memnun olabiliyor muyuz?
Tüm bu açık ve ali değerleri inkar edebiliyor muyuz?
Yoksa şunu mu diyoruz: "İyi de bunlara sahip olmak yetmiyor ki. Bir çok acı ve cefa çekiyoruz."
Üstad Said Nursi bu gerekçelere şöyle cevap verdi:
"Çok maharetli bir terzi seni ücretle model yapsa, sen de kabul etsen; Prova yaparken; sen beni oturtup kaldırmakla yoruyorsun; zahmet veriyorsun diyebilir misin?
Başka bir temsilde ise; toprağa çimlenmek üzere konan çekirdek misalini verir. Hatta tek bir çekirdek filizlense; kalanlar çürüse bile bu toprağa ekme işi şer oldu denemez denmiştir.
Neden?
Çünkü toprağa gömülmeyen çekirdekler, durdukça zaten çürürler. Buna şerri mahz/şerri mutlak denir.
Tohumu/çekirdeği ekip birini yeşertmek; şerri izafi/şerri nisbidir.
Tek kayısı/fındık çekirdeği ağaç olsa binlerce fındık/zerdali çekirdeği meydana gelir. Ekilmesi şerdir/kötüdür diyebilir miyiz?
Zaten bu hayatta hayrı mutlak, kusursuz güzellik azdır. Kainat fabrikası genelde adaleti izafi/hayrı izafi üzerinde çalışır.
O tek çekirdeği hayır görmeyip, çekirdekleri çürütmek, büyük şer/mutlak şerdir.
Ters yönden farklı bir temsil de şöyledir:
Allah sana, bana, ona, haketmeden 33 basamaklı minare gibi bir nimet basamağından 23'ünü vermiş olsun.
Bazı insanlara da; 32/33 basamaklı bir nimet verse, sen diyebilir misin; bana niye 33'lük nimet vermedi? Filancanın ne özelliği var da ona verdi.
Elbette bunu demek büyük bir hırs ve şükürsüzlük olurdu. Çünkü yoktan ve çalışmadan kazandın.
Mülk nimet eşya O'nundur, istediği gibi kullanır, tasarruf eder. Yarattıkları emanetleri istediği gibi işletiyorsa, asıl mülk sahibi niye işletmesin ki!
Daha fazla hırs ve tamah gösterirsek hepsini elinden alır, belamızı verir ki, bu da hak ve adalet olur.
***
Arkadaşım bunun gibi ve daha fazlası için hala; "gerçekten aklım ve kalbim Allah'ın zulmetmeyeceğine inanırken, şerri yaratışını aklım almıyor" der/se ne denebilir?
Ayrıca "ebedi cehennem ebedi zulümdür. Allah'ın rahmet ve şefkatine yakıştıramıyorum. Aklım kalbim ikna olmuyor?" derse...
Kardeş; Risale-i Nur'da var: haksız yere adam öldürene 24 sene hapis cezası verilir.
Bir inatçı kafir ısrarla ölene kadar kainatın yaratıcısını inkar etse; sonsuz bir cinayet (ağır suç) işlemiş olur. Bu sonsuz cinayetin cezası da sonsuz olmak gerek. Yoksa muazam ve ebedi bir adaletsizlik ve haksızlık olur.
Aksi halde; Vahit ve ehad bir yaratıcının, ispatlı imzalı, bürhanlı, delilli mülkü, sayısız sebeplere, olmayan tanrılara dağıtılmış olur.
Bu inkar ve gerçeği reddetme (kabulü adem), inatçı ve mütemerrid kafirliğe girer.
Ebedi cehennem bu şekilde bilerek/ölene dek ayak direyenleredir. Bunlar; "veba estekber" deyip ayak direyerek şeytanın yolundan gidenlerdir. Hizbüşşeytan denir bunlara.
Yoksa bir tanrı var ama ilgilenmiyorum diyenler (ademi kabul) daha ehven bir kafir topluluğudur.
Bunlar intibah anlarında; "ya belki cennet cehennem varsa" deyip şüpheye düşerler. Hatta bazen şüpheden imana, itminana ulaşıp tam hidayete erebilirler.
Üstad; Sözler'in bunları tam uyandırdığını belirtir. Bu tiplere deist demek de mümkün. Ama deist şüpheyi bırakmadan kurtuluşa eremez.
Madalyonun bir de öbür yüzü var. Adama fetret ehli ve İlahi mesaj ulaşmadıysa:
İmam Azam'a göre; bir yaratıcı var diye akletse kurtuluşa erer. İmam Şafi'ye göre akletmese de kurtuluşa erer.
Allahu'alem; "lailahe illallah diyen kurtulur" sahih hadisleri, bu gerçeğe işaret eder.
Bir başka gerçek ise; hak/İslami mesajı duyabilenlerin gerçeğidir.
Üstad Said Nursi'ye göre; yıldızları, dünyevi olayları, Amerikan tavuklarını merak edip araştıran insanoğlu; yaratılış maksadını da sorup araştırmalıdır. Yoksa akla ve vicdanına ters düşer.
Sonsuz yaşamak tutkusu taşıyan, ölümden ödü kopan insan elbette ebedi hayatı, ebedi ceza ve mükafatı soruşturmak zorundadır.
Soruşturduğunda ise; "iman, kulun kendi çabası sonucu kalbe akıtılan bir nurdur"; İslami hükmünce ararsa muhakkak imanını bulur.
Arayıpta bulamaması istisnadır. Hem İlahi adalete uygun düşmez.
Çünkü Rahman ve Rahim olan Rabbimiz; her kulunun mutlaka cennete girmesini şiddetle ister. Kendini arayana yollarını gösterir.Zira 'rahmetim gazabımı aşmıştır'
buyurur.
Peki ne kadar aşmıştır?
Elbette sonsuz şekilde; rahmeti gazabını/ öfkesini aşmıştır.Çünkü esma ve sıfatları sonsuzdur.Rahmeti de, gazabını sonsuz şekilde aşar/ geçer.
Kısaca samimi candan arayan herkes Rabbini/ İlahını bulur.İstisnalar varsa genel kaideyi bozmaz.Bulanlar arayanlardır..
Ayrıca ve özellikle; ölmeden önce tövbe kapısı ve iman etme yolu açıktır.
Yine günahkar müminler için ümitsizliğe asla yer yoktur. Kesin emniyet olmadığı gibi.
Bir günaha melekler bir yazar, bir sevaba 100, 700, 1000, 10 bin, 20/ 30 bin, Kadir Gecesinde ise, 80 senede ancak kazanılabilen sevabı kazanabilir.
Bu gerçek; "aşırı günahlarla nefsine zulmeden kullarım; Allah'tan ümidi kesmeyin" hitabıyla ispatlanır. Ye's haram, tam emniyet ise yasaktır.
Münazara arkadaşıma diyorum ki, bu kadar geniş zamanlı imkanlar, piyango cinsi kazançlar ortadayken; kazanma çabası olmayan, arayışını ipi kadar sallamayan insan, insan mıdır?
Hz. Adem'den bu yana insanlığın milyonlarca güneş ve yıldızlarını görmeyen, tanımayan, inkar eden, cehenneme gitse haksızlık mıdır?
Yaşarken ne diyordu?
Gelen mi var ki? Göster inanayım?
İnandığı beklediğiyle karşılaşması neden zulüm ve haksızlık olsun ki?
Zorla iman ettirilir mi?
Cüzi irade/özgürlük/seçme hakkı niye verilmişti?
Cehennem yolu niye kapalı olsun ki?
İmtihan gerçeği tecihle/seçmeyle değil mi?
Mutlak inkarcıya; özgürlük hakkı verilmezse haksızlık olmaz mıydı?
Peki bu hak ve yetki verildi ve 70 sene kullanılıp işletilmediyse kim suçlu?
Üstadın zındık, tecavüzcü kafir dediği kimse, Allah'a meydan okuyan kimsedir.
Yok mu böyle; Deccal, Süfyan, Nemrut, Ebu Cehil, Stalin, Mao, Saddam, Esat gibi adamlar. Var.
Bir kişi çıksa dese ki; muhteşem padişah; hakim hükümdar kimdir tanımam. Kanunlarını çizerim, cezasını sallamam.
Sırf bu adam için adaletli hükümdar, dirayetli padişah hapishane yaptırır ve cezalandırır. Yapmazsa hükümdarlık vasıfları ya yoktur ya da o serseri geçersiz kılmıştır.
Kainatın sahip ve hakimi için bu hal; elbette mümkünsüz ve muhaldir (aklen imkansız).
Risale-i Nur’da Cehennemin tarifi şöyledir:
“Cehennem, hayr-ı mahz olan daire-i vücudun Hâkim-i zülcelâl’inin hakîmâne ve âdilâne bir hapishane vazifesini gören dehşetli ve celâlli mevcut bir ülkesidir."
***
Arkadaşım "hala aklım almıyor şefkatime sığıştıramıyorum" dese ne derdiniz?
Sana gerçek bir örnekten misal vereceğim:
"Kendimi tesbih ederim, şanım ne yücedir!"
Bestami Beyazıt, Allah’ı Arş üzerinde bulamamış ve bu yüzden O’nun Arş’taki yerine oturmuştur."
“Allah beni bir defa yükseltti, önüne oturttu ve bana şöyle dedi:
Ey Ebu Yezid, yarattıklarım seni görmeyi arzuluyorlar.
Bunun üzerine ben dedim;
Beni vahdaniyetinle donat ve senin benlik elbiseni bana giydir ve beni ehadiyetine yükselt, ta ki yaratıkların beni gördüklerinde diyebilsinler: Sen’i (Allah’ı) gördük ve sen O’sun. Fakat ben (Ebu Yezid) orada olmam.”
Birçok kaynakta bu şatahat temsili geçmektedir. Üstad da bu tür şatahat, sarhoşluk, cezbe konularını işler. Bu geçici sapmaların; aklı başına gelince geçerse hidayetine zarar vermediğini belirtir. Ama etrafındaki ayıklar aynı duruma düşerse; mesul olduklarını belirtir.
Abdulkadir Geylani, İmam Rabbani, Şahı Nakşibend, İmam Gazali gibi 1. sınıf azim evliyanın bu hallere düşmediği vurgulanır.
Arkadaşıma senin şefkat ve merhametin bu misale benzer dedim.
Senin şefkat ve merhametin, güneşten aynana kondurulan bir ışık teline benzer.
Bu durumda senin merhametime sığmıyor demen haddi aşmandır.
Arkadaşım küçük aklımız ve minik şefkatimiz kainata ölçü ve terazi olamaz.
Bu haddini aşmadır. Gerçekçi olalım!
Okyanus bir havuza sığar mı? Güneşin aynadaki yansıması, güneşin taa kendisi olabilir mi?
Allah şöyle yapsaydı böyle yapsaydı, böyle olmazdı iddiaları tekrarlı şekilde sunulursa ne diyebiliriz?
Kardeşim "olsaydı, bulsaydı" Mutezili kader anlayışıdır. Olsaydı bulsaydı ile tek bir olay bile tekrarlanmazken; sen Allah'ı ısrarla kendi postuna oturtmaya çabalıyorsun.
Liyakatlı insanlarla; Ene ve Zerre konusuyla, kader meselesini müzakereli okumalısın.
Yaratılış noktasında taştan, topraktan farkımız yokken; heva ve hevesimize göre O'nu, olsaydı/yapsaydı kıskacına almaya çalışıyoruz.
Bir masanın; ustasına itiraz edip "beni şöyle yapsaydın böyle yapsaydın" demesinden farksız bir şey iddia ediyoruz.
Çünkü, eşyanın yaratılışı noktasında; canlı cansız, az çok, büyük küçük farkı yoktur.
Sınırsız ilim, irade ve kudretiyle ol deyince her şey olur.
Bizim itirazımız; masanın itirazından daha saçma. Çünkü bizim akıl ve fikrimiz var.
Bu iş akıl ve zeka işlerinde ileri giderek olmaz. Kalp, ruh ve vicdanımızı da çalıştırıp geliştirmeliyiz.
O zaman ne akılla ne akılsız noktasına geliriz. Daha da doğrusu; İşaratül İ'caz'daki gibidir. "İslam her meselesini akla tesbit ettirmiştir. Fakat o akıl, aakıl (akıllı) olmalıdır. Yani: Işıklı vicdan ve nurunu kalpteki imandan alan dimağ/zihin beraber olmalıdır.
Ziya Paşa'nın dediği gibi: "İdrakı maali bu akla gerekmez/Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez."
Sözler'de marifetin bürhanları 3 çeşittir.
Bir kısmı su, bir kısmı hava, bir kısmı nur gibidir yazar. (Lemaat)
Üstad, suya rızık, havaya şifa, nura ise hidayet örneğini verir.
Bu deliller ise; "akıldan ziyade kalbe bakar."
Bunun için; "gafletten tecerrüt edip bu delillere nazar et."
Ama onları yakalama ve incelemeye kalkma! Ancak zevk ve hisle bakarsan; anlaşılır.
Bu da, tahkiki iman, tefekkür, farzları yapmak, büyük günahlardan kaçınmak, Kur'an, Cevşen, Sekine okuyup vird ve ezkar ile açılacak bir tomurcuk ve penceredir.
***
Taciz edilen bir bebek ve hayvanlara eziyeti ise; meselemizin son ve püf noktasıydı.
Arkadaş bu konuyu çok önemsiyordu.
Üstad Bediüzzaman diyor ki: "Dinim beni intihardan men etmeseydi bugün Said, toprak altında çürümüş olurdu."
Dedim ki, Üstad gibi imanlı, sabırlı mukavim bir insana, bu sözü dedirten ne olabilir?
Kimbilir hayale gelmeyen, akla sığmayan, hangi ızdıraplar, hangi acılar Üstada bunu söyletti.
Hem çoğu insanın bu türden sözleri vardır. Ama herkes farklı elemleri için bu sözü söyler.
Haliyle ikimizin; hatta her ferdin, şefkat ve merhamet acısı ne ilk ne de sondur. İnsan sayısınca; ontolojik, epistemolojik sorunlar dertler çileler vardır.
Herkesin varoluş acısı özel ve yazgıdır.
Taciz edilen bebek meselesine gelirsek hissedebildiğimiz kadar anlatalım:
O çocuk sınırlı zamanda sınırlı çok acı çekti. Acılarıyla baş etti, yaşadı ve öldü diyelim.
Öncelikle Rabbi Rahim, Kerim Kitabımızın birçok ayetinde: "la yükellifullahi nefsen illa vüsaha" buyurdu.
"Kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemedik/yüklemeyiz."
Merhamet ve şefkat peygamberimiz, Hz. Muhammed Mustafa (sav), "Allah kulunu, küfre mecbur edecek derecede bunaltmaz" buyurdu.
Anladığımız Allah, bela ve musibetlerin kulları üzerinde tahakküm kurup küfre sapmasına müsaade etmiyor.
Haliyle taciz edilen çocuk intihar eder veya inkar etmek zorundadır diyemeyiz.
İntihar eden veya inkar edenlerin, imkan dahilindeki savunmaları yeterince kullanmadıklarını/bilemediklerini düşünebiliriz.
Kötülüğe uğrayan genç/adam da, iman edemez diyemeyiz.
Çünkü hayatta en çok kimin acı ve ızdırap çektiğini ancak Allah bilir.
O da kitabında, "en çok acı çekenler enbiya, sıddık, evliya ve diğer insanlardır" demiş.
Üstad Bediüzzaman ise, "Masum insana ve hayvanlara gelen felaketlerde, musibetlerde beşer fehminin anlayamadığı bazı esbab ve hikmetler var.” (Mesnevi-i Nuriye 244) dedi.
Risalelerde şehit ve çok hastalık çekerek ölenlerle ilgili şöyle bir temsil verilir:
Şehit, musibetzede, hasta; ahretteki kazanç ve makamını görseydi, elbette çektikleri ızdıraptan memnun kalacaklardı.
Hatta bunun için hadiste denir ki; şehit kavuştuğu nimet ve makamı görünce bin kere dirilip, yine yeniden şehit olmak isterdi.
Temsilde hata olmaz. Şöyle anlamaya çalışalım: Kötülüğe uğrayan kişi başa çıktı ve hayatını imanla bitirdi. Uğradığı bela ve musibete ebedi hayatta baktı ve gördü ki, kazanımı çok yüksek.
(Her haksız ve zalimin dünyada cezası asıl ve hukukun gereğidir. Öyleyse; saldırganı, suçluyu cezalandırmayalım, ahirete mi bırakalım önerisinin konumuzun özüyle uzak yakın ilişki ve irtibatı olamaz!)
Sonra, ayetin ifadesiyle 'Cennet'te yok yok' kaidesince; ibadet, acı, keder, hafıza ve hayallerde bile olmayacak. Çünkü olsa orası cennet olmaz. Allah vaadinde durmamış olur.
Yine rivayetlerde; cennetle cehennemin şeffaf şekilde birbirini göreceği bildirilmiş.
Bu açıdan baktığımızda; mazlum ve mağdurların, kendi zalim ve işkencecilerinin yanışını görüp ferahlayacağına hükmedebiliriz.
Bu ceza dünyanın sınırlı ve konforlu hapsiyle kıyaslanmaz şekilde adil, acıtıcı ve bitimsiz bir cezadır.
Hatta mağdura; tüm insanlığın gözü önünde, alevler arasından, affetmesi için yalvardığını tasavvur edelim.
Ahiret ve cennet, sonsuz kudret ve mutluluk ülkesidir. Taşların şuurlu ve canlı, yokyok olan bir dünyadan bahsediyoruz.
Sözler'deki benzetmeyle: dünyanın bin sene mesut hayatı cennetin 1 saatine denk gelmez.
Cennetin 1000 senesi de; rüyetin (Allah'ımızı görme ve sohbet) bir saatine denk gelmeyen bir hayatın yolundayız. Kafirler akletmese ve alay etse de.
Şimdi böyle bir cennet hayatı yaşayan, dünya hayatına ait en ufak bir olumsuz iz, hatıra taşımayan her çeşit mazlum ve musibete uğrayanlar, ne hisseder ne düşünür?
Son olarak "acı ve işkence gören hayvanlara hatta bitkilere gelirsek."
"Femen yaamel misgale zerretin hayren yere. Vemen yaamel misgale zerretin şerren yere." "Zerre kadar hayır işleyen de, şer işleyen de mutlaka karşılığını görür" ayeti konumuzu açıklar ve ispat eder.
Üstad Nursi; haksız yere genç bir hayvanı öldüren aslanın; hem bu dünyada, hem ahirette karşılığını/cezasını çekeceğini belirtir.
Çünkü; İlahi sevk ve hissiyle farkı farkedebilecek şekilde yaratıldığını belirtir.
Bunun için, boynuzsuz koyun boynuzlu koçtan hakkını alır denmiş.
Ayrıca; cennete girecek hayvanlar dışında, hayvan türlerini temsilen; her tür hayvana vücut verilip nimetlere kavuşacağı Sözler'de yazılmıştır.
Ruhlar baki ve sonsuzdur. Hayvan ruhları da öyle.
Psikiyatr Mustafa Ulusoy bir yazısında; acı çeken hayvanların daha fazla merhamet ve şefkatle ödüllendirileceğini yazdı.
Tabi acı çektirenler de cezasını çekecekler. Şüphesi olan, 'külli aatin karip'
kuralınca az daha beklemek zorunda.
Arkadaşım sonucu şöyle bağladı:
Özgürlüğümüz cehenneme gitme hakkını da içerir. Hiç kimse bilip isteyerek cehennemlik olmak istemez.
Uzun fakat çok hayati bu problem zincirini, Mahmud makamı sahibi, iki cihan sevgilisi Muhammed Mustafa efendimizin hadisi mübarekiyle bağlayalım.
Resulü Ekrem buyurdu ki:
"Allah her kulu için bir makam murat eder. Fakat kulu (insan, hayvan, bitki) müsbet ibadetiyle (namaz, zekat, cihat...) bu makama erişemez. Allah muradını; o kullarına, hastalık, bela, musibet vererek gerçekleştirir."
Haza min fazli Rabbi.
Çünkü O; yarattıklarına benzemez, dilediğini ol diyerek oldurur.
Amenna ve saddakna.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.